Tarih: 19.05.2020 21:57

İran muhalefeti kaçınılmaz değişime mi hazırlanıyor?

Facebook Twitter Linked-in

İran üzerine çalışan gazeteci Taha Kermani “İran’da reformistlerin lideri konumundaki Hatemi bir yıl sonra sessizliğini bozdu. Ülkenin bu hale gelmesinde etkili olduğunun altını çizdiği yolsuzlukların artmasına değindi” diyor.

Dünyanın bir numaralı gündemi Koronavirüs salgını iken İran’dan gelen bambaşka bir haber yine bomba etkisi yarattı. Geçen günlerde 10 Mayıs’ta Basra Körfezinde İran’ın klasik ordusu Erteş’e ait bir fırkateynin yine İran ordusuna ait başka bir savaş gemisinin füzeyle vurduğu haberi geldi. Henüz Ukrayna yolcu uçağının güpegündüz füzeyle vurularak düşürülmesi konusunda ortaya çıkan onca soru cevapsız dururken böyle bir olay kafaları iyice karıştırmış oldu. İran’ın askeri gücü özellikle çok methedilen füze teknolojisinin bu denli açık vererek peş peşe facialara sebep olması veya silahlı güçler arasındaki olası güç kavgası üzerinde düşünülmesi gereken önemli başlıklar olarak ele alınabilir. Ancak haber ve yorum trafiğinde gerek Farsça gerekse Türkçe ve diğer dillerde unutulan önemli bir konu daha Muhammed Hatemi’nin uzun zaman sonra konuşmasıydı. Eski Cumhurbaşkanı ve İran’da reformistlerin adeta lideri konumunda olan Hatemi yaklaşık bir sene sonra sessizliğini paylaştığı bir saatlik bir konuşmayla kırdı. Hatemi’nin konuşmasında ülkenin içinde bulunduğu kriz ve yönetim zaafının yanı sıra dokunduğu başka bir önemli konu daha vardı. İran ve İslam Cumhuriyeti siyasi rejimin geleceğiyle ilgili yaptığı yorum ve öngörüsü haber ve yorum kalabalığında pek tartışılmamış olsa da ilerleyen süreci okuyup yorumlamak açısından son derece önemli ipuçları verebilir.

ŞİDDET DÖNGÜSÜ UYARISI

Muhammed Hatemi yaklaşık bir saatlik konuşmasının yarısını Ramazan ayı ve dini konulara ayırdı. Ayrıca sözlerine Şii inancının ikinci imamı olarak kabul edilen Hz.Hasan’dan hikayeler ve örnekler vererek başladı. İran siyaset geleneğinde islam tarihi ve özellikle Şii şahsiyetlerden verilen örnekler yaygın olduğu kadar anlamlıdır da. Devrim lideri Ali Hamaney nükleer anlaşmayla sonuçlanan Obama dönemindeki müzakerelere Hz. Hasan’ın Muâviye ile sulh politikasından örnek vererek izin verip, ABD ile müzakere masasına oturma iznini “kahramanca yumuşama” adıyla Ruhani hükümetine tanımıştı. Genel olarak İslam Cumhuriyeti’nde Hz.Hasan ılımlı ve barışçıl politikayı simgeler ve Hz. Hüseyin ve Kerbela hadisesi daha girişken ve hücum pozisyonunda bir politikanın kod ismi olarak kabul edilir. Ancak Hatemi’nin Hz.Hasan’dan bahsederken Emeviler zulmü ve “Dini diktatörlük” gibi konulara değinmesi muhtemelen iç politikada yönetimi seçtiği anlamına gelebilir.

1997-2005 yıllarının  cumhurbaşkanı Hatemi ülkenin ekonomik çıkmazına dikkat çekerek her zamandan daha çok göze batan memnuniyetsizlikler üstünde durdu. Yılların yanlış politikaları neticesinde orta sınıfın mahvolduğunu söyleyen Hatemi, ülkenin üretim motoru olarak adlandırdığı bu sınıfın alt gruba savrulduğunu ifade etti. Geçim sıkıntısı yaşayan kitlelerin son yıllarda fahiş bir şekilde artan tabakalaşmasına tepkisini konuşan reformcu siyasetçi çarpıcı ifadeler kullansa da beklenmedik bir durumdan söz etmediği kesin. Hatemi alt sınıfların adalet arayışında şiddete başvurmalarının yönetim tarafından da şiddetle bastırılmasını ve ondan sonra başlayan şiddet döngüsünü kaçınılmaz olarak ön gördüğünü belirtti. Daha önce de sözünü ettiği Ulusal Uzlaşma çağrısını tekrarlayan Hatemi yönetimi bir daha acilen açılıma gitmeyi ve muhalif görüşlere faaliyet alanı tanımaya davet etti.  

Hatemi ülkenin bu hale gelmesinde etkili olduğunun altını çizdiği yolsuzlukların artmasına da değindi. Ancak sözlerinin devamında reformcu siyasetçilere seslenerek onların pratikte pasif olmakla suçlayıp eleştirerek çoğu siyasi yorumcuya göre kendini reformcu cenahından uzak tutmaya çalıştı. 2009 tartışmalı seçimden sonra yönetimin gazabına maruz kalan Hatemi’nin hatta fotoğrafının bile gazetede basılması yasakken yönetimin yapılan çağrıya kulak vermesi pek olası görünmüyor. Özellikle yönetimin kesinlikle geri oturma ihtimalinin olmadığı tartışılırken bir taraftan da genel olarak İran’da reformcuların etki alanı ve siyasi muhalefetin durumu merak edilen konuların başında geliyor.

REFORMİSTLERİN SÖZÜ ALICI BULMUYOR

Muhammed Hatemi’nin 2017’de reformculara yakın Hasan Ruhani’nin ikinci dönem Cumhurbaşkanlığı seçiminde “Tekrar Yapıyoruz” mesajı Ruhaniyi muhafazakar İbrahim Reisi’ye galip gelmesinde kilit rol oynadığına inanılıyor. Ancak Ruhani’nin seçimden önceki vaatlerinin neredeyse hiçbirini tutmaması halkta büyük hayal kırıklığına yol açtı. İş o yere geldi ki Hatemi 2019’da Meclis seçimlerinden önce “Artık benim de halkı seçim sandığına çağırmamın hiçbir işe yarayacağını sanmıyorum” ifadesi aslında siyasetçiler arasında da değişimden ne denli umutsuz olduklarını göstermiş oldu. Nitekim son konuşmasında da meclis seçimlerindeki tarihi katılım düşüklüğüne kinaye yeni milletvekillerine “Katılıma bakmayarak herkesin milletvekili olun” demişti. Siyasetin ne kadar reforma kapalı olduğunun yanında birde başta Hatemi olmakla birlikte reformcuların halktan yana olmakta samimi olmaması eleştiriliyor. Son birkaç ayda İslam Cumhuriyetinin en önemli olaylarından sayılan Kasım itirazları ve Ukrayna uçağının düşürülmesinde sessiz kalan Hatemi, pasifliği yüzünden ciddi anlamda eleştirilerek ciddi manada güven kaybetmiş oldu. Ayrıca tarihi bir farkla 22 milyon oyla Cumhurbaşkanı seçildiği zaman yaranan büyük umutlara karşılık vermeyen Hatemi’nin “Ben sadece bir tedarikçiyim” cümlesi , aslında İran’da yürütmenin başında görülen Cumhurbaşkanı makamının pratikte pek bir iş başaramadığı gerçeği göz önüne serilmiştir.

Yürütmenin başında olduğu onca yılda bireysel ve siyasal özgürlüklerin ihlaline kayda değer bir itiraz bile yapmadığını sürekli belli etmediği eller tarafından engellendiği ile meşrulaştıran Hatemi’nin pratikte güçsüz bir siyasi karakter olarak akıllara kazınmasına sebep oldu. Gelinen noktada sürekli kötünün kötüsü seçimlerinden korkutulan halk, yılların sonunda geçmişi arıyor olmanın esas sorumlularından biri de sistem içi reformcuları görüyor. Yolsuzlukların ve siyasi kavgalarının Ruhani döneminde de aynı şiddetle devam ettiğini gören halk reformcu siyasetçilere patlamayı önleyen güven supabı olarak bakar oldu. İşte bu yüzden Hatemi gibi anahtar karakterlerin bile halkın nezdinde güven kaybı genel olarak İranlıların mevcut düzende ciddi değişimin hayata geçmesinden umudu kestiklerini gösteriyor.

