İnsan: Şahsiyettir…

Abdülaziz Tantik yazdı;

İnsan: Şahsiyettir…

İnsan bir Şahsiyet olarak anlam kazanır…

Her varlığın biricikliği kendine mahsus bir güzelliği içinde taşır. İnsan ise bu biricikliğini irade ve şuur üzerinden kendi özgünlüğünü ve hürlüğünü oluşturarak kendi olma imtiyazı kazanan yegâne yaratılmış varlık türüdür. Bu özelliği sayesinde insan, kendisi olma, kendi sorumluluğunu üstlenme ve kendine hedefler koyarak o hedefe doğru emin adımlarla yürüme imkânını kullanarak var olma özelliği kazanır.

İnsanı, diğer insandan ayırtan ve kendine özgülük üzerine kendini inşa ettiren şey şahsiyet sahibi oluşudur. Şahsiyet, kişinin kendi sınırlarını belirleyerek bu sınırlara önce kendisinin, sonra da diğerlerinin de bu sınırlara hürmet etmesini sağlayacak olan temel bakışı, tutumu, duruşu ve ilişkiler ağının anlamını içerir. Şahsiyet, insanın kendisini bir bütün olarak varlık skalasına yönelik etkileşimini içinde taşıyan bir özelliği olarak öne çıkar. Şahsiyet, bir bütünlük hissiyatı oluşturur. Bu bütünlük aynı zamanda insana karakter kazandıran ve kendisini diğerlerinden ayrı kılan ama aynı zamanda o bütünlük hissi içinde kendi dışına doğru da bir bütünlüğü oluşturma iradesi ve şuurunu da taşıyan bir konumu ihtiva eder.

Şahsiyetin üzerine bina edildiği temel zemin ise; hürriyettir

Hürriyet ise kişinin kendisi olma halinin var olma halini derinleştirerek kendisi olma zemini sunar. Bu, insanın irade beyanında kendi hürriyeti içinde kendisi olma halinin de açığa çıkarılması sayesinde kendi sorumluluğunu üstlenmesini sağlar. Çünkü hürriyet, ancak sorumluluk ile taçlandığı zaman kişinin kendi şahsiyetinin kurucu özü olacaktır. Hürriyet, herhangi bir etkileşim sürecinde hakikatin/doğrunun/iyinin/adaletin ve erdemin varlığını gözeten bir duruşu içselleştirmiş olmayı garanti eder. Etkileşim içinde kendi varlığının şahsiyetini gözeten ve bu her iki tutumu iç içe disiplinler olarak kabullenerek birbirine kurban etmeden birlikte var olmalarını sağlama almayı hürriyet sağlar.

Hürriyet, iç içe daireler haleleri gibi yaşamın bütününü kuşatan ve her parçanın kendisi olma halini varlık sahasında makbul kıldığı gibi aynı zamanda kendi bütünlüğünü de oluşturan ve bu ikili yapıyı birbirine kırdırmadan birlikte var olma hallerini oluşturan bir ilahi meşiettir. Hürriyet ancak ilahi emre mebni ve ilahi rızaya matuf olarak varlık sahasına çıkacağını basiret üzere bilmek insanın şahsiyet sahibi olma yolculuğunda gerekli bir bakışı içerir. Oluş ve bozuluş üzere kurulu yaşamın kendi gerçekliğini varlığa çıkarırken, insan ve varlık kendi hürriyeti çerçevesinde birlikte var olma hülyasını gerçekleştirirken sahip olması gereken şey; irade sahibi bir varlığın/insanın hürriyetin varlığını garanti etmesi gerekir. İşte insanın hürriyeti ile varlığın hürriyeti arasındaki derin ayrım bu noktada tezahür eder. İnsan, hem kendi varlığının hürriyetini, hem de varlığın hürriyetini sağlama alma konusunda kendi iradesinin ilahi irade ile bütünleşmesini sağlayarak gerçekleştirme imtiyazı elde eder.

Hürriyetin sağlam bir karakter taşıması bağlamında ise sorumluluk, hürriyetin varlığının teminatı olur. Sorumluluk ise insanın kendi şahsiyetinin kurucu unsuru olarak kendi şahsiyetinin dışa dönük görünüşünü de teminat altına alır. Sorumluluk, insana kendisi olma hakkı sağladığı gibi şahsiyetin hürriyet üzerinden varlık kazanmasına da imkân tanır. Bu, sorumluluğun birkaç boyutu dile getirilebilir. En büyük sorumluluk; ulûhiyete dair duyulması gereken sorumluluktur. Yaratılmış bir varlık olarak varlığın ilk sorumluluk duygusu, kendisini yaratan ve varlığını idame edecek bütün şartları oluşturan Yaratıcıya yönelik olması temel ve bütün sorumluluk alanlarını kuşatan bir sorumluluk alanıdır.

İkinci sorumluluk alanı ise kişinin kendisine karşı duyması gereken sorumluluk alanıdır. Kişi, kendi varlığını gerçekleştirirken, kendi hedefine doğru yürürken ve kendisine yönelik yüklenilen ilahi amacı gerçekleştirmeye çalışırken duyması gereken kendi sorumluluğudur. Bu sorumluluğu üstlenen kişi kendi şahsiyetini sağlam bir zemine kurar ve bir başka sebep ile yokluğa tevdi edilmesine engel olunmuş olur.

Şahsiyetin kendinden dışa doğru bir seyrüsefere yönelmesi ise irade sayesinde gerçekleşecektir. Her şahsiyetin bir özü vardır. Bu öz ile kendi varlığını kurar. İrade bu varlığın kurulmasında temel bir aksiyomdur. İrade, hürriyet üzerinden kendisi olma hakkı kazanır ve sorumluluk üzerinden ise kendini güçlendirir. İrade kendi özü üzere varlık kazandığı zaman hem sorumluluğunu üstlenir ve hem de hürriyetini kuşanarak kendi karakteristik yapısını etkileşimde kendisi olma zeminine kavuşturur. Böylece hem kendi biricikliğini ve hem de kendi dışında kalan bütünselliği içselleştirerek kendi varlığının baskın karakterini inşa etmiş olur. Böylece insan, şahsiyet sahibi bir varlık olarak öne çıkar.

Şahsiyetin özü ile buluşmasını sağlayan şey ise erdem/iyilik üzere oluşudur. Erdem ise bir arayışı, anlam arayışını zorunlu kılar. Şahsiyet,  Erdem ve anlam arayışı çerçevesinde kendini geliştirme ve kemale doğru yürüyüşünü sürdürmekte zorlanmaz. Bu noktada ise insan, kendi şahsiyetini sağlama alırken, kendi içine doğru bir eleştirel bakış/sürekli bir tövbe halini içselleştirme ve dışa dönük ise kötülüğü engelleme ve iyiliği yayma çabalarına aralıksız devam etmesidir.

Arayış, hem anlam arayışının ve hem de doğru bir zeminde ve doğru bir zamanda en iyisini yapabilmenin istidadını kazanma arayışını da içermektedir. Bir anlam arayışı ise neyin iyi ve neyin kötü oluşuna dair sürekli bir uyanıklık hali üzere bulunmayı sağlar. Uyanıklık hali, arayışın sağlıklı bir zeminde yürütülmesine imkân tanır. Böylece hem uyanıklık hali ve arayışın kendi doğal hali üzere varlığını idameye insan katkı sağlayarak kendi şahsiyetinin tamlığını aramaya devam eder. Bu da insanın tam bir şahsiyet sahibi oluşunun teminatıdır.

Şahsiyeti yapı bozumuna uğratan temel nokta ise; tepkisel davranışlardır. Bu tepkisel davranışlar, kişinin yanlışa ve uca doğru savrulmasına zemin oluştur. Denge bu savrulmanın önüne geçilmesine set olmaktadır. Denge, varlığın kendi zemininde varlık kazanmasına ve kendi zemininde ilişkiler ağını sürdürmesine mekân olur. İnsan bu denge sayesinde kendi şahsiyetini koruma altın alır ve ilişkilerde kendisi olarak varlık kazanarak kendi ilişkilerinin niteliğini artırır.

Bütün bu süreçler, şahsiyetin üzerine bina edileceği öz ve bu özü taşıyan ruhu gündeme taşır. İnsan, ruh, öz ve beden gibi karmaşık bir yapıya sahiptir. Ruh, özü ve bedeni belirleyerek kendi şahsiyetini somutlaştırır. Ruhu olmayan bir şahsiyetin varlığı tartışılmaya açık hale gelir. Meselenin özü ruhu olan insanın kendi özü üzerine doğrularak kendi şahsiyetini oluştururken ruhunun emrinde iradesini hayata geçirmesi ve bu irade ile sorumluluğunu şuur üzerinden damıtarak varlığına anlam yüklemesidir.

Şahsiyetin üzerine temellendirileceği zemin ruh ve şuur olma halidir. İrade bu şuur üzerinden hürriyeti sağlar ve hürriyet kişiye sorumluluk yükler. Bu temel bakışı gözden kaçırdığımızda insanın sürekli yaralanmasının nedenini de izahtan yoksun hale gelir. Şuur, ruhun soyut alandan somut alana yönelik bir seyrüseferidir. Bu yolculuk şahsiyetin adım adım işlenerek varlık kazandığı bir olguyu işaret eder.

 

Devamı >>>