İsmi gibi asalet ve nezaket timsali bir Mü’min: Necip Kibar

Yeni Akit Gazetesi yazarı Kenan Alpay, İslami mücadelenin emektarlarından avukat Necip Kibar'ın vefatı üzerine onu anlatan bir yazı kaleme almış.

İsmi gibi asalet ve nezaket timsali bir Mü’min: Necip Kibar

Hatır için değil Hakka şahitlik için yazıyorum. Kimsenin gönlünü almak için değil bir adalet savaşçısının hatırasına saygımı beyan etmek üzere konuşuyorum. 30 yıldır tanıdığım, her zaman ve şartta nezaketine, asaletine, merhametine ve adaletine şahitlik ettiğim sevgili abim Avukat Necip Kibar’ı dün öğle vakti Fatih camiinden Alemlerin Rabbine uğurladık. 90 günü aşkın bir zamandır yoğun bakım tedavisi gördüğü hastaneden hep bir müjde beklerken maalesef vefat haberini aldık. Yaşadığımız derin ve sarsıcı hüzne rağmen hiç tereddüt etmeden takdir-i ilahiye hep birlikte teslim olduk: “Doğrusu biz Allah’a aitiz ve muhakkak O’na döneceğiz” (Bakara, 156).

Bir abi ve aile dostu, bir yoldaş ve dava arkadaşı olarak tanıdığım Necip Kibar hayatını Allah yoluna vakfetmişti. Yanlış hatırlamıyorsam İÜ Edebiyat Fakültesi’nde öğrenciyken 1990’da tanışmıştık. O dönemde Yasin Şamlı’yla beraber Vezneciler-Laleli arasındaki Reşit Paşa Caddesinde büroları vardı. Ancak Necip abi bir taraftan avukatlık yaparken diğer taraftan da lise ve üniversite okurken geçimini temin ettiği elektrik tesisatçılığı mesleğini de yapıyordu. Yarım asır önce Giresun Görele’den gelip yerleştikleri Esenler Çinçin Deresi’nde geçti ömrü. Sınıf atlamaya, marka mekanlar ve semtler peşinde koşmaya hiç ama hiç niyetlenmedi. 

Sade Yaşadı, Onurla Direndi

Bürosunu 90’lı yılların sonunda Aksaray’a taşımıştı. Bir dönem Hüsnü Yazgan ve Yasin Şamlı ile daha sonra rahmetli Macide Göç’le çalıştılar. Bürokratik oligarşi marifetiyle Türkiye’nin alaca kuşak iklimine sokulduğu, düşünce ve inanç özgürlüğüne yönelik ağır saldırıların olduğu bir vasatta Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde savunmalar hazırlayıp ceza kanununu ve yargı süreçlerinin çarpık işleyişini eleştirdi. Resmi ideoloji ve devlet sınıflarının ülkeyi yarı açık cezaevine çevirmek üzere yargıya yüklediği kirli misyonu hazırladığı savunmalarla teşhir edip geriletmeye çalıştı. Bir taraftan polis devleti mantığıyla diğer taraftan medya terörüyle kavgaya tutuştu. Sesi ve üslubu çok yumuşaktı ama hukukun üstünlüğüne inanan mantığı ve siyasal duruşu gayet net ve sertti. İstanbul Üniversitesi’nden başlayıp Türkiye’nin dört bir tarafına yayılan başörtüsüne özgürlük mücadelesinde hep en önde oldu. İtilip kakılmalara, tehditlere pabuç bırakmadı.

Beyazıt Meydanı’nında yapılan eylem ve protestolara hem aktif olarak katılır hem de polis tarafından gözaltına alınan gençlerin tutulduğu nezarethanelere koşar adli yardımda bulunurdu. Fatih camiinden çıkıp pankart açıp sloganlar atıp Saraçhane’ye doğru yürürken de İstiklal Caddesi’nde Rusya veya Fransa konsolosluklarının önünde basın açıklaması yaparken de Necip Kibar hep oradaydı. Ya konuşmacıydı ya dinleyici ya katılımcıların önünde pankart açardı ya da grubun içinde slogan atardı ama hem zaman aktif bir eylemciydi. Amerika’nın Irak ve Afganistan’a yönelik saldırılarına karşı her zaman alanlarda yer tuttu ve “katil Amerika Orta Doğu’dan defol” diye haykırdı. Rusya’nın Çeçenistan ve Suriye’de giriştiği işgal ve katliamlara karşı yapılan eylemlerde “katil Rusya, katil Putin” diye haykıranların önündeydi her zaman. İran’ın Suriye ve Irak’ta örgütlediği tehcir ve katliam politikalarını protesto etmek üzere Cağaloğlu’ndaki Başkonsolosluk binasının önünde olduğu gibi Suudi Arabistan’ın Katar’a yönelik ambargosunu ve Yemen’deki kıyımlarını lanetlemek üzere Levent’teki Başkonsolosluk binasının da önündeydi.

 

Allah İçin Adaleti Gözetti

Necip Kibar, 28 Şubat cuntasıyla 15 Temmuz cuntası arasında ayrım yapmazdı. Cuntanın ideolojisine, sınıfına, hangi devletle iltisaklı çalıştığına bakmazdı hiç. Ona göre halkın üzerine namlu doğrultmak, halkın iradesini temsil eden meşru siyasetin üzerine tank sürmek başlı başına büyük bir cürümdü ve hiçbir meşruiyete sahip değildi. Bu sebeple Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde savunma yapan Necip Kibar, Silivri’de görülen Ergenekon ve Balyoz yargılamalarında olduğu gibi FETÖ yargılamalarında da halkın ve ülkenin hukukunu savunmak üzere görev üstlendi. Ancak hem Ergenekon ve Balyoz hem de FETÖ davalarında aşırıya giden söylem ve taleplere itiraz etti. Darbe davalarının sürek avına dönüştürülmesine, siyasi rakiplerin tasfiye süreci gibi işletilmesine karşı sesini yükseltti. Suçlu ile suçsuzu ayırmaya da suç ve ceza arasındaki orantıya da hassas bir biçimde odaklandı.

Hüsnü Tuna ve Necati Ceylan gibi abilerle beraber hem Hukukçular Derneği’nde hem de Uluslararası Hukukçular Birliği’nde çalışırken Filistin’den Mısır’a, Doğu Türkistan’dan Bosna’ya, Moro’dan Yemen’e insan hakları ihlallerini araştırmak ve raporlaştırmak için ziyaretler gerçekleştirdi. Hamza Türkmen, Hülya Şekerci ve Rıdvan Kaya ile Özgür-Der’in kuruluşunda yer aldı ve beraber çalıştığı Avukat Mehmet Alagöz’le birlikte Özgür-Der Yönetim Kurulu üyeliğini üstlendi. Suriye ve Özbekistan’dan gelenler başta olmak üzere hukuki yardım talep eden bütün muhacirlerin, mazlumların sesi soluğu olmak üzere gece gündüz seferber oldu.

İmkan buldukça Umre yaptı, Kudüs’e gidip Mescid-i Aksa’yı ziyaret etti. Hayatında hiç lüksü, özel tutkusu olmadı. Sade yaşadı, istikrarlı bir biçimde sakin ve mütevazı bir kişilik sergiledi. Polemikten hoşlanan, kavgaya yakın duran biri değildi. Yetişebildiği kadar hayra destek oldu, güç yetirebildiği kadar şerre engel oldu. Namaz ve orucunda, infak ve hakkı tavsiyede titizdi daima. Yetim ve yoksula kulak kesilir, mazlum ve muhacire kol kanat gererdi. Evinde ve bürosunda birçok şeyi vesile yaparak ne kadar çok misafir ağırlardı. Allah için cömert ve cesurdu Necip Kibar, sevgisinin de öfkesinin de kaynağı rıza-i ilahi’ydi.

İslam davasının asalet ve nezaket timsali ismi muhterem Necip Kibar abimiz için Alemlerin Rabbi’nden bol bol rahmet ve lütuflar diliyorum. Rabbim cennet nimetleriyle müjdelesin. (amin)