ON BİRİNCİ MADDE … B: Türk kültürüne bağlı olmayanlar veya Türk kültürüne bağlı olup ta Türkçeden başka dil konuşanlar hakkında harsî, askerî, siyasî, içtimaî ve inzibatî sebeplerle, İcra Vekilleri Heyeti kararile, Dahiliye vekili lüzumlu görülen tedbirleri almağa mecburdur. Toptan olmamak şartile başka yerlere nakil ve vatandaşlıktan ıskat etmek te bu tedbirler içindedir. (İskân kanunu, Resmî Gazete ile neşir ve ilânı: 21/VI/1934 – Sayı: 2733, s. 781)
Tebliğ
Elazığ’ın (şimdi Bingöl’ün) Genç Kazasına bağlı Mızkî Köyü’nde güneş yamaçların ardına inerken beklenmedik bir hareketlilik başladı. Tozlu yoldan köye giren üç jandarma, muhtarı yanlarına katarak köy meydanına gelmiş, aile reislerinin toplanmasını istemişti. Yalnız aile reisleri değil, çoluk-çocuk bütün köy halkı hemen meydana doluştular. Köyde çok mühim bir şey olacağı belliydi.
Muhtar, jandarmaların getirdiği kâğıdı açtı. Mızkîlilerin ağır sessizliği içinde, devletin kararını Kürtçe aktarmaya başladı. Kâğıtta bazı ailelerin başka yerlerde iskân edileceği, yanlarına sadece temel ihtiyaçlarını alabilecekleri, her haneye birkaç yükten fazlasının izinli olmadığı bildiriliyordu. Yatak, biraz giysi, kışlık yorgan, bir miktar mutfak eşyası. İskân edilenlerin köyde bırakacakları taşınmazlar devlet mülkiyetine geçecek, buna karşılık gidecekleri yerlerde her aileye ev veya ev yeri, ahır ve samanlık veya yeri, tarla, çift hayvanı, alet ve edevat ve tohumluk verilecekti. İskâna tâbi tutulanlar birkaç gün sonra köy meydanında denkleriyle birlikte sevkiyat için hazır bulunacaklardı.
Sıra kimlerin iskân edileceklerine geldiğinde herkes nefesini tutmuştu. Meydanda toplaşanlar birbirlerine bakıyor ama kimse konuşmaya cesaret edemiyordu. İsmi okunanlar büyük bir kedere kapılıyor, okunmamış olanlarsa, iskâna tâbi tutulan akrabaları ve komşuları için kederlenmelerine rağmen derin bir oh çekiyordu.
Bütün ailesi listede yer alan köyün yaşlılarından Hêmin “Bizi nereye yolluyorlar?” diye sormaya cüret etti: “Emê me ku derê bên şandin?” Muhtar, gidilecek yer vakti geldiğinde söylenecekmiş cevabını verdi. Ardından, “Oğullarım da aynı yere mi gönderilecek?” diye sordu: “Ma kurên min jî dê bişînin heman cihî?” Herkes kendi ailesiyle ayrı ayrı iskân edilecekti. Evli çocuklar, evli torunlar başlı başına aile sayılıyordu. Yaşlı Hêmin içinden, hem bizi köyümüzden sürüyorlar hem de ailemizi parçalıyorlar diye düşündü, ama bunu dillendirmeye cesaret edemedi.
Kadınlar, sessizce gözyaşlarını siliyor, çocuklarını kucaklarına daha sıkı bastırıyordu. Erkeklerse yere bakıyor, dudaklarını ısırıyordu. Sorular çok, cevaplar sınırlıydı. Hiç kimse nereye, nasıl bir yolculuğa çıkacağını, bir daha köyüne dönüp dönemeyeceğini bilmiyordu. Jandarmaların bakışları sert, yüzleri ifadesizdi. Köylülerin üzerine çöken sessizliği, sadece kadınların kısık hıçkırıkları ve uzaklardan gelen havlama sesleri bozuyordu.
O akşam iskâna tâbi tutulan hanelerde hazırlıklar başladı. Bohçalarına taşıyabilecekleri değerli eşyalarını koydular, denklerini bağladılar. Çocuklar olup biteni tam anlamasa da, annelerinin yüzündeki ifadeden kötü şeyler olduğunu hissediyordu.