Dış ve iç eleştirilere karşı her geçen gün ortamı daha da sıkarak çekilemez hale getiren yönetim en ufak eleştiriyi düşmanlık olarak görüp muhalif sesleri toptan bastırmaya çalışıyor. Bu durum ise giderek sistem dışı alternatifleri daha da ciddi bir şekilde görünür ve tartışıyor olmalarına sebep oluyor. Böylelikle mevcut rejim dışı güçlerin de açık ve kapalı bir şekilde tartışıyor olması giderek yaygınlaşmış gözüktü.

MUHALEFET NASIL ŞEKİLLENECEK? 

İran’ın çağdaş siyasi tarihinde meşhur bir cümle var şöyle ki “İranlılar ne istemediklerini bilirler, ama ne istediklerini bilmezler”. İran 1979’da İslam Cumhuriyetiyle monarşiden geçtiği gözükse de halen tek adam otoritesinden kurtulmuş değil. Anayasanın 110. maddesinde Velâyet-i Fakih makamına tanınan güç ve onu kontrol edip denetleyecek mekanizmaların işlevsizliği günümüz İran’ın bu hale gelmesinin şans eseri olmadığını gösteriyor ve bir değimle Kuvvetler Ayrımı, Seçim Mekanizması ve Partilerin gerçek demokrasiden ne kadar uzak olduğunun bariz göstergesidir.

Ülke içindeki muhalefete hareket alanı tanınmadıkça muhalefetin söylemi de giderek radikalleşmiştir. Son yıllarda hızlanan beyin göçüyle birlikte siyasi elitlerin de bir araya toplanarak daha nizamlı çalışmalarına zemin hazırlamıştır. Ancak özellikle yurt dışındaki muhalif grupların geliştirdiği söylemin halk içinde yeterince karşılık bulamıyor. Muhalif teşkilatların farklı etnik ve siyasi gruplari kapsayıp ikna etmediği için muhalefet bir türlü birleşmeyi başaramıyor. Son yılların en popüler siyasi akımı olan eski kralın oğlu Rıza Pehlevi’nin öncülüğünü yaptığı Fars Milliyetçileri ise bu ayrışmaların en bariz örneğidir. Özellikle Farsça medya’ya ciddi yatırım yapan bu akım, radikal milliyetçi görüşüyle muhafazakâr ve Fars olmayan etnik grupların yönetime yaklaşmasına sebep olmasa da muhalefetten uzaklaşmasına neden olmuştur. Türk ve Arap düşmanlığından beslenen Fars Milliyetçiliğinin Türkiye karşıtı söyleminin etkisini Avrupa ve Amerika’da faaliyet gösteren bu Farsça dilli TV kanallarında özellikle sınır ötesi operasyonlar sırasında da sıklıkla görmek mümkün.

Hem yönetim hem de batıcı muhalefet tarafından ötekileştirilen en kalabalık grup ise Türkiye sınırlarına yapışık Azerbaycan Türkleridirler. Yönetimin içinden ve dışından büyük bir halk isyanını öngören uzmanların en çok merak ettikleri konu başlıklarının biri de Türklerin ne yaptığıdır. Yoğun nüfusuna rağmen uzun yılların yok sayılmasının sonucu tek başına özerk hareket etme niteliğinden yoksun gözüken Türklerin kritik zamanda yaptığı, İran ve hatta bölge için belirleyici olabilir. Yurt dışı ve hatta yönetim içindeki muhalif konumlandırılabilecek aktörlerin ezici çoğunluğunun batı eğilimli olması nüfus ve coğrafi konumuyla stratejik yerde olan Türkleri özellikle uzun vadeli bölgede olmayı planlayan Rusya için son derece cazip seçenek haline getirmiştir. Duyulan tüm empatiye rağmen Türkiye’nin İran Türklerini görmezden gelme politikası ise onları daha çok bu kanala itecek gözüküyor.
 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —