Alman-İngiliz sosyolog Karl Mannheim “İdeoloji ve Ütopya” adlı bir eser yazmıştır. Bu kitap bilindik anlamda ne ideolojiden ne de ütopyadan bahseder. Konusu, bilgi ve toplum ilişkisini inceleyen bir sosyoloji dalı olarak bilgi sosyolojisidir. Mannheim bilgi sosyolojisini “bilgilerin varoluşa bağlılığı” (Seinsverbundenheit des Wissens) temelinde kurgulamıştır. Yazar, varoluş kavramıyla felsefi bir problemi değil, tarihsel ve toplumsal olarak insan bilincini çevreleyen ve etkileyen koşulları anlatmaktadır. Bilgi, işte bu koşullarla sıkı sıkıya ilişkilidir ve bu koşullar tarafından belirlenmektedir. Bu belirlenme hem içeriksel hem de biçimsel bir karakter arz etmektedir.
Bu konudaki görüşlerini ilgili kitabında yazar şöyle ifade etmektedir: “İnsanoğlunun, öncelikli olarak tarih ve toplum içinde yaşayan bir varlık olması nedeniyle, çevrelendiği “varoluş” asla “varoluşun tâ kendisi” değildir, toplumsal varoluşun daima somut tarihsel bir şeklidir. “Varoluş”, sosyologların bakış açısından hareketle, “somut olarak varolan, yani: Etki gösteren ve bu anlamda gerçekte belirlenebilir yaşamsal bir düzendir.” (Sh. 219).
Bu temelden hareketle Mannheim, bilginin her zaman perspektifsel bir bilgi niteliği taşıdığı sonucuna ulaşmıştır. Üstelik, Durkheim’den farklı olarak o, sadece bilimsel bilginin değil tüm bilgi çeşitlerinin perspektifsel olduğunu iddia etmektedir. Bu yaklaşımın sonuçları konusunda Mannheim oldukça ihtiyatlıdır. Ona göre bu yaklaşım bizi, bilginin değerini küçümseyen bir rölativizme götürmemelidir. O, bilginin göreceliliği yerine bilginin ilişkiselliğinden (relationisme) bahsetmektedir. Bunun anlamı şudur: Bilgi, sürekli olarak belirli bir kültür tarihi bağlamında toplumsal koşullarla ilişkili görülmelidir. Bilgi, belirli bir toplumsal durumda ve belirli bir tarih için geçerlidir. Her zaman geçerli olan bir bilgi ve hakikat anlayışı kabul edilemez. İlişkisellikten kaynaklanan hakikat anlayışı dinamik olmak zorundadır.
Varoluşa bağlı bilgi kuramının gereği olarak Mannheim iki tür düşünme ve bilme biçimi ayırt etmektedir: İdeoloji ve ütopya. Bu iki bilgi ve düşünce kategorisi varoluş açısından aşkın iki büyük tasarımdır. “Gerçekte bünyelerinde tasavvur edilen içeriksel değerleri asla gerçekleştiremeyen, varoluş açısından aşkın tasarımları ideoloji olarak adlandırıyoruz. Her ne kadar bu tasarımlar bireylerin iyi niyetleri bağlamında öznel faaliyetlerinin motiflerine dönüşseler de, somut pratik söz konusu olduğunda içeriksel değerleri doğrultusunda değişime uğramaktadırlar. Örneğin, serfliği esas alan bir toplumda, Hıristiyanlığın insanlık sevgisi tasarımı, gayet iyi niyetli olarak bireysel eylemselliğin motifine dönüşse bile, varoluş açısından daima aşkın, gerçekleşmesi imkânsız ve bu anlamda “ideolojik” bir tasarım olacak kalacaktır.” (Sh. 220). Tıpkı ideolojiler gibi “Ütopyalar da varoluş açısından aşkındırlar; zira onlar da eylemlerini eşzamanlı olarak gerçekleşmiş varoluşun içermediği unsurlar yönünde gerçekleştirmektedirler. Ancak onlar ideolojiler değildir; daha doğrusu, mevcut tarihle ilgili varoluşsal gerçekliği, kendi tasarımları yönündeki karşı etkileşimle değiştiremedikleri ölçüde ideolojiler değildirler…. Neyin ütopya neyin ideoloji olduğu büyük ölçüde, kıstasın varoluşsal gerçekliğinin hangi düzeyine uyarlandığına da bağlıdır.” (Sh. 221).
Evet, neyin ideoloji neyin ütopya olduğuna karar vermenin zorluklarına değinen Mannheim, en azından geriye doğru baktığımızda fikirlerin hayata geçirilmesi açısından neyin ideoloji neyin ütopya olduğunu belirlemenin mümkün olduğunu söylemektedir. “Geçmişe baktığımızda, neyin ideoloji neyin ütopya olduğuna ilişkin gayet güvenilir bir kıstas olduğunu görebiliyoruz. Hem ideolojinin hem de ütopyanın kıstası hayata geçirmedir. Olmuş ya da yükselmekte olan bir yaşamsal düzenin üstünde maskeleyici tasarımlar olarak süzüldüklerinin daha sonradan ortaya çıktığı fikirler, ideolojilerdir; bu tasarımların, daha sonra oluşmuş yaşamsal düzene uygun olarak gerçekleşebilir durumdaki unsurları ise, göreli ütopyalardır.” (Sh. 228).
Özetlersek, hem ideoloji hem de ütopya gerçekliğe aşkın fikirler demetidir, ancak gerçekleşebilirlikleri açısından birbirlerinden farklı fikir yapılarıdırlar. Ortaçağın sınıflı toplumunda Hıristiyanlığın insan sevgisi, aşkın bir fikir olmakla birlikte varolanı değiştirme imkanı açısından çaresiz kaldığı için sadece eşitsiz ilişkilerin hakim olduğu ortamı meşrulaştırmak ve örtmekten başka bir işlev görmez. Ama Ortaçağın sonundan itibaren yükselen burjuvazinin eşitlik fikri, mevcut olanı değiştirip yeni toplumsal durumun bir parçası haline gelmesi itibariyle ütopya olarak nitelenmeye hak kazanır. Mannheim’ın jargonunda ütopya, güncel yaşamda kullandığımızdan farklı olarak gerçekleşmesi hiçbir zaman mümkün olmayan bir hayal değildir. Tam tersine, gerçekleşmesi, daha sonra bakıldığında mümkün olduğu gözlemlenen bir fikir yapısıdır. Başka bir şekilde söylersek, hem ideoloji hem de ütopya devrimcidir; ancak ilki verili koşullar içinde kendini gerçekleştirme imkanına sahip olmadığı gibi mevcut ilişki biçimlerini meşrulaştırma ve örtme gibi işlevler de kazanır. İkinci ise, sadece aşkın olmakla kalmayıp kendini gerçekleştirme imkânı yüksek olan bir düşünsel yapıdır. Bu bakımdan Mannheim ideolojiden ziyade ütopyadan yana açık bir tercih içindedir ve bilgi sosyolojisinin görevini bu düşünme biçimlerini deşifre etmek olarak belirler. Bilgi sosyologu, neyin ideoloji neyin ütopya olduğu ayırt etmeli ve yükselen sınıflara öncülük etmelidir.
Şimdi, bu kadar bilgiyi vermemin temel sebebine gelelim ve esas sorumuzu soralım: Bir din olarak İslam bir ideoloji midir, yoksa bir ütopya mıdır?
Eğer bu soruya bir cevap bulabilirsek, günümüzde özellikle gençlerin ve İslam hakkında eleştirel bir söylem geliştiren kişilerin sorularına cevaplar verebiliriz. Bu sorulardan ve önermelerden bir kaçını verelim: İslam köleliği yasaklamıyor! Mirasta adaletsizliği emrediyor! Şahitlikte kadın ve erkeği eşit tutmuyor! Kadını dövmeyi emrediyor! Savaşı teşvik eden ayetler var! Bedensel cezalar öneriyor! Eşcinselleri lanetliyor! Sınırsız bir biçimde cariye alınmasına onay veriyor vs.
Tüm bu sorulara cevap vermek, İslam’ın ne olduğuna karar vermekle alakalıdır. İslam bir ideoloji midir, yoksa bir ütopya mıdır?
Gelecek hafta bu konuya devam edeceğiz inşallah.
Kaynak:: farklı bakış