Tarih: 03.07.2025 16:49

“İsrail’i yeniden tanımlama”

Facebook Twitter Linked-in

ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Trump’ın Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın şu sözünü 15 Haziran tarihli “Masada davetli miyiz, menüde miyiz?” başlıklı yazımda değerlendirmiştim:

Eski bir deyiş vardır da burada mealen paylaşayım: Ortadoğu ziyafet sofrası gibidir. Diyelim ziyafete davet edildiniz de katılmak istemediniz. Ama ziyafet sofrasındaki yemeklerdenseniz nereye kaçacaksınız?”

Bir sağlık sorunu sebebiyle ondan sonra 15 gün yazamadım, dolayısıyla İsrail’in ve ardından Amerika’nın İran’ı bombaladığı, İran’ın da mukabele ettiği 12 gün savaşını değerlendiremedim.

Sonra Trump’ın girişimiyle ateş-kes oldu. O arada NATO zirvesi gerçekleşti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump ile kaç zamandır beklenen - arzulanan ikili görüşmeyi gerçekleştirdi.

Bu sıradaki Erdoğan söylemi “Dostum Trump” etrafında döndü. Trump Ortadoğu politikaları ekseninde, mesela İsrail ile birlikte İran’a bomba yağdırırken ya da Gazze’deki “İsrail yanlısı” -ki bu aylardır yaşatılan bütün vahşete arka çıkmayı kapsıyor- duruşu sebebiyle gerçekten “Dost” kategorisinde miydi, yoksa sayın Cumhurbaşkanı “Dost” tanımlamasından ilerleyerek önce Trump’ın herhangi bir fevri anında Türkiye’ye diş göstermesini engellemek, sonra da Ortadoğu’da ABD’yi daha makul bir çerçeveye çekmek gibi bir arzudan mı hareket ediyordu, bu ikincisi daha rasyonel geliyor ama Trump’ın bu rasyonalite çerçevesinde kalıp kalamayacağı da ayrı bir soru işareti.

Bir de ChatCPT’ye “Trump’a dost yakınlığında olanları sıralar mısın?” diye sordum, Erdoğan’ın önüne Netanyahu’yu verdi, ardında Macar Orban, Bolsanaro gibi isimleri sıraladı. Diyeceğim o ki “Trump ile dostluk” oldukça sıkıntılı. Ne dersiniz, Yahudi lobisine eli mahkum Trump, Erdoğan ile Netanyahu arasında kalsa kimi tercih eder “dost” kategorisinde?

12 Gün Savaşı konusunu daha yazarız. Bugün Tom Barrack’ın başlığa aldığım başka bir sözüne dikkat çekmek istiyorum.

Devletin resmi ajansı AA adına, Sümeyye Dilara Dinçer oldukça kapsamlı bir röportaj gerçekleştirmiş. Barrack röportajda hayatın içinden enstantaneler eşliğinde Ortadoğu’da Türkiye’nin konumuna ve gelecek tasarımına ilişkin düşüncelerini de paylaşmış. Bunları okuyunca Barrack’ın Ankara misyonunun, bir anlamda Trump Amerikası’nın Ortadoğu’nun geleceğine dair politikalarının inşası ile bağlantılı olduğunu anlıyorsunuz. Röportaj oldukça uzun, farklı noktaları ayrı ayrı değerlendirilebilir. Ancak başlığa aldığım cümle röportajın anahtar ifadelerinden biri gibi görülebilir. Hatta sanki röportaj tam da o cümleyi Türkiye gündemine taşımak için verilmiş diye düşünülebilir. Barrack bu cümleyi, “Ortadoğu’ da yüzyıllardır süren kargaşanın Batı’nın sürekli müdahale etme çabaları yüzünden” gerçekleştiğini, “Türkiye’nin hiçbir zaman büyük bir bölgesel aktör olarak hak ettiği değeri ve önemi tam anlamıyla göremediğini”, şu anda “Tarihin çok önemli bir döneminden geçildiğini” ve bu dönemin “iki başkan ve dışişleri bakanları, dört kişi arasında karşılıklı güvene dayalı kişisel bir ilişki, yakınlık ve anlayışla başladığını” ifadeden sonra söylüyor. Cümlenin tamamı şöyle:

“İsrail’in yeniden tanımlanması gerekiyor, şu an yeniden tanımlanma sürecinde. İsrail ile İran arasında yaşananlar, hepimiz için, ‘süre doldu, yeni bir yol açalım’ deme fırsatı. Bu yolun anahtarı Türkiye.”

Tabii ana soru şu: Ne demek İsrail’in yeniden tanımlanması?

Vardır bunun bir cevabı mutlaka sayın Barrack’ın kafasında… Sanırım şöyle işliyor zihni süreç: -İsrail sadece İran için değil Türkiye için de sorun. Gazze’den sonra çok daha dramatik bir sorun. Öyle ki Türkiye İsrail’i kendisi için de bir tehdit olarak değerlendiriyor. İran’ı vurduğunda Bahçeli açık açık “Bu Türkiye’ye de bir mesaj” dedi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da “İsrail tehdidi”ne ilişkin benzeri sözleri var.

-Trump yönetimi ise, Gazze vahşeti dahil İsrail’in arkasında. İran’a saldırıda da ağır bombardıman uçaklarıyla İsrail’e eşlik etti.

-Dolayısıyla Türkiye’nin İsrail algılaması ile ABD arasında derin uçurumlar var.

Barrack “İsrail’in yeniden tanımlanması” sözü ile, işte bu “derin uçurum”un nasıl kapacağına dair bir al-ver sürecinin işaretini veriyor.

Acaba Türkiye’ye ne diyor, İsrail’e, daha ötede çılgınlığın dibini bulan Netanyahu’ya ne diyor? Mesela sürekli İran’ın nükleer gücü üzerinde sörf yapılırken Türkiye’nin öteden beri kaygı duyduğu “İsrail’in elindeki nükleer başlıklı füzeler” konusunda ne diyor?

Bu yazıyı şimdilik şöyle bitirelim: Barrack’ın umudu acaba bir gün Türkiye’nin de İbrahim Anlaşmalarının paydaşı haline gelmesi mi? “Gazze vahşeti” tanımlamasını bir gün duyabilecek miyiz Trump’ın - Barrack’ın açıklamaları içinde?

Karikatür provokasyonu:

Leman dergisi yönetimi eğer sonunda “Hazreti Peygambere saygıyı ve derginin Gazze duyarlılığını” vurgulayan bir açıklama yapma zorunda kalacaksa, gökte melek gibi resmedilen Muhammed ve Musa’nın Hazreti Muhammed ve Hazreti Musa gibi algılanacağını düşünebilmeliydi.

Böyle bir algının Türkiye’de duyguları patlatacağını da tahmin etmeliydi.

Daha ötede bu duygu patlamasının her tür provokasyonun fitilini ateşleyeceğini de görmeliydi.

Türkiye, Beyoğlu’ndaki Leman Bürosunun önünde Madımak faciası ürpertisini yaşadı. “Yakarız” bilmem ne gibi çığlıklar arasından sıyrıldı ülke. Allah korusun öyle bir facia, savunduğumuz bütün değerleri de ateşe atmak olurdu. Leman mizahta da bazı ahlâkî sınırlar olduğunu anlamış olmalıdır.

Bu arada şunu da hatırlatayım, 1995, 1996 ve 2023’te, Avusturya, İngiltere ve Türkiye’den açılan davalarda AİHM, bir toplumun inanç değerlerine yapılan hakaretin ifade özgürlüğü kapsamına girmediği hükmünü vermiştir.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —