Tarih: 28.02.2019 09:09

İslamcılığın krizi varoluşsaldır

Facebook Twitter Linked-in

Bugün İslamcıların ciddi bir kriz yaşadıkları aşikârdır. İktidar olmalarına (her ne kadar Ak Parti İslamcı bir parti olmasa da) rağmen iktidarda ciddi bir imtihan kaybına uğradılar. Muhalefette iken dillendirilen İslamcılığın temel eleştiri ve önerileri önemli bir şekilde geri planda tutuldu. Bu ülkede daha önce ideolojik grupların başına gelen şey aynı şekilde İslamcıların da başına geldi?

İslamcılığın neşvünema bulduğu en temel zemin; Osmanlıyı eski güçlü haline dönüştürme arayışına tekabül eden siyasal ağırlıklı bir karaktere sahip olmasıyla birlikte İslam Dünyasının yaşadığı topyekun bir yenilginin oluşturduğu ağır bir travma halidir. Bu noktada İslamcılık bir tarihsel eleştiri olarak ortaya çıkmıştır. Ancak tarihteki müktesebatı eleştirirken modern yöntemi kullanarak krizin oluşumunu başlangıcında mündemiç kılmıştır.

İslamcılığın kendisini iktidar odaklı ve dolayısıyla siyasal bir karaktere büründürerek varlık sahasına çıkması zaten ontolojik zeminde ciddi bir zaafı taşıdığını açık kılmaktadır. Bu zaafa eklenen batı karşısında mağlup olma psikolojisi üzerinden batılı bilgi ve kültürüne karşı duyulan zaaf ile de epistemolojik bir zaafa duçar olmuştur.

Osmanlının son döneminde siyasal bir aktör olarak öne çıkartılan İslamcılığın sonuç itibarı ile ilk yenilgisi iktidarı ittihat ve terakkiye kaptırması ile cumhuriyet kurulduğunda da yaşadığı ağır kayıplar üzerinden iktidarın dışında kalması ve tutulmasıdır. Bu yenilgi İslamcılığı modernleşmeci, siyasal karakterini ve ideolojik boyutu üzerinden kendini kurmasını sağlamıştır. Tepkiselliği İslamcılığın krizini derinleştirmekten öte bir şeye yaramamıştır. Ve İslamcılığın en temel özelliği olan siyasal karakteri, yaşadığımız son yüz yılda nerede iktidar oldu ise kendi taşıdığı değerlerle arasını açmış ve orada bir yenilgi kaçınılmaz olmuştur. Pakistan, İran İslam Devrimi, Sudan, Cezayir, Mısır ve Türkiye´de meydana gelen siyasal başarılar süreç içinde yerini kayba bırakmıştır. Devrim olması hasebi ile İran dahi çok fazla bir süre geçmeden devrimi karşı devrime bırakmış ve bugün maalesef İranlı gençler seküler bir kültürü dini kültüre yeğ tutar hale gelmişlerdir. Afganistan cihadı ve bunun sonucunda meydana gelen hayal kırıklıkları, yaşanan ciddi ahlaki zafiyetler siyasal alanda hep bir hüsranı öne çıkarmıştır.

Bu durumun oluşmasında batılı siyasallığın baskın karakteri, kültürel hegemonyasının baskın gücü ve batı olmadan ayakta duramayacağını düşünen siyasal erklerin katkısı elbette ki vardır. Ancak yine de İslamcılığın kendi iddialarından vurulması ve bu konuda iyi bir imtihan veremediği de gün gibi aşikârdır. Bu noktada İslamcılığın İslam gibi temel ve son bir dinin çağdaş yorumu olarak yeterli bir sahihliği inşa edemediği ve temsiliyeti konusunda ciddi zaaflar taşıdığı da açığa çıkarılmış oluyor. Hâlbuki İslamcılığın antiemperyalist boyutu, muhalefet yapma gücü ve en önemlisi; iman, cihad ve içtihad gibi temel aksiyomlarını yeterli düzeyde ortaya koyamadığı ve bu konuda da ciddi bir kriz yaşadığı ortada? Hala İslamcılık, bu ilkeler üzerinden yeni bir İslamcılığın teorisini inşa edilebilir ve krizin varlığını olumlu anlamda kullanma imtiyazını kazanabilir.

