İdlib’de işler daha bir çetrefilli hale geldi

Mehmet Acet; “Önce kendi hisselerini şöyle bir ayırırlar. Oraya dokundurtmazlar. Müzakereyi kalan kısım üzerinde yürüterek alabileceklerini alırlar.”

 

Yıllar önce deneyimli bir Türk diplomatla ‘Rus tarzı diplomasi’ üzerinde ayaküstü laflarken, kendisi Moskova’nın ‘müzakere’ biçiminin zorluğuna değinerek şöyle bir tarif yapmıştı:

“Önce kendi hisselerini şöyle bir ayırırlar. Oraya dokundurtmazlar. Müzakereyi kalan kısım üzerinde yürüterek alabileceklerini alırlar.”

Son gelişmeler de gösterdi ki Ruslar, İdlib’i kendi hisseleri olarak görüyorlar.

Orada kendi ajandalarına uygun düşmeyecek bir inisiyatifin kullanılmasını istemiyorlar.

Önceki gece İdlib’in güneydoğusundaki Saraqip ilçesi yakınlarında, M4 ve M5 karayolunun kesişme noktasının bulunduğu yerde, Şam rejimi tarafından TSK unsurlarına yapılan saldırıyı, böyle bir bakış açısından bağımsız şekilde yorumlamak kolay değil.

Geçen hafta içerisinde Ankara’da, MGK bildirisine de yansıyacak şekilde, Türkiye’ye dönük tehdit kapasitesi iyice artan İdlib için harekete geçme iradesi kendisini iyiden iyiye belli etmişti.

Ayrıca, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın birkaç demecine, Astana süreçlerine dönük eleştiriler içeren, müdahale iradesini ortaya koyan ifadeler yansımıştı.

Şu ikisini hatırlayalım:

“Rusya ile bir mutabakat imzalamıştık. Bu mutabakat Esed rejimi ve Rusya ile adım adım delinmekte, bozulmakta ve ihlal edilmektedir. Halen 3,6 milyon Suriyeliyi barındıran ülkemizin yeni bir göç dalgasına tahammülü yoktur.”

“Türkiye olarak, Suriye’nin tüm halkıyla istikrar ve güvenliğini istiyoruz. Bunun için askeri güç kullanmaktan da çekinmeyeceğiz.”

Bu duruşun ortaya konmasının ardından Cuma ve Cumartesi günü Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, Hatay üzerinden Suriye’deki varlığını güçlendirmeye dönük adımlar attığı yönünde haberler gelmeye başladı.

Önceki gece Seraqip civarında yaşanan saldırının arka planında, Ankara’nın bu yeni hamlesini durdurmaya dönük bir niyet olduğu anlaşılıyor.

İdlib bölgesinde giderek derinleşen krizin Ankara için önemli bir güvenlik sorunu oluşturduğu ortada.

Kasım ayından itibaren, Rusya destekli rejim birliklerinin 4 milyon sivili ‘suç ortağı’ olarak gören gaddarca tutumunun da bir sonucu olarak, 700 bin kişinin Türkiye sınırına doğru, göçe zorlandığı biliniyor.

Bu insanlar, tutunacak tek dal olarak Türkiye’yi, ya da Türkiye’nin yaptığı operasyonlarla kontrol altına aldığı bölgeleri görüyorlar.

Ancak bu kadar ağır bir yükü kaldırmak kolay iş değil.

Krizi yerinde karşılayıp, kaosun daha da büyümesini engelleme amacı taşıyan arayışlar ise, son birkaç gündür yaşamakta olduğumuz başka komplikasyonlar üretiyor.

Ankara/Moskova hattında artan gerilimin Suriye özelinde başka gerekçeleri de var.

Ekim ayında yapılan Barış Pınarı harekatının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin’le Soçi’de bir araya gelmiş ve o görüşmeden Fırat’ın Doğusu için bir mutabakat çıkmıştı.

Mutabakata göre, PKK/YPG unsurlarına Türkiye sınırından 30 kilometre uzağa gitmeleri için 150 saatlik bir süre verilmişti.

Ancak, Ruslar, masada verdikleri sözlerin çok azını tuttular.

Sınıra yakın bölgelerde ortak devriyeler atılmasına rağmen, YPG, Türkiye’nin hassasiyet gösterdiği Kobani, (Ayn El Arap) Menbiç gibi yerlerden çekilmedi.

Haliyle daha önce bu alanlarla ilgili ABD tarafına yöneltilen eleştirilerin yeni adresi de Rusya olmaya başladı.

Bir süre önce bu işler için mesai harcayan bir kaynakla yaptığımız sohbette, şöyle şeyler işitmiştik:

“ABD, bu defa verdiği sözleri yerine getirdi. Ancak aynı şey Rusya için söz konusu değil. Suriye dosyasında Moskova ile bir ‘nihai anlayış birliğimiz’ yok. Temel sorun da bu. Şu anda yapmakta olduğumuz ‘süreç yönetiminden’ ibaret.”

‘Nihai anlayış birliğimiz yok’ ifadesinin ne anlama geldiği açık.

Ama biraz daha detaylandırabiliriz.

Türkiye ve Rusya arasında “Suriye’de finale nasıl ulaşılmalı” sorusu üzerinden sağlanan bir mutabakat bulunmuyor.

Bu olmadığı gibi, nihai hedefler konusunda taban tabana zıt görüş ve tutumlar mevcut.

Ankara’da değişik kaynaklardan edindiğimiz şöyle bir izlenim de var:

Eğer İdlib, bütünüyle rejimin eline geçerse, mesele sadece büyük bir yeni göçe muhatap olmak meselesinden ibaret kalmıyor.

Rejim tıpkı Halep’i ele geçirdikten sonra gözünü nasıl İdlib’e dikmişse, İdlib’in ele geçirilmesi halinde, sıranın Türkiye’nin operasyonlar yaparak kontrol altına aldığı Afrin ve Fırat Kalkanı bölgelerine geleceği düşünülüyor.

Aralık 2016’da Halep’teki son muhalifler İdlib bölgesine tahliye edilirken, zımni bir mutabakat olduğu düşünülmüştü.

Halep’e karşılık İdlib anlamında.

Ancak gelinen nokta, işlerin böyle ilerlemediğini gösteriyor.

O nedenle Moskova’yı arkasına alan rejimin İdlib’den sonra Afrin ve Fırat Kalkanı bölgesi için harekete geçmekten geri durmayacağı fikri üzerinde ciddi şekilde durmak gerekiyor.