İsrail'in İran saldırısının kutsal kitap kodları

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi, Prof. Dr. Nuh Arslantaş yazdı:

İsrail

Fransız tarihçi François Hartog'un son dönemlerle ilgili dile getirdiği "Son zamanlarda kıyametle çok flört ediliyor" ifadesi, günümüz küresel siyasetinde dinî tahayyüllerin ve ahir zaman kaos beklentilerinin artan bir ivmeyle nasıl görünür hale geldiğinin bir tespiti gibidir.

İsrail'in İran'a gerçekleştirdiği son saldırı, bazı Yahudi ve Hıristiyan Siyonist çevreler tarafından böyle bir kaos sürecinin başlangıcı olarak yorumlanmaktadır. Operasyonun, askerî ve stratejik boyutunun yanı sıra kutsal metinlerdeki kehanetlerle ilişkilendirilmesi, bu tür kaotik okumaların daha da güçlenmesine zemin hazırlamaktadır. Özellikle Hıristiyan Siyonistler olan Evanjelist destekçiler nezdinde, İsrail'in Tanrısal bir misyon doğrultusunda hareket ettiği inancı, söz konusu askerî saldırıların meşruiyetini pekiştirmekle kalmamakta, aynı zamanda mesihi beklentileri de artırmaktadır.

Bu son saldırı, yalnızca İsrail ile İran arasındaki bir çatışma olmanın ötesinde, bölgesel güç dengeleri ve kutsal metinler bağlamında çok katmanlı anlamlar barındırmaktadır. İsrail'in saldırgan tutumu ve "Vaat Edilmiş Topraklar" merkezli işgal stratejisi, yalnızca iki ülkeyi değil, doğrudan tüm bölgenin güvenliğini ve istikrarını tehdit eden bir sorun haline gelmiştir. Bu nedenle, Türkiye'nin de içinde yer aldığı geniş coğrafya, İsrail'in izlediği bu politikanın yanı sıra, uzun süredir Haçlı zihniyetiyle hareket eden ABD ve bazı Batılı ülkelerin koşulsuz desteğiyle, İslam dünyasında kalıcı bir huzur ve istikrarın sağlanmasına imkân tanımamaktadır. Aslında bu kaotik ortamın ortaya çıkmasında yalnızca dış aktörler değil, en az bunlar kadar aile, kabile ve bölgesel çıkarlarını müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit eden baskıcı Arap yönetimleri de bu sürecin sadık hempâlarıdır.

Bölgedeki gerilim yalnızca stratejik düzeyde değil, aynı zamanda teopolitik düzlemde de etkiler yaratmaktadır. Son dönemlerde gittikçe artan dini referanslı söylemlerle meşrulaştırılan saldırganlıklar, Orta Doğu'daki güç dengelerini doğrudan etkilemektedir. Bu durum, bölgedeki devletlerin ve aktörlerin mevcut konumlarını yeniden değerlendirmelerini ve stratejik tercihlerini bu gelişmelere göre yeniden şekillendirmelerini zorunlu kılmaktadır.

Bu yazıda, İsrail'in İran'a yönelik gerçekleştirdiği son saldırının, Siyonist ve Evanjelist çevrelerde Tevrat merkezli teopolitik söylemler doğrultusunda nasıl anlamlandırıldığı ele alınacaktır. Kutsal Kitap referanslarının bu çevrelerde operasyonla ilişkilendirilme biçimleri, seçilen bazı örnek metinler üzerinden incelenecektir.

Tarihi arka plan: İran ve Yahudiler

Yahudi Kutsal Kitabı'nda günümüz İran toprakları, tarihsel bağlamda genellikle "Pers" (פָּרָס) ve daha erken dönemlerde "Elam" (עֵילָם) olarak anılır. Pers İmparatorluğu'nun öne çıkan hükümdarları arasında Büyük Koreş (Cyrus, MÖ 559–530), Darius (MÖ 522–486) ve I. Artakserkses (MÖ 465–425) gibi, Yahudilere hoşgörüyle yaklaşan ve onları devlet dinine zorlamayan krallar bulunmaktadır. Özellikle Babil Sürgünü sonrasında bu kralların izlediği politikalar, Yahudilerin anavatanlarına dönüşünü ve kutsal metinlerin yeniden derlenmesini mümkün kılmıştır.

Elam'ın akıbetine dair haberler, Yahudi teolojisinde İşaya, Yeremya ve Hezekiel gibi peygamberlerin kitaplarında yer almaktadır. Babil sürgünü sürecinde ve sonrasında görev yapmış bu peygamberler, Yahudi ve Hıristiyan geleneğinde hem tarihsel felaketleri hem de ilahi umudu temsil eden şahsiyetlerdir.