İslam´ın temel olarak öne çıkardığı bütün insanların eşitliği meselesini, özgürlüğünü; yani her insanın kendi yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmesi gerektiğini, adaletin ikamesini; salt hukuksal bir zeminde değil, hayatın bütün katmanlarında adaletin ikamesinin zorunluluğu gibi temel ilkeleri savunmasına rağmen İslamcılar bu ilkelere aykırı tutumlara yöneldiler. Bu, ontolojik olarak İslamcılığın en önemli sorunu ve kriz alanını oluşturuyor. Bu krizi besleyen en önemli etken ise mağlubiyetin oluşturduğu psikoloji yüzünden batılı bilginin hegemonik yapısını ilke olarak kabul etmese de baskın karakterini gözeterek dini anlamada batılı bilgiyi ciddiye alan yaklaşımıdır. Bu sahip olacağı bilginin sıhhat şartlarını oluşturmasını engelleyen en önemli etkendir.

İslam dünyası son üç yüzyıldır bir bilgi sorunu ile karşı karşıya kalmıştır. Duraklama ve yenilgilerin peş peşe gelmesi doğal olarak bilgi süreçlerini de olumsuz etkilemiş ve eğitim konusunda modern eğitimin kabulünü kolaylaştırmıştır. İslami ilim geleneğinin takip ettiği ilimlerin metotlarına yönelik içinde bulunulan durumun sorumlusu kılınması? Eleştiri yapmayı öncelemesi ve mevcut durumun asıl sorumlusunun dini anlayış ve yorum olduğu kanaati doğal olarak bilginin sürekliliğini kesintiye uğratmıştır. Sahih bilgiye sahip olmanın değer yitimine uğraması, işsizliğin varlığı gibi ekonomik sorunlarda meseleyi iyice zorlamaya başlamıştır. Kadim medrese geleneği terk edilerek kurulan ilahiyat ve imam hatip gibi eğitim kurumları ise modern bilginin eşliğinde yürümeye başlamış ve bu yeni tip Müslüman aydın ve entelektüel ile Müslüman halk arasındaki bağı zedelemiş ve koparmıştır.

İktidar elitlerinin modern bilgiyi dikkate alan dini yorumların bugüne kadar sorunu çözme konusunda ileri bir adım atmadığı gibi Müslümanların kahır ekseriyetinin kafalarının karışmasını da beraberinde taşımıştır. Yani en önemli sorun güvenin bilgi sahibi kişiler ile o bilgiye muhatap olması beklenen ahali arasında baş göstermesidir.

Yani mağlubiyet psikolojisi ve bir an önce bir şeyler yapma ihtiyacının dayatması karşısında tepkisel ve parçacı yaklaşımlar hem sahih bilgiye ulaşmayı engellemiş hem de dinin varoluşsal zeminini zedelemiştir.

Türkiye şartlarında bugün ise İslamcılığın sahip olduğu bilgi müktesebatının iptidai seviyesini aşamadığı, derinleşmeyi sağlayan kişilerin ise bu genel yapı ile bağının kopuk olduğu gerçekliği dikkate alındığında yeterli bilginin yokluğu üzerine tevdi edilmiş yapı çökmüştür. Bu yapıda siyasal hareketler kadar sivil cemaatlerin kurumları da söz konusu edilmelidir. Sahih bilgiye sahip olacak bir yöntemin yokluğu nedeni ile bugün din adına yapılan tartışmalar sadece kafa karışıklığı üretmektedir. Çünkü her söyleyen kafasına göre söylemektedir. Ortak bir yöntem ve gerçek anlamda tarihsel bir sürekliliği sağlayacak yöntemin yokluğu meselesi dinin en önemli konularını tartışma alanına taşımakta ve bu durum krizi derinleştirmektedir. Sünnet, hadis ve Kuran´ın anlaşılması tartışmaları vahyin nüzulünün tartışılmasını bu dinin peygamberinin konumunun tartışılmasına kadar tarihsel sürekliliğe sahip olan ibadetlerin dahi ciddi anlamda sorunsallaştırıldığı da gözlemlenmektedir. Bu sorun ciddi bir yöntemsizlik meselemizin olduğunu göstermektedir.