Köy meydanında okunan birkaç satırlık resmi karar, yalnızca bir yolculuğun değil, kuşaklar boyunca sürecek bir ayrılığın kapısını açmıştı.
Sevkiyat
ON ALTINCI MADDE — A: Karı ve koca bir aile olarak iskân edilir; B: Evlenmemiş çocuklar, çocuksuz erkek ve kadın dullar, ana ve baba ile veya bunlardan sağ olanı ile birlikte iskân görürler; … E: Evli çocuklar ve evli torunlar, başlı başına bir aile olarak iskân görürler. G: Türk muhacir ve mülteciler hısım ve akrabalarının bulundukları yerde iskân olunurlar. (İskân kanunu, Resmî Gazete ile neşir ve ilânı: 21/VI/1934 – Sayı: 2733, s. 785)
Hêmin, beyaz saçları ve sakalıyla 1935’in bir sonbahar gününde köy meydanından uzak dağlara bakarken, “Bir daha bu dağları görebilecek miyim?” diye mırıldandı. İskâna tâbi tüm aileler denkleriyle birlikte etrafında toplanmıştı. Oğulları, kızı, gelinleri, damadı ve torunları da aralarındaydı. Hêmin, iskân yerleri farklı oğullarıyla Elazığ’da vedalaşacaktı. Ona en çok dokunan da bu ayrılıktı. Ne kendilerinin ne de oğullarının nereye gönderildiğini bilmemek de ağır gelmişti ona. Az sonra jandarma nezaretinde yola çıktılar.
Hêmin’in kızı Zin, damadı Zınar, on yaşındaki kızları Sîpan sepetleri taşıyordu, sekiz yaşındaki oğulları Sidar bile göçün en küçük sepetini yüklenmişti, beş yaşındaki Serhat’ı katır sırtındaki denklerin arasına bağlamışlardı. Akşamları ateş başında hüzünlü türküler söyleniyor, yaşlılar çocukların korku ve merak dolu bakışları arasında birbirini teselli ediyordu. Dağ geçitleri, taşlı dere yatakları ve çamurlu yollar yorgunluklarını artırıyor, ama yardımlaşarak ilerliyorlardı.
Hêmin çok düşkün olduğu kızı Zin ile torunu Sîpan’dan ayrılmak istemediğinden damadı Zınar ile aynı yerde iskân edilmek istemişti. İskân Kanununun Balkanlardan gelen Türk muhacir ve mültecilerin hep birlikte iskân edilmelerine izin verdiğini, hatta onları hısım ve akrabalarının bulundukları yerde iskân ettiğini tabii ki bilemezdi. Hatta aynı kanuna göre “Türkçeden başka dil konuşanların” yerleştirildikleri bölgelerdeki nüfusun yüzde onunu geçemeyecekleri ve ayrı mahalle kuramayacaklarının yazılı olduğundan da haberi yoktu.
Elazığ tren istasyonu, 1935
İstasyon her biri başka yöne savrulacak ailelerin ağırlığını taşıyordu. Görevliler listeleri yüksek sesle okuyor, ardından bir grup insan bir vagona yöneliyordu. Mızkî’den gelenler, bohçalarıyla, sepetleriyle, yükleriyle yan yana oturmuş, kederli gözlerle birbirlerine bakıyordu.
Dede Hêmin’in yüzü sertti ama dudakları titriyordu. Yanında kızı Zin, damadı Zınar ve torunları vardı. Karısı yıllar önce ölmüştü; şimdi tek tesellisi, sevgili torunlarının saçlarını okşamak, yanaklarına dokunmaktı. İstasyonda okunan listelere göre, Hêmin’in oğulları ve aileleri, çok uzak bir yere –Manisa tarafına– gönderiliyordu. Kendisi, kızı Zin ve damadı Zınar Ankara-Haymana’ya yazılmıştı.
Oğullar gözyaşlarını saklamaya çalışarak babalarının elini öptüler. Hêmin onlara sarılırken “Köyünüzü, dilinizi unutmayın, birbirinize sarılın, hakkınızı helal edin!” dedi: Gundê xwe, zimanê xwe ji bîr nekin, li hev bigirin, heqqê xwe li min helal bikin!
Oğullar sessizce, gelinler hıçkırarak ağladılar. Trenin düdüğü çalınca herkes tekrar birbirine sarıldı. Kimse bir daha kavuşup kavuşamayacağını bilmiyordu.
Sîpan ve Sidar ilk kez gördükleri raylar ve gürültülü vagonlar karşısında ürpermiş, annelerine yapışmışlardı. Serhat ise mışıl mışıl uyuyordu. Dağların arasında uzanan bu demirden yol onları bilmedikleri bir hayata götürüyordu.
Yolculuk boyunca dağlar, vadiler ve uzak ovalar pencerelerden geçiyor, vagondakiler hem yorgun hem de meraklı gözlerle yeni dünyayı gözlemliyordu. Ankara’ya vardıklarında binaların çokluğu ve istasyondaki kalabalık onları çok şaşırttı. Buradan itibaren de yolculuğun son etabı başladı; atlı arabalar ve yürüyüşle, geniş bozkırın toprak yollarından geçtiler, gece Gölbaşı denilen yerde konaklayıp sabah erkenden yola çıktılar, akşam kavuşurken de Haymana’nın Çalış Köyü’ne ulaştılar.
Haymana bozkırının genişliği, Mızkî’nin dar vadileriyle keskin bir zıtlık oluşturuyordu. Hêmin, köyün kenarında bir taşa oturup gözlerini ufka dikti; memleketinde bıraktığı derenin sesini sanki hâlâ işitir gibiydi. Zin ve Zınar kendilerine gösterilen eve yerleşmeye çalışıyordu, ama onların da aklı eski evlerindeydi. Sürgün edilenlerden bazı aileler aynı köyde bir araya gelirken, bazıları da farklı köylere dağıtılmıştı.
Yepyeni isimler
MADDE 1 – Her Türk öz adından başka soy adını da taşımağa mecburdur.
MADDE 3 – Rütbe ve memuriyet, aşiret ve yabancı ırk ve millet isimleriyle umumi edeplere uygun olmıyan veya iğrenç ve gülünç olan soyadları kullanılamaz. (Kanun Numarası: 2525 Kabul Tarihi: 21/6/1934 Yayımlandığı Resmî Gazete: Tarih: 2/7/1934 Sayı: 2741 Yayımlandığı Düstur: Tertip: 3 Cilt: 15 Sayfa: 506)
[Uygulama yumuşatılsa da bu kanun halen yürürlüktedir.]
Hêmin ve ailesi, köye ulaştıklarında kendilerine söylendiği gibi birkaç gün içinde köy muhtarının karşısına dizildiler. Kendi muhtarlarının verdiği kâğıtlar yanlarındaydı. Zınar, aralarında Türkçe konuşabilen tek kişiydi, kâğıtları muhtara uzattı. Muhtar, kaşlarını çatarak belgeleri inceledi.
“Köyünüzün eski nüfus belgeleri artık geçerli değil,” dedi. “Tüm ailenizin resmî kayıtları nüfus müdürlüğünde yenilenecek. Bir hafta içinde Haymana Kazası Nüfus Müdürlüğüne gideceksiniz, reşit olmayan çocukların gitmesine lüzum yok.”
Zınar başıyla onayladı. Birkaç gün sonra Sidar ile Serhat’ı, artık abla sayılan Sîpan’a emanet edip sabahın beşinde yola koyuldular. Hêmin’e bir eşek bulmuşlardı, Zin ve Zınar yayaydı. Yirmi kilometrelik yolu beş saatte aldılar. Memur belgeleri inceledikten sonra “bina girişinde bir fotoğrafçı var gidin üçünüz de vesikalık fotoğraf çektirin” dedi. Hêmin, Zınar ve Zin, kafasına siyah bir yem torbası geçiren tuhaf adamın karşısına sırayla oturdular. Adam Zınar’dan altı kuruş aldıktan sonra “iki saat sonra gelin fotoğrafları alın” dedi.