Günümüzde Yahudi ve Hıristiyan Siyonist çevreler, bu peygamberlerin sözlerini politik söylemlerine meşruiyet kazandırmak amacıyla radikal bir şekilde yeniden yorumlamaktadır. Bu yorumlar doğrultusunda geliştirilen mesihçi teopolitik strateji, geçmişte Irak ve Suriye'yi kan gölüne döndürürken, bugün aynı yaklaşımı İran'da uygulamaya çalışmaktadır. Gelecekte ise bu stratejinin Türkiye'de de hayata geçirilmesini savunan radikal söylemler, televizyon kanalları ve sosyal medya platformlarında açıkça dile getirilmeye başlanmıştır. Bu nedenle, söz konusu kehanetlerin ülkemiz açısından da ciddi bir tehdit oluşturduğunun farkında olunması gerekmektedir.

Asurlular ve Babillilerin "Elamtu", Yunanlıların ise "Elumais" olarak adlandırdığı antik Elam, coğrafi olarak günümüzdeki İran, Irak ve Suriye'nin bir kısmını kapsamaktaydı. Bu nedenle, kehanet odaklı düşünen Yahudi ve Hristiyan Siyonistlerin mesihçi yaklaşımları, hem Vaat Edilmiş Topraklar tahayyülü hem de adı geçen peygamberlerin ahir zamanda vuku bulacak olaylara dair bildirimleri doğrultusunda geliştirdikleri teopolitik stratejiler, içinde ülkemizin de bulunduğu bu coğrafyayı doğrudan etkilemektedir.

İsrail'in bu son saldırısı bu nedenle, söz konusu mesihçi çevreler tarafından İşaya, Yeremya ve Hezekiel'in İran coğrafyasını kapsayan antik krallıklara ilişkin haberleriyle ilişkilendirilmekte; İran rejimine karşı ilahi bir yargı veya müdahalenin habercisi olarak dini bir misyon/vecibe kabul edilmektedir.

MÖ. 6. yüzyıldan itibaren Elam kimliği, yükselen Pers kimliğiyle bütünleşmiş ve "Pers" ya da İbranice adıyla "Paras", Yahudi Kutsal Kitabı'nın Ezra, Nehemya, Ester ve Daniel kitapları ile II. Tarihler kitabının son bölümlerinde sıkça zikredilmeye başlanmıştır. Bu durum, Perslerin torunları olan İranlıları mesihçi Yahudi ve Hıristiyan çevrelerde hem tarihsel hem de dini anlatımlarda merkezi bir konuma yerleştirmektedir.

Yahudi Kutsal Kitabı'nın bahsi geçen bölümlerine ilave olarak, özellikle Hezekiel 38–39 bölümlerinde yer alan ahir zamanla ilgili bazı pasajlar ile Yeremya 49:34–39'da Elam'ın "ahir zamanda" yeniden kurulacağına dair ifadeler, Yahudi ve Hristiyan Siyonist çevrelerin modern İran'ı günümüzde yaşanan gelişmeler bağlamında merkezi bir aktör olarak görmelerine yol açmıştır. Bu değerlendirme aynı zamanda, İsrail'in de dâhil olabileceği bölgesel ittifaklar ve çatışmaların şekillenmesini de etkilemektedir.

Görüşler arasında farklılıklar bulunsa da, mesihçi yaklaşımlarda Tanrı'nın egemenliğinin İran gibi ulusları da kapsayacak şekilde evrensel olduğu sıkça vurgulanmaktadır.

İşte tam da bu nedenle, İsrail'in İran'a yönelik son saldırısı operasyonun adından, seçilen tarihine, yıkıcı gücünden beklenen sonuca kadar Yahudi ve Hristiyan Siyonistler tarafından Kutsal Kitap'ın kehanetlerinin gerçekleşmesi olarak görülmekte ve olumlu sonuçlanması heyecanla beklenmektedir.

İran'a saldırı için seçilen isim

13 Haziran'da İsrail'in İran'a yönelik düzenlediği hava saldırısına verilen isim dikkat çekiciydi: "Yükselen Aslan Operasyonu" – İbranicesiyle "Mivtza ʿAm ke-Lavi" (מבצע עָם כְּלָבִיא). Bu ifade Tevrat'tan, Sayılar Kitabı 23:24 pasajından alınmıştı. İlginç olan ise, dinle yakın bir ilişki içinde olmadığı bilinen Başbakan Benyamin Netanyahu'nun, bu operasyonun başlamasına saatler kala söz konusu Tevrat pasajını kendi el yazısıyla yazıp Kudüs'teki Batı Duvarı'nın (ha-Kotel) bir çatlağına yerleştirmesiydi.

İsrail'de duaların kabul olduğu mekân kabul edilen Batı Duvarı'na not bırakmak, Tanrı'ya yakınlaşma arzusunun bir ifadesi olarak görülür. Bireylerin dileklerini, dualarını veya içsel arzularını yazılı kâğıtlara dökerek duvarın taşları arasındaki çatlaklara yerleştirmesi gelenektir. Ancak bir başbakan olarak Netanyahu'nun bu ritüeli yerine getirmesi, sıradan bir dini uygulamanın ötesinde bir anlam taşıyordu. Operasyon öncesinde böylesine sembolik ve dini açıdan güçlü bir adım atması, sadece bir inanç göstergesi değil, aynı zamanda stratejik bir mesaj niteliğindeydi.

Tevrat'taki ilgili pasajda İsrail, "ganimet elde edene kadar dinlenmeyen bir aslan"a benzetilir. Bilʿam'ın kutsamasından alınan bu mecaz, İsrail'in kararlılığını, gücünü ve ilahi destekle donanmışlığını simgeler. Netanyahu'nun bu ifadeyi seçerek kutsal kabul edilen bir mekâna yerleştirmesi, operasyonun yalnızca askeri değil, aynı zamanda tarihsel ve teolojik bir çerçevede bir meşrulaştırma çabasıydı aslında. Netanyahu duasını ABD'nin savaşın 10. gününde İran'ı vurmasının ardından, aynı yerde kameralar önünde söylediği "ʿAm Yisrael hay!" "İsrail halkı çok yaşa!" sözleriyle tamamladı.

Başbakan Netanyahu'nun son dönemdeki politikaları, yalnızca İsrail'in İran karşısındaki stratejik güvenliğini sağlama amacına yönelik olarak değil, aynı zamanda uzun süredir benimsediği ve Yahudi kehanetlerine dayandırılan daha geniş kapsamlı bir vizyon çerçevesinde değerlendirilmelidir.

Netanyahu, radikal Siyonist ve Evanjelist çevrelerde artık yalnızca siyasi bir lider değil, Mesih çağının gelişine hizmet eden tarihsel bir figür olarak görülmektedir. Mevcut çatışmayı ahir zamanın başlangıcına zemin hazırlayan ilahi bir aşama olarak okuyan bu yaklaşıma göre, Netanyahu'nun askerî ve diplomatik adımları, yalnızca jeopolitik değil, aynı zamanda mesihçi takvime uygun biçimde atılmaktadır. Bu bağlamda, Netanyahu'nun kendisini Mesih'i getiren lider olarak tarihsel hafızaya kazımayı hedeflediği düşüncesi, bu çevrelerde giderek daha fazla dillendirilmektedir.

Saldırının başlamasıyla birlikte, Netanyahu'nun Batı Duvarı'ndaki bu sembolik eylemi İsrail kamuoyunda geniş yankı uyandırdı. Özellikle aşırı sağcı ve radikal dinî çevrelerde, bu adım dinî duyguların harekete geçmesine ve tarihsel belleğin canlanmasına yol açtı. Kamuoyunda operasyonun yalnızca bir güvenlik önlemi değil, aynı zamanda Tanrı tarafından takdir edilmiş bir görev olarak algılanması yönünde bir atmosfer oluşturulmaya çalışıldı.

Saldırgan taraf İsrail olmasına rağmen, askeri operasyon Batılı siyasi ve medya çevrelerinde büyük ölçüde "İsrail'in kendini savunma hakkı" olarak lanse edilmiştir. Bu söylem, özellikle Siyonist ve Evanjelist çevrelerde, İsrail'in eylemlerinin Tanrısal bir hakka dayandığı inancına dayanan teolojik bir arka plana sahiptir. Bu nedenle, Batı'da etkili bazı medya kuruluşları haberi ilk aşamada "İran'ın İsrail'e saldırdığı" şeklinde yansıtarak, operasyonun gerekçesi geniş kamuoyunun da desteğini almak için savunma temelli bir anlatıyla sunulmuştur.

Öte yandan, operasyonun adında yer alan "aslan" imgesi yalnızca Tevrat'taki sembolik anlamlara değil, aynı zamanda İran'a yönelik dolaylı bir göndermeye de işaret etmektedir. 1979'daki -sözde- İslam Devrimi'ne kadar İran bayrağında yer alan aslan figürü, tarihsel olarak Pers kimliği ve kraliyet otoritesinin sembolüydü. Operasyona bu ismin verilmesi, İran halkına yönelik örtük bir mesaj da içermektedir. Başbakan Benyamin Netanyahu'nun, İran halkını mevcut rejime karşı harekete geçmeye çağıran açıklamaları da bu yorumu destekleyen bir bağlamda ele alınmaktadır. Böylece, hem İsrail'in hem de İran'ın tarihsel sembollerinde yer alan "aslan" motifi, iki halkı da harekete geçmeye çağıran çift yönlü bir simgesellik kazanmıştır.

 

Devamı >>>