Ve geldik temel krize; ahlaki kriz; işte hem ontolojik yapısı sorunlu, hem epistemolojik yapısı sorunlu hem de psikolojik dengesi bozulmuş bir olgudan ahlaki bir yapı kurulabilinir miydi? Kurulamadığı apaçık ortada? Sadece siyasi boyutu olan İslamcılar değil, her nerede ise orayı İslamcılığın temel ilkeleri üzerine kurması beklenenler ciddi ahlaki zafiyeti gösterdi. Bu da ahlaki yapının bir kriz yaşadığı gerçeğini bize gösteriyor. Çünkü daha önceki tarihlerde de Müslümanlar ciddi siyasi krizler yaşadılar. Ama hiçbir dönemde bu dönemdeki kadar ahlaki zafiyet göstermediler.

Yani İslamcılığın krizi derin ve bugün için sahip olduğu her şeyi yeniden değerlendirmeye almadan da bu krizin derinliğini keşfetme konusunda zaaf devam edecektir. İçinde bulunduğumuz mevcut yapının bizzat sorun oluşturduğu ve krizin hem varlığını hem derinleşmesini sağladığını fark etmeliyiz. Meseleyi sadece bir siyasal harekete yükleyerek bu sorumluluktan kurtulmak mümkün değildir.

Bugün mevcut bütün dini yorumların ciddi bir zaaf taşıdığını söylemek durumundayız. Ortaya çıkan ve müntesipleri olan bu fikirlerin, ideolojilerin dine dayalı bir yoruma sahip olmalarına rağmen aslında mevcut batılı paradigmanın ürettiği kültürel yapıyı içselleştirdiği görülmektedir. En katı selefisinden tutun da en sufi olanına kadar modern kültürün davranış kalıplarını ortaya koymaktan başka bir şey yapmamaktadırlar. En ultra radikalinden en siyasi olanına kadar en geleneksel olanından en modern olanına kadar bütün akımların Müslümanları gerçek anlamda bir kurtuluşa taşımaları mümkün olmayan bir gerçeklik iken insanlığın içinde bulunduğu bu krizin; anlam krizinin çözümüne yapacakları bir katkı da yoktur.

Çözüm radikal bir biçimde öze dönüşü savunmak ve bu öze dönüşü modern bilginin enstrümanları ile yapmamak; bilakis kendi bilgi süreçlerimizin doğal yapısı olan ilim usul geleneği ile bağ kuracak bir atılıma ihtiyaç vardır. Her yapının ciddi bir şekilde kendisini öz eleştiriye tabi kılması ve bir an önce farkına vararak mevcut durumlarını değişime zorlayacak bir iradeyi öne çıkarmaya başlamalarıdır.

İslamcılık bir kurtuluş ideolojisi olarak ortaya çıkmıştı. Yine İslamcılık bu sefer bir kurtuluş umudu olarak ortaya konulmalıdır. İdeolojik olana uzak kalarak dinin ahlaki yapısına sımsıkı sarılmalı ve ahlaki olanı diğerlerinden üstün tutmalıdır. İman, cihad (çaba ve gayret/ataletin zıttı) ve içtihad üçlü ilkesini hayata geçirme konusunda Nebevi yöntemin tarihsel sürekliliğini sağlayan yöntemini öne çıkarmalı ve yeniden bismillah diyerek bu krizi kazanca dönüştürülmelidir.

Kaynak: Şarkul Avsat




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —