İNSANIN ÇABASI, ZAMANIN RUHU

Haber Azad'dan Yılmaz Günay'ın Yazısı;

İNSANIN ÇABASI, ZAMANIN RUHU

 

İnsan çabasını, zaman ruhunu yaşarmış. İnsanın yapıp ettikleri ve gayreti onun kaderinin çizilme noktalarıymış. Diğer bir değişiyle insanın gerçekliği ve geleceği onun kendi elleriyle yapıp ettiklerinin ürünüdür. İnsan için böyle olduğu gibi zaman ve toplumlar için de aynı durum sözkonusudur. Toplum ne ise yani bir bütün olarak fikri, inancı ve ameli ne ise gerçekliği ve geleceği de odur. Zamanı oluşturan, zamanın ruhunun oluşma ve olgunlaşma evreleri de toplumun saydığımız bu fikri, inanç ve amelinin bütünlüğünde ortaya çıkan realitesidir. Bir suret ne ise aynaya yansıyan da odur. Aynanın karşısına bir taş koyduğumuzda aynada görünecek şey de taş olur. Taş aynada gül suretinde yansımadığı gibi kötü bir fiil de toplumda ve zamanda iyilik olarak yansımaz. Eğer böyle değilde yansıma da bir farklılık oluyorsa ve kötülük iyilik olarak görünüyorsa hiç şüphe yok ki burada ya ruhsal ve zihinsel bir hastalık sözkonusudur ya da o toplumu yönlendiren, onlara yalanı gerçek, gerçeği de yalan şeklinde lanse ettiren, toplumun illizyonik bir durumla karşı karşıya kalmasına sebep illizyonistler vardır. Yani ortada bir sihir durumu vardır. Şüphe yok ki bu durum da toplum için en az ruhsal ve zihinsel hastalık kadar, hatta belki daha fazla bir tehdit durumudur. Bu durumun gerçekliği bir yana toplum da zamanda kendi öz suretinde görünür. Toplum ne ise ve ne üretiyorsa zamanın ruhunda ve suretinde yansıyan ve yansıyacak olan şey de o olur.
Girizgah niyetine söylediğimiz bu sözlerden sonra zaman kavramını açıklayarak meramımızı anlatacağız. Öncelikle "zaman" kavramını kendi zihin dünyamız ve konumuzu ilgilendiren yönüyle biraz açmamız lazım gelir.
"Zaman"dan kast edilen şey tarihi süreç içindeki dilimlerden bir dilim ya da evrelerden bir evre değil; bundan daha ziyade birikimler ve fiiller sonucu ortaya çıkan sonuçtur. "Zaman" dediğimizde bu birikimlerin ve fiillerin yansıyan yüzüdür. Burada genel düşüncenin aksine "birikim" dediğimiz şey olumluluk yada olumsuzluktan azade saf haliyle bir "birikimdir". Yani bu birikim olumluluk manasında ve yönünde bir ilerlemek olacağı gibi olumsuzluk şeklinde de bir mana ve yönde de seyredebilir. Bilindiği gibi yeryüzündeki beşer tarihi yuvarlama olarak altıyüzbin yıllık bir tarihtir ve şu içinde bulunduğumuz zaman eşya ve teknik alanda olduğu gibi zihin ve fiiller babında da bu uzun tarihin birikimleri üzerinde oturmuş ve tüm bu tarihi sürecin bir sonucu ve de bu sonucun ürünüdür. Nasıl ki ortaya koyduğu teknik ürünler bu tarihin birikimi sonucuyla, ortaya koyduğu değer ifade eden fiiller de bu tarihi sürecin birikimi üzerinde yol alır.
Bugün toplumun ve toplumların fikri, inanç ve fiillerini incelediğimizde çıplak gözle dahi görülebilecek en bariz hakikatlerden biri de insan türünün bu alanlarda hiçte iyi bir ilerleme katetmediğini görebiliriz. Modern insan her ne kadar tarih kitaplarında antik öncesi dönem insanına vahşi, barbar gibi sıfatlar yüklüyor olsa da aslında fiilleriyle o dönem insanından çokta farklı olmadığını ortaya koyan bir birikim ve bunun yansıması olan bir gerçeklik üzerindedir. Bugün zaman aynasında yansıyan slüet onun kelimenin tam manasıyla barbar ve vahşi yüzünün şeklidir. Gerek ahlak, gerek inanç ve gerekse fikri alanda değer yüklü kavram ve fiilleri tamamıyla tarafgirlik ve çıkar zindanlarının prangalarıyla tutsaktır. Modern insan, özellikle ve modern felsefîk vê inanç çevreleri tam bir tarafgirlik ortaya koyuyorlar. Bugünün dünyasında hukuk literatürünün bütün kavramları ve ahlak felsefesinin değer ifadesi tüm kavramları bu tarafgirlik prangalarıyla mahkum edilmiş, bu prangaların süzgecinden geçerek insanoğlunun fiillerine yansıyor.
Belirttiğimiz bu durum bizce modern insanın ve zamanın en büyük çıkmazıdır. Öyle görülüyor ki bu durum modern dünyanın da felaketine sebep olacaktır.
İnsanlık tarihine baktığımızda büyük tarihi dönüşüm ve değişimler ya büyük sosyal olaylardan ya da büyük felaketlerden sonra olduğunu görebiliyoruz. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Mesela örnek verecek olursak haçlı savaşları ya da dünya savaşları toplumlarda böylesi büyük dönüşümlere sebep bir iki örnektir. Aynı şekilde 1350-51 yıllarında güneybatı Asya ve Avrupa'yı saran "Kara Ölüm" veba salgını (ki bu salgında 200 milyon insanın öldüğü sanılmaktadır) ve Afrika Ekvatorunda yaşanan büyük kuraklık gibi bazen de doğal afetler insanın hem değerler manzumasinde ve hem de sosyal yaşamında ve örgütlenme tarzında büyük değişim ve dönüşümlere sebep olmuştur. Biz nasıl ki savaş, göç ve icatların insan ürünü olaylar olduğuna inanıyorsak bu doğal afetlerde de insan fiil ve davranışlarının etkili olduğuna inanıyoruz. Bu hem normal sebep-sonuç ilişkisi bakımından böyledir ve hem de dünyayı, içindekileri, zamanı ve insanı yaratan Allah'ın gidişata müdahalesi çerçevesinde böyle olduğuna inanıyoruz. Allah gidişata müdahale ettiğini gerçekliği bilimsel verilerle de kanıtlanmış Nuh tufanıyla da bizzat söylemektedir. Hatta yaratıcının bir çok defa gidişata müdahale ettiğini antik hint ve Çin kutsal metinlerinde de yazılmaktadır. Her şeyi yaratan bir yaratıcının bu yarattıklarını kendi haline bırakacağını düşünmek en hafif tabiriyle saflıktır. Yaratıcı Allah gidişatı çogu kez kendi muradı yönünde bir seyir izlesin diye gidişata midahale etmiştir. Bunu bazen insanın bizzat kendi eliyle gerçekleştirmiştir, bazen de bu insanın yapıp ettiklerinin sonucu olarak ortaya bir hastalık ya da değişik durumlar koyarak bu müdahaleyi gerçekleştirmiştir.
Bazen de gururu kibri ve tuğyanı neredeyse evrenin sınırlarını zorlayan insanı gözle görünmez bir mikropla öylesine alçaltır ve öylesine korkutur ki onu evlerin kuytu köşelerinde sinmiş bir aciz yapar. Ve bu acziyetini her saniye ona hissettirir. Unutmayalım ki insanın (toplumun) başına gelenler kendi elleriyle yapıp ettiklerinin ürünüdür. Ve unutmayalım ki insan çabasının, zaman da ruhunun ürünüdür.
Rabbim çabamızı adalet, hak ve hakkaniyet üzere eylesin.

Haber Azad Sitesi