Tarih: 28.08.2020 17:13

Hindistan'ın utanç günü

Facebook Twitter Linked-in

Bundan bir yıl önce, 5 Ağustos 2019'da, Keşmir vadisindeki 7 milyon insan katı bir askeri sokağa çıkma yasağı altında evlerine kapatıldı. Küçük çocuklardan ve polise taş atan gençlerden eski başbakanlara ve Hindistan yanlısı önemli siyasetçilere kadar 13 bin kişi tutuklandı ve önleyici tutuklama kapsamında gözetim altına alındı ki birçoğu hâlâ gözetim altında. 4 Ağustos'ta gece yarısı telefon ve internet bağlantıları kesildi. 6 Ağustos'ta Cammu Keşmir Eyaleti'nin Hindistan Anayasası'nda belirtilen özerkliğini ve özel statüsünü ortadan kaldıran bir yasa tasarısı parlamentodan geçti. Eyalet statüsü elinden alındı ve Ladakh ve Cammu Keşmir olmak üzere iki Birlik Bölgesi'ne dönüştürüldü. Ladakh'ın yasama organı olmayacak ve doğrudan Yeni Delhi tarafından yönetilecekti.

Bize söylenen şey Keşmir sorununun nihayet kesin olarak çözüldüğü. Başka bir deyişle, Keşmir'in on yıllardır devam eden ve on binlerce askerin, militanın ve sivilin hayatına, binlerce kişinin zorla "kaybına" ve gaddarca işkence edilen bedenlere mal olan kendi kaderini tayin mücadelesi sona ermişti. İçişleri Bakanı Amit Şah, meclis kürsüsünde daha da ileri giderek Gilgit-Baltistan sınır bölgelerinin yanı sıra Hindistan'ın Pakistan İşgali Altındaki Keşmir (POK) diye adlandırdığı, Keşmirlilerinse Azad Keşmir dediği toprakları ele geçirmek için canını vermeye hazır olduğunu söyledi. Dahası, bahsettiği bölgelere bir zamanlar Cammu Keşmir Krallığı'nın, şimdi de Çin'in parçası olan Aksai Chin'i de ekledi. Şah, hem kelimenin tam anlamıyla hem de mecazen tehlikeli bölgeye doğru ilerliyordu. Bahsettiği sınırlar üç nükleer güç arasında yer alıyor. Hindistan sokaklarındaki yakışıksız kutlamalar arasında, Keşmir'in aşağılanmasının yarattığı ekstra enerji Başbakan Narendra Modi'nin üzerindeki tanrısal halenin parıltısını daha da yoğunlaştırdı. Hindistan Meteoroloji Dairesi de kışkırtıcı biçimde Gilgit-Baltistan'ı hava raporlarına dahil etmeye başladı. Hindistan'da çok azımız, Hindistan'ı "sınır meselesiyle ilgili sözlerine ve davranışlarına dikkat etmeye çağırdığında" Çin hükümetine kulak vermiştik. 

Aradan geçen bir yılda Keşmir'deki mücadele bir nebze dahi azalmadı. Basında çıkan haberlere göre sadece son birkaç ayda 34 asker, 154 militan ve 17 sivil öldürüldü. Koronavirüsün travma yarattığı dünya, anlaşılır bir şekilde Hindistan hükümetinin Keşmir halkına yaptıklarına hiç aldırış etmedi. Sokağa çıkma yasağı, iletişim kuşatması ve böyle bir kuşatmanın beraberinde getirdiği diğer her şey (doktor, hastane ve çalışma imkanına erişim olmaması, işletme ve okulların kapanması, sevdiklerinize ulaşamamak) aylarca devam etti. ABD bile Irak savaşında bu raddeye varmamıştı.

Askeri sokağa çıkma yasağı veya iletişim kuşatması olmaksızın sadece birkaç ay süren koronavirüs tecriti bile dünyaya diz çöktürdü ve yüz milyonlarca insanın dayanıklılık ve akıl sağlığının sınırına gelmesine yol açtı. Bir de dünyadaki en yoğun askeri yığınağın bulunduğu Keşmir'i düşünün. Koronavirüsün yol açtığı bütün sıkıntıların üzerine bir de sokaklarınızdaki dikenli tel labirentlerini; evlerinizi basan, erkekleri döven, kadınları taciz eden, yiyecek stoklarınızı yok eden, işkence gören insanların çığlıklarını hoparlörlerle yükselten askerleri ekleyin.

Buna internet kuşatmasının bir yıl boyunca sürmesine göz yuman ve aile üyelerini bulmaya çalışan perişan insanların verdiği 600 dilekçeyi görmezden gelen bir hukuk sistemini ekleyin ki Hindistan Anayasa Mahkemesi de buna dahil. Bütün bunlara bir de Hindistanlılara Keşmir'de ikamet hakkı tanıyarak baraj kapaklarını açan yeni İkamet Yasası'nı ekleyin. Keşmirlilerin kıymetli Eyalet Sakini Sertifikaları'nın, kendi anavatanlarında ikâmetgah almak için Hindistan hükümetine başvurularını destekleyen kanıtlar olmak dışında artık yasal bir hükmü kalmadı. Başvurusu reddedilenlere ikamet verilmiyor ve eyaletten sınır dışı ediliyorlar. Keşmir'in karşı karşıya olduğu şeyin kültürel temizlikten aşağı kalır yanı yok.

Keşmir'in yeni İkamet Yasası, Hindistan'ın Aralık 2019'da kabul edilen açıkça Müslüman karşıtı yeni Yurttaşlık Yasası Değişikliği'nin (CAA) ve İçişleri Bakanı'nın "karınca sürüsü" dediği "Bangladeşli casusları" (elbette Müslümanlar) tespit etmesi beklenen Ulusal Vatandaş Sicili'nin (NRC) bir benzeri. NRC Assam Eyaleti'nde ortalığı çoktan kasıp kavurdu. Milyonlarca kişi yurttaşlık sicilini kaybetti. Pek çok ülke mülteci krizleriyle baş etmeye çalışırken, Hindistan hükümeti kendi vatandaşlarını mülteciye dönüştürerek devletsizlik krizini inanılmaz şekilde körüklüyor.

CAA, NRC ve Keşmir'in yeni İkamet Yasası, gerçek vatandaşların bile vatandaşlık alabilmek için devlet tarafından onaylanmış bir dizi belge sunmasını gerektiriyor. (Nazi Partisi'nin 1935'de kabul ettiği Nürnberg Yasaları da sadece Üçüncü Reich tarafından onaylanmış soy kağıtlarına sahip vatandaşların Alman vatandaşlığına hak kazanabileceğine hükmetmişti.)

Bütün bunlara ne demeli? Savaş suçu mu? Veya insanlığa karşı işlenmiş suçlar mı?

Peki ya kurumların gizli anlaşmasına ve Hindistan sokaklarındaki kutlamalara ne demeli? Demokrasi mi?

Bir yılın ardından Keşmir için düzenlenen kutlamaların sesi belirgin şekilde kesildi. Bunun iyi bir nedeni var. Kapımızın önüne tünemiş bir ejderha var ve hiç de mutlu görünmüyor. 17 Haziran 2020'de Ladakh sınırındaki ücra Galwan Vadisi'nin buzlu bölümlerinde, aralarında bir albayın da bulunduğu 20 Hindistan askerinin Çin Halk Kurtuluş Ordusu (ÇHKO) tarafından acımasızca katledildiği haberine uyandık. Sonraki günlerde Hint basınının bazı mecralarında yer alan haberler birkaç sınır ihlali yaşandığını öne sürdü. Kıdemli askerler ve saygın savunma muhabirleri Hindistan'ın kendi toprakları olarak gördüğü yüzlerce kilometrelik alanın ÇHKO tarafından işgal edildiğini söylüyordu. Bu Hint basının tasvir ettiği gibi sadece saldırganlıktan mı ibaretti? Yoksa Çinliler hayati çıkarları olarak kabul ettikleri bir şeyi, mesela Aksai Chin'in yüksek dağlarından geçen bir yolu veya Pakistan İşgali altındaki Azad Keşmir'den geçen bir ticaret yolunu korumak için mi harekete geçmişti? Eğer Hindistan İçişleri Bakanı'nın saldırgan açıklamaları ciddiye alınırsa ikisi de tehdit altında, nasıl olmasınlar ki?

Bizimki gibi gaddarca milliyetçi bir hükümet için kendi egemenliği altında gördüğü toprakları teslim etmek en kötü kabus olmalı. Buna göz yumulamaz. Ama ne yapılabilir? Bu soruya basit bir çözüm bulundu. Galwan Vadisi trajedisinden sadece birkaç gün sonra Başbakan Modi ulusa seslendi. "Topraklarımızın bir santimetrekaresi bile işgal edilmedi, kimse sınırlarımızdan içeri girmedi ve hiçbir mevzimiz kimse tarafından işgal edilmedi" dedi. Modi'nin muhalifleri gülmekten yerlere yattı. Çin hükümeti Modi'nin bu açıklamasını memnuniyetle karşıladı, ne de olsa onlar da farklı bir şey demiyordu. Fakat Modi'nin açıklaması kulağa geldiği kadar aptalca değil. İki ülkenin ordu komutanları birliklerin geri çekilmesini ve "muharebenin sonlandırılmasını" tartışırken, sosyal medya hâlâ girmeden çıkma sanatına dair şakalarla dolup taşarken ve Çinliler kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri toprakları ellerinde tutmaya devam ederken Hindistan halkının büyük ve bilgisiz çoğunluğunun gözünde Modi kazanmıştı. Televizyondaydı. Hangisinin daha önemli olduğunu kim söyleyebilirdi? Televizyon mu, topraklar mı?

Neresinden tutarsanız tutun, uzun vadede Hindistan'ın artık iki cephede muharebeye hazır bir orduya ihtiyacı var: Pakistan'la batı sınırında, Çin'le de doğu sınırında. İlaveten hükümetin kibri, komşuları Nepal ve Bangladeş'i de kendisine yabancılaştırdı. Savaş çıkması durumunda kendi krizlerinden ötürü serseme dönmüş durumdaki Amerika Birleşik Devletleri'nin Hindistan'ı kurtarmaya gelecek olmasıyla övünecek hale düştük. ABD mi? Gerçekten mi? Suriye ve Irak'taki Kürtleri kurtardığı gibi mi? Afganları Sovyetlerden kurtardığı gibi mi? Veya Güney Vietnamlıları Kuzey Vietnamlılardan kurtardığı gibi mi?

Geçen akşam Keşmirli bir arkadaşım bana mesaj attı: "Sence Hindistan, Pakistan ve Çin bizi görmeden semalarımızda savaşır mı?" Beklenmedik bir senaryo değil bu. Bu ülkelerin hiçbiri diğerinden ahlaki olarak daha üstün veya daha insancıl değil. Hiçbiri bu işe insanlığın iyiliği uğruna girişmedi.

Fakat resmi bir savaş olmasa bile Ladakh sınırında Çin'in askeri gücüyle az da olsa aşık atabilecek, yüksek irtifalarda savaşacak teçhizat ve tedariğe sahip daimi bir ordu bulundurmak için Hindistan'ın savunma bütçesini muhtemelen iki ya da üç katına çıkarması gerekecektir. Ki bu bile yeterli olmayacaktır. Bu, Kovid-19 tecritinden önce bile ciddi düşüşte olan (işsizliğin son 45 yılın en yüksek seviyesine ulaştığı) ve şimdi de yüzde 3,2 ila 9,5 arasında küçüleceği tahmin edilen bir ekonomiye büyük bir darbe olacak. Bu Çin Daması oyununun ilk ellerinde Modi pek de iyi iş çıkarmadı.

Ağustos ayının ilk haftası da beraberinde başka dönüm noktaları getiriyor. Kötü planlanmış, baskıcı ve yıpratıcı tecrite rağmen, diğer ülkelerle kıyaslandığında acınacak derecede az teste rağmen, Hindistan'da doğrulanmış koronavirüs vakalarında şu an belki de dünyadaki en hızlı artış yaşanıyor. Hastalığın kurbanları arasında 5 Ağustos tarihini hastane yatağında geçiren, savaş tehditleri savuran içişleri bakanımız da var. Partisindeki şarlatanların, guruların ve parlamento üyelerinin sattığı tedaviler ona göre değil: İnek idrarı içmek, Coronil adında sihirli bir iksir, deniz kabuğu üflemek ve tencere tava çalmak, ezberden Hanuman Chalisa'yı okumak, Sanskritçe bir şiir tonlamasıyla "Korona defol!" diye şarkı söylemek. Yoo, hayır. Onun için en pahalı özel hastaneler ve en iyi (Allopatik) hükümet doktorları göreve hazır ve nazır.

Peki Hindistan'ın Başbakanı 5 Ağustos günü nerede olacak?

Eğer Keşmir sorunu gerçekten kesin olarak "çözülmüş" olsaydı, başbakan sosyal mesafeli kalabalıkların hayranlık dolu bakışları altında Keşmir'de ağırlanıyor olurdu. Ama Keşmir sorunu çözülmedi. Tekrar kapatıldı. Ve Ladakh neredeyse bir cepheye dönüştü. Bu yüzden Modi akıllılık edip uzun süredir yerine getirmediği başka bir seçim vaadini gerçekleştirmek için bu sorunlu sınırlardan ayrılıp çok güvenli bir yere çekilmeye karar verdi. Siz bu satırları okurken, Modi ülke genelindeki insanların ve rahiplerin dualarının yanı sıra Hindistan Anayasa Mahkemesi'nin de hayır duaları eşliğinde, kendi Hindistan Halk Partisi (HHP) üyeleri önderliğinde yasaları zorla uygulamaya çalışan Hindular tarafından 1992'de yerle bir edilen Babri Mescidi camisinin yıkıntılarından yükselen Ram Mandir Tapınağı'nın temeline 40 kg ağırlığında gümüş bir levha yerleştirmiş olacak. O zamandan bu yana uzun bir yol katedildi. Buna İradenin Zaferi (Triumph of the Will, 1935 yapımı Nazi propaganda filmi, ç.n.) diyebiliriz.

Bu satırları kaleme alırken, tecrit olsun ya da olmasın, tarihi bir anın beklentisiyle titreyen havayı hissedebiliyorum. Sadece saf veya ideolojilere umutsuzca bağlı olanlar açlığın ve işsizliğin devrimi getireceğine inanabilir, tapınak ve anıtların karın doyurmadığını düşünebilir. Gayet de doyururlar. Ram Mandir açlık çeken milyonlarca Hindunun ruhunu besler. Zaten aşağılanmış Müslümanların ve diğer azınlıkların daha da aşağılanması zaferin ağızdaki tadını sadece daha da keskinleştirir. Ekmek bununla nasıl boy ölçüşebilir?

5 Ağustos 2019 ile 5 Ağustos 2020 arasındaki 365 günü, yani Keşmir'in Hindistan'a nihai "entegrasyonunu", CAA ve NRC'nin meclisten geçmesini, Ram Mandir'in açılışını, Modi yönetimindeki Hindistan'ın kendini resmen Hindu Devleti ilan ettiği belirleyici dönemin ve yeni bir çağın başlangıcı olarak görmek zor olmayacaktır. Fakat ilanlar kabul edilmemiş yenilgiler içerebilir. Ve gösterişli başlangıçlar öngörülemeyen sonlara gebe olabilir. Bu noktada Modi'nin destansı varlığına ve HHP'nin parlamentodaki devasa çoğunluğuna rağmen Hindistan nüfusunun sadece yüzde 17,2'sinin onlara oy verdiğini hatırlamakta fayda var. Belki de Çinlilerin önerdiği gibi bu meselede temkinli davranmalıyız. Biraz düşünün. Modi Ram Mandir'i neden şimdi açmaya karar verdi? Ne de olsa Dussehra veya Diwali zamanında değiliz, tarihin Ramayana veya Hindu takvimiyle de özel bir ilgisi yok. Ve Hindistan'ın çoğu yerinde kısmi tecrit devam ediyor, rahiplerin ve alanın hazırlığı ve güvenliğinden sorumlu polislerin çoğunun da Kovid testi pozitif çıktı. Daha ileri bir tarihte tapınağı ziyaret edebilecek devasa kalabalıklar da olmayacak. O halde neden 5 Ağustos? Amaç Keşmir'in yarasına tuz basmak mı? Veya Hindistan'ın yaralarına merhem olmak mı? Çünkü bize televizyonda ne söylerlerse söylesinler, sınırlarda tektonik bir değişim yaşanıyor. Büyük tabakalar hareket ediyor. Dünya düzeni değişiyor. Mahalledeki kabadayıların patronu siz değilseniz mahallenin sahibi gibi davranıp insanlara zorbalık edemezsiniz. Bu Çin atasözü falan da değil, sadece aklıselim.

5 Ağustos 2020 gerçekte söylendiği gibi bir tarih olmayabilir mi? Bunun yerine yükselen şöhret uçurumuna kenetlenmiş küçük bir utanç salyangozu olabilir mi?

Hindistan, Çin ve Pakistan Keşmir semaları için savaşacak olursa, geri kalanımız da en azından Keşmir halkına göz kulak olabilir.

Yazar ve aktivist Arundhati Roy, Mutlak Mutluluk Bakanlığı ve Booker Ödüllü Küçük Şeylerin Tanrısı kitaplarının yazarıdır. Roy ayrıca Hayal Gücünün Sonu, Kapitalizm-Bir Hayalet Hikayesi ve Doktor ve Aziz adlı kurgu dışı kitaplar da yayımlamıştır.

 

*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.

progressive.international/wire

Independent Türkçe için çeviren: İrem Oral

Kaynak: indyturk.com




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —