Türkiye ile İsrail’in doğrudan çatışması hâlâ uzak ihtimal görünüyor. Trump’ın bölgeye ilgisi son derece azalmış olsa da, ne tarafların bölgeyi tamamen kontrol etmesine ne de doğrudan birbirleri ile çatışmaya izin vermeyeceği açık.
Ancak Türkiye’nin Suriye’deki mevcut hassas statükoya yapacağı en küçük müdahale domino etkisi yaratabilir. Konu yalnızca aktörlerin askeri kapasitesiyle ilgili değil, bölgedeki güç dengesinin izin verdiği manevra alanıyla da ilgili. ABD geri çekilirken, yeni dinamikler Ankara’nın hesaplarını alt üst etme potansiyeli taşıyor.
Bölgede azınlık politikaları konusunda iki zıt güç var: Türkiye ve İsrail. Türkiye’nin yaklaşımı 1923’ten beri değişmedi; komşularındaki Kürt hareketlerini baskılamak üzerine kurulu Arap-Fars-Türk doğal ittifakı anlayışı hâkim oldu. Araplar ve Farslar zayıflarken Türkiye bu denklemin son güçlü ayağı. İsrail ise 1948’den beri Araplarla çatışıyor, Arap olmayan toplulukları stratejik ortak görüyor.
Esad’ın düşüşünden beri Türkiye ve İsrail Suriye’de rekabet halinde. Bugün bu çekişme azınlık politikaları üzerinden hegemonya mücadelesine dönüşebilir. Fidan’ın tehdit dili Ankara’nın risk almaya hazır olduğunu gösteriyor. Peki Türkiye’yi ne bekliyor?
HTŞ üzerinden Rojava’yla savaş
Ankara için ilk ve en kolay seçenek, HTŞ’yi SDG ile savaşmaya zorlamak. Ancak HTŞ’nin mevcut güç asimetrisi nedeniyle buna soğuk yaklaştığı düşünülüyor. Fakat Ankara bir şekilde HTŞ’yi sahaya sürerse, İsrail de Arap olmayan azınlıklara yönelik politikasını öne çıkarıp durumu fırsata çevirebilir. Tel Aviv, Şam’a ve doğrudan Şara hükümetine etkili hava saldırıları düzenleyebilir. İsrail, HTŞ rejimini tamamen yıkmasa bile siyaseten çökertecek bir zemin yaratabilir. Ya da güneydeki Dürzileri, batıdaki Alevileri harekete geçirerek HTŞ’yi elindeki bölgeleri savunmaya zorlayabilir.
Bu senaryoda Türkiye’nin karşı yapıp yapmayacağını kestirmek zor. Zaten Ankara’nın seçenekleri oldukça sınırlı: HTŞ’ye hava desteği sunmak ya da Rojava’ya karadan girmek.
Tırmandırma: Karadan HTŞ, havadan Türkiye
HTŞ’nin Kürtlere saldırmasına İsrail’in vereceği karşılığı Türkiye “tolere edilebilir” ve sürdürülebilir bulursa, Ankara SDG’yle savaşan Şam güçlerine hava desteği sunabilir. Bu aynı zamanda İsrail’in azınlık politikasına dair iradesini bir kademe daha yukarıdan test etmek demek.
Türkiye’nin hava desteği olası çünkü Türk jetlerinin Rojava saldırılarında Suriye hava sahasına girmesine gerek yok. Bu coğrafi avantaj, Türkiye ile İsrail’in Suriye hava sahasında karşı karşıya gelme ihtimalini sıfırlayan, Ankara için güçlü bir koz niteliğinde.
Ankara, Rojava savaşına karadan değil havadan dahil olarak hem “ilhak” algısı yaratmayacak, hem geçici Suriye yönetiminin (HTŞ) olası zaferini gölgelemeyecek, hem de İsrail ile doğrudan karşılaşma ihtimalinden kaçınacak.
Türk jetlerinin desteğiyle HTŞ’nin SDG’ye karşı daha etkili saldırılar gerçekleştireceği kesin. Fakat bununla beraber İsrail’in yalnızca HTŞ’ye değil, Türkiye’ye de mesaj içeren hamlelerle gerilimi tırmandırması Ankara’nın asıl korkusu olarak öne çıkıyor. Nitekim medyada fazla yer bulmasa da bugüne kadar İsrail jetleri birkaç kez Türkiye sınırına yakın noktaları vurdu. Bu saldırılara Ankara’dan ciddi bir tepki hiçbir zaman gelmedi.
Türkiye’nin Rojava’ya karadan müdahalesi: İlhak kabusu
Türkiye’nin Suriye’ye asker sokması durumunda, tüm bölgesel ve küresel aktörlerin bu adımı bir “ilhak” girişimi olarak algılayacağı açık. Zaten Rojava’nın tasfiyesi ancak yerine daha güçlü bir zor aygıtının kalıcı olması ile mümkün. Türkiye içinde de bu durumu tarihi bir fırsat olarak gören Neo-Osmanlıcı veya ümmetçi sayısı az değil. Ancak Türkiye’nin karadan girme senaryosu son derece riskli bir hamle.
İsrail Ankara’dan böyle bir adımı uzun zamandır bekliyor. Tel Aviv, Türkiye’nin yeniden bozacağı güç dengesini HTŞ rejimine son vererek ve Şam rejimini kendi lehine değiştirerek dengeleyebilir. Bu İsrail için zor ve maliyetli görünmüyor. İsrail, HTŞ’yi Şam’dan çıkarmak isteyen İsrail ve ABD destekli silahlı grupları ve Dürzileri kara gücü olarak kullanabilir. HTŞ’nin IŞİD’den farksız insan hakları karnesi, sivil direniş örgütleme kapasitesini zaten sıfırlamış durumda.
İsrail için bu en avantajlı senaryo Türkiye’nin Rojava’ya, kendisinin de Şam ve güney eyaletlere hakim olduğu bölünmüş bir Suriye sayılabilir. Tel Aviv bu senaryoda, Türkiye’nin “ilhak” edeceği bölgede patlak verecek ve Türkiye anakarasını da etkileme potansiyeli yüksek “Kürt direnişinin” hamiliğini -jeopolitiğin dayatmasıyla- ele geçiriyor. Öte yandan Türkiye ile arasına kendine bağlı yeni bir Şam rejimi yerleştirerek tampon bölge yaratıyor.
Ancak uzun vadede kuzey-güney şeklinde bölünmüş bir Suriye, tıpkı 1939’da Polonya’nın bölünmesinde olduğu gibi daha büyük ölçekli savaşlar doğurabilir.
Türkiye için Suriye’de etki alanlarına göre bölünme tam bir felaket senaryosu. Suriye fiilen İsrail ile Türkiye arasında bölünürse Ankara hem Şam’ın kontrolünü tamamen kaybedebilir. Kürt sorununun (İsrail’in de aktör olduğu) yeni varyantına tedavi bulması iyice zorlaşabilir.
Peki “çözüm süreci”nde çözülmek istenen ne?
Çözüm sürecinin odağında İsrail tartışmaları olması tesadüf değil. Türkiye’deki çözüm sürecinin alelacele başlatılmasının arkasında da tam olarak bu maliyete katlanmama ve bölgede yükselen İsrail hegemonyasına mahkûm olmama çabası yatıyor. CHP dahil bu konunun partiler üstü görülmesinin nedeni İsrail’in azınlık politikasının tüm Türkiye için yüksek maliyeti.
PKK yöneticilerinin “Öcalan tercihini Türkiye’den yana yaptı” açıklaması küçümsenmemeli. Kürt hareketi, İsrail’in getirisinden çok götürüsü olabileceğinin farkında. Nitekim Suriye Kürtleri de Türkiye’den defalarca kendilerini de muhattap alan yapıcı ve kapsayıcı bir yaklaşım geliştirmesini talep etti. Basından anlaşıldığı kadarıyla SDG, Türkiye ile ittifak yapmayı bile gündemine alabilir. Türkiye’nin bu tarihi fırsatı cesurca değerlendirip değerlendiremeyeceği, yalnızca Kürt meselesinin değil, tüm Ortadoğu’nun geleceğini etkileyecek.
Hatırlanacaktır, 2014’te IŞİD Rojava’ya saldırdığında Suriye Kürtleri gözünü Türkiye’ye çevirmiş ve destek beklemişti. Türkiye’nin takındığı tutum ABD’nin bölgeye yerleşmesine sebep oldu. Bugün de tüm bu karmaşa hiç yokmuş gibi kullanılan ezber ve tehditkâr dil, bölgeye yerleşmeyi arzulayan İsrail’in iştahını kabartıyor. Türkiye’nin bu çok maliyetli hatayı ikinci kez yapma imkanı olmayabilir.
Türkiye’nin tercihi: Neo-Osmanlıcı kabuslar mı, anti-emperyalist bir inşa mı?
Mevcut şartlarda askeri tansiyonun tüm formları, Türkiye ve İsrail’i bölgedeki azınlık politikaları üzerinden –Suriye Kürtleri taraf tutsun ya da tutmasın– karşı karşıya getiriyor. Üstelik bu kez doğal müttefiği Araplar ve Farslar çok dağınık. Türkiye’nin içinde olduğu yoksulluk ve otoriterlik açmazları da Ankara’nın elini zayıflatan etmenlerden.
Türkiye, tüm bu karmaşık tabloya rağmen adım atmaya hazırlanırken kritik bir kavşakta duruyor. Ankara ya Suriye’de etno-emperyalist ezberlerle İsrail ile tırmanışın ağır ve uzun maliyetini göze alacak, ya da Suriye Kürtlerinin uzattığı barış elini tutarak bölgedeki halkları teskin eden ve yeni emperyalist müdahalelere karşı cephe ören bir aktör olarak tarihe geçecek.
Kaynak: medyascope.tv