Tarih: 27.06.2021 17:29

İlerleme neresi, biz nereye “düştük”?

Facebook Twitter Linked-in

Yusuf Kaplan yazdı;

MTO’da (Medeniyet Tasavvuru Okulu’nda) gençler zehir gibi yetişiyor çok şükür. Ülkemizin önünü açacak parlak bir öncü kuşak.

Bugün sütunumu MTO’nun en genç ve parlak talebelerinden Hadımköy Örfi Çetinkaya Anadolu Lisesi, 10. Sınıf öğrencisi 16. yaşındaki Emirhan Karakabak kardeşimizin bir yazısına ayırıyorum.

Zihin açıcı okumalar…

***

Varmak için çıktığı yolda, yanlış vasıtaya binen yolcunun farkındasızlığına sahibiz, kabaca yüz elli yıldır. Ulaşmak istediği konuma gidecek, istediği bu, fakat rotayı belirlemeden varmak mümkün mü, yahut, yanlış rota, varmak istediği yere ulaştırabilir mi yolcuyu?

Şüphesiz bir yörünge gerekli. Adres sorduğu insanlar tarafından, kasten yanlış yere yönlendirilirse hedefe ulaşması mümkün olmayacağı gibi, yanlış adres sorup doğru varış noktasına ulaşacağını sanması, su içmek için bardağı ters çeviren kişinin hali gibi, abes olacaktı.

Batılılaşmak için devlet eliyle attığımız ilk adım, Tanzimat’la birlikte, bin yıl dünya tarihini şekillendirmiş, en nezih, en nefis, en evrensel bakış açısına sahip bizler, yaşadığımız bir bocalama evresiyle, avantajımızı elimizin tersiyle itip kendimizi inkâr sürecine girdik, yönümüzü yitirdik.

Bir bocalama evresine girdik, evet, ama kendi kültürel kodlarımızla taban tabana zıt olan modernleşme hevesimiz, bize hem yanlış soruyu sordurdu, hem de, soruyu yanlış sorduğumuzun farkına vardırmadan, doğru cevap bulduğumuz yanılgısına sürükledi. Oysa yapmamız gereken içimize dönmekti. Bağrında çağrısı çağları aşacak, o çağrıya kök olacak tohumu taşıyan inancımızın farkına varabilmekti, bize lazım olan. Kadim ideallerimizi bize terk ettiren modernleşme çabası, beraberinde zehrini de taşıdı, topraklarımıza; ve iğneyi vurdu, zihinlerimize. Bir “savunma psikolojisine” girdi aydınımız. Elinde kırmızı tülü tutan matador etrafında, bir boğa gibi dönmeye başladı; merkezdeki tahtı, kendi eliyle bıraktı.

Zihinlerimize yerleştirilen cevap üretme kaygısının taşıdığı sloganlardan en kalıcısı ve en etkilisi şu oldu: “ Batı ilerledi, Müslümanlar geri kaldı.”

Profesörü, akademisyeni, siyasisi, hukukçusundan, hacı-hocasına; fabrika işçisinden, okuldaki talebeye; sağcısından solcusuna kadar, tüm halkın kandı/rıldı/ğı bu slogan, hepimizin ağzında çürük diş gibi yer tuttu. Ortada bir sorun vardı, çözüm yanlış yerde arandı, dolayısıyla yanlış teşhisler dillerde ve zihinlerde amentü oldu. Zemin, ruhunu kaybedince zihin yerini kaybetti.

Sorumuz şu: “Sen” ileride misin, “Ben” geride miyim, yoksa yerimiz mi yok?/ “Batı” ileride mi, “Müslümanlar” geride mi, yoksa zemini, zihni mi kaybettik?

Sorumuz ilk bakışta çekici gibi göründüyse dönüp yazıyı baştan okumanızı rica edeceğim. Düşünmek doğru soru sormak için ilk adımdır.

Sorumuzun ilk kısmını, yazımızın bazı ezberleri yıkıp yıkmadığını fark etmeniz/fark ettirmek için sorduk. “Batı ileride mi”, “Müslümanlar geride mi” diye sormanın, zihnimize vurulan darbenin verdiği mahsul olduğunu fark etmek, bize çok şey kazandıracaktır.

Zemininiz, zihninizi şekillendirir; zihniniz, zemininizi belirtir. Yanlış sorunun doğru cevabı olmaz. “Konuşlandığınız yer, konuşmanızın içeriğini belirler.”

İslâm, tezdir; hiçbir zaman antitez olmaz, olamaz. İslâm, her zaman kendi içerisinden bakıldığında anlaşılabilecek bir sistemdir. Birilerine “göre”, yahut, birilerine “karşı” değerlendirmektir, sorun, sorumuzu yanlış yapan. “İslâm terakkiye manidir” diyenlere karşı, “Hayır. İslâm, terakkiye mani değildir” demek aynı mevzide olduğumuzu, dolayısıyla aynı şeyi söylediğimizi gösterir. Demek istediğimiz, iki tarafında aynı şeyi söylediğidir. Söylediklerimiz ilk bakışta paradoks gibi gözükebilir, derinine indiğimizde, üstünde düşündüğümüzde, kaynağın aynı olduğu, gün gibi karşımıza çıkacaktır.

Batı ilerlediği için mi biz geri kaldık, biz geri kaldığımız için mi Batı ilerledi gibi sorular, sorunumuza deva olmayacak, cefa katacaktır. Şu soruyu sormanın sorunun teşhisi için faydalı olabileceğini söylüyoruz: Biz nerede hata yaptık? Bu soruyu sorduğumuzda ne Batı endeksli bir soru sormuş oluruz, ne de sorumuz bizi sorunumuzdan biraz daha uzaklaştırır. Yazımızın başında belirttiğimiz “yol” metaforunda olduğu gibi, ne yanlış vasıtaya bindik, ne de yanlış adres sorduk. Sorumuzun cevabı içimizde, batınımıza yapacağımız yolculukta gizlidir. Enfüs’e yönelmek, âfâkı düzeltmek için şarttır. “Dışımızda” yaşadığımız bu sorunlar, “içimizde” yaşamayı bırakmamızdan kaynaklanıyor.

Soru şu aslında: Batı, gerçekten ilerledi mi?

“İlerleme” yüz yıldır karşı karşıya kaldığımız en büyük put, eğer kastımız “teknik” yahut “modern bilim” ise, ki çoğu zaman kastımız budur. İlerlemek aşkına, yüzyıllardır kan gövdeyi götürüyor desek, şahidimiz tarih olacaktır. Asırlardır insanlar şahsi çıkarları ve hevesleri uğruna, bir başkasının canına kıymaktan imtina etmediler. Beyazların, Kızılderilileri katli; Afrika’dan az ücretle çalıştırılmak için Avrupa’ya gönderilen işçiler; yapılan iki dünya savaşında öldürülen milyonlarca insan (Yalnız 2. Dünya Savaşı’nda öldürülen insan sayısı 70 milyon)… Hep bu uğurda feda edilmedi mi? Sonuç buyken, Batının ilerlediğinden bahsetmek yalan olmayacaktır, evet, Batı ilerledi: zulümde, vahşilikte, sınır tanımazlıkta, ahlâksızlıkta çok büyük “ilerlemeler” kaydetti.

Büyük filozof, Nietzche, “Tanrı öldü” derken, tam da. Tanrı’yı “öldüren” ilerlemenin, en büyük cinayet olduğunu söylemişti. Alman filozof, Heideger, “Teknoloji, vahşi canavardır” demişti. Modern insan, sabitelerle değişkenlerin yerini değiştirdi, araçların kölesine dönüştü.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —