Hidayet Şefkatli Tuksal ile Dünden Bugüne

Ümit Aktaş, Hidayet Şefkatli Tuksal ile ibir söyleşi gerçekleştirdi.

Hidayet Şefkatli Tuksal ile Dünden Bugüne

ÜMİT AKTAŞ: 1990’larda, İslami ideallerle yola koyulan gençliğin mücadelesinin günümüzdeki geldiği yere bakarken, profesyonel siyasetçilerin yolundan kaydırdığı bir manzaradan mı