Tarih: 06.11.2021 17:09

“İlk Bahar”

Facebook Twitter Linked-in

Wadah Khanfar “İlk Bahar” ismini verdiği siyer kitabını “Hz. Peygamber’in Hayatına Dair Stratejik ve Siyasi Bir Okuma”ya bir davet olarak yazmış. Kuşkusuz bu konuda her ne yazılırsa yazılsın, bu Hz. Peygamberin hayatının her yanını ortaya koyamaz. Zaten kitap kendini “strateji” kavramı ve bunun Hz. Peygamberin hayatındaki tezahürünü anlamaya çalışmakla sınırlamış durumda.

Bu uyarıyı özellikle bu kitapta da Hz. Peygamber’in nübüvvet, risalet ve klasik siyer kitaplarında görmeye aşına olduğumuz şeyleri de görmeyi bekleyenler için yapmayı nedense gerekli görüyorum. O boyutları ortaya koyan yeterince kitap var ve bu kitap onların bir tekrarı değil, onlara belki ilave olarak okunmalıdır.

ARAP BAHARININ ESİN KAYNAĞI “İLK BAHAR”

Khanfar, “İlk Bahar” ismini aslında Arap Baharı denilen sürecin karşı-devrimlerle, yani darbelerle kışa çevrilmeye başlandığı bir ortamın atmosferinde düşünüp yazmaya karar vermiş. Belki bu süreçte gerek ülke içi güç dengeleri gerekse de uluslararası dengeler karşısında hızla ulaştıkları bir devrimi sürdürmekte maruz kaldıkları sıkıntıların en fazla hatırlattığı kavramlardan biri oldu strateji.

Bütün insanlığa başka türlü onurlu, insanca bir varoluş imkân ve ihtimalini bilfiil bir “ilk bahar” olarak yaşatan, tarihte müstesna bir siyaset, toplum ve medeniyet modeli ortaya koyan ilk Müslümanların hayatı ve mücadeleleri hiç kuşkusuz stratejik bir model de barındırmaktadır. On yıl önce esmeye başlayan yeni Bahar’ın çağımızda insanlığın şiddetle ihtiyaç duyduğu adil, onurlu, insan haklarına saygılı bir iklimi oluşturabilmesi için nasıl bir stratejiye ihtiyaç duyulmaktadır? Mevcut dünya güç dengelerini tamamen değiştirmeyi gerektireceği aşikâr olan bu yolun stratejik müttefikleri kimler olacak, hangi şekilde bu yola katılacaklar?

Tarih genellikle bugünün ışığında ve her dem yeniden yazılır. Bundan Hz. Peygamberin sireti de muaf değildir. O sirette “ilk bahar” izlerini aramaya sevk eden günümüzde tamamına ermeyen bahar olmakta, o sirette stratejinin ipuçlarını bulmaya sevk eden şey de günümüzün İslami hareketlerinde eksikliği hissedilen stratejik akıl ve davranıştır.

Hz. Peygamber’in Mekke döneminden itibaren Kureyşlilere İslam’ı tebliğ ederken, daha ilk adımdan itibaren adeta son adımın hesaplanmış olduğu, hedefi belli, o hedefe doğru istikameti belli bir yol izlendiği ilk bakışta görünüyor. Kuşkusuz bu istikameti tespit edebilmek için yolun başına ulaşılan hedeften yola çıkarak bakmak gerekiyor. Böyle bakıldığında Hz. Peygamber’in Kureyş aileleri arasında dayandığı soy bağları, gelenekler ve güç dengelerini çok iyi hesap ederek adımlarını attığı anlaşılıyor. Ancak bütün bu dengelere rağmen mesajından, tevhid iddia ve davasından en ufak bir tavize yanaşmıyor.

İSLAMİ STRATEJİ AMACA GİDEN HER YOLU CAİZ GÖRMEZ

Burada Seyyid Kutub’un “amaca giderken, her yol caiz değildir. İslami strateji amaca gitmek için her yolu caiz gören bir anlayışa dayanmaz. Bilakis araçlar menzilin parçasıdır ve akideden ayrılması mümkün değildir. Hedefle çelişen araçlar hedefe ulaştırmak bir yana bizatihi davayı çürütür ve hedefin kendisini anlamsız kılar” şeklindeki tespitlerini de hatırlamak gerekiyor. Doğrusu Peygamber’in stratejisi ile ilgili bütün tartışma ve araştırmalarda ilk akla gelmesi gereken ilkelerden biri budur.

Amaç elbette sadece belli bir kadronun ne olursa olsun iktidara ulaşması değildir. Bu çerçeveden bakıldığında, Hz. Peygamberin, zamanının bütün güç dengelerini değiştirecek şekilde dünya güç dengelerinin önemli bir unsuru haline geldiğinde yola çıktığı amaçlarından zerre miktar sapmamış olması, yine kendisini dünya siyaset tarihinde müstesna kılan bir özellik.

İkinci bir husus, elbette Hz. Peygamberin davasını tebliğ ederken ortaya koyduğu mücadelenin sonuna kadar siyasi bir mücadele olduğudur. Bugün Peygamberin misyonu ile siyaset arasında bir mesafe koymaya çalışanlar, onun mücadelesini neredeyse salt ahlaka ve iyi davranışa indirgeyenlerin bir de bu açıdan siyere bakmalarında büyük fayda var. İslam’ın iddiaları ve mücadelesi salt kişisel arınma düzeyinde kalan konularla ilgili değil ve bu iddialar her zaman dünyadaki bölüşümle, idare biçimleriyle, insanlara davranış şekliyle, üretilen iktidar ve egemenlik ilişkileriyle yakından ilgilidir.

Hz. Peygamber’in Mekke’den Medine’ye Hicret’i, burada Mekke’nin en önemli ekonomik geçim kaynağı olan iki büyük kervan yolu-anlaşmasına (itilaf) alternatif yeni bir itilaf kurmaya çalışması, bunun güvenlik yolunu sistematik seriyyelerle ve devriyelerle desteklemesi ve sair adımlarının hepsi ileriye doğru büyük sonuçları hedefleyen eylemler.

İSLAM TARİHSEL VE GELENEKSEL BİR BOŞLUKTA ŞEKİLLENMEMİŞTİR

Medine Sözleşmesini imzaladığı Evs, Hazreç ve Yahudi kabileleriyle bir “ümmet” olarak kurulan kapsam bir anayasal vatandaşlığın temellerini atıyor. Bu kapsamda Muhacirlerin özellikle “Kureyş”li kimlikleri vurgulanarak bunun bütün Arap kabileleri arasında geçerli olan saygınlığı ve karizması sahipleniliyor. Böylece Mekke’de kalmış olan Müşriklerin Kureyşi temsil etmedikleri, Kureyş ismini Medineli Müslüman muhacirlerin temsil ettiği iddia edilmiş oluyor. Burada İslami hareketin havada teşekkül etmediğini, bir muhalif olarak içinden çıktığı toplumun gelenekleriyle nereye kadar yürüyebileceğinin de ince sınırları görülüyor.

Üçüncü bir husus. elbette Hz. Peygamber’in stratejik aklı tamamen kendinden değil. Onun ortaya koyduğu siyerin tamamı ilahi vahyin denetimi, kontrolü ve yönlendirmesi altındadır. Elbette her yaptığı vahiyden olmamış, bazen kendi içtihatlarını yapmış, bazen istişarede bulunmuş ve kendi görüşüne karşılık ashabının görüşleri istikametinde hareket etmiştir. Yaptığı her hareket vahiyden olmasa da vahye dayanmayan hareketlerinin dahi tabi olduğu bir akıl ve bunda yine Müslümana bir örneklik vardır.

Kendisine her durumda gaybın bildirilme garantisi verilmediği için düşmanlarına karşı istihbarat toplamakta, karşı istihbarat yapmakta ve bütün bunları beşerî bilgi ve eylem sınırlarında yapmaktaydı. Onun bu durumu tam da Müslümanlar tarafından bilimsel olarak incelenip, stratejik davranışa dair bir model çıkarmaya ne kadar da uygun.

Yani tam da Allah-u Teala’nın bize göndermekle lütfettiğini buyurduğu, “bizim içimizden biri” tarifini somutlaştıran bir model.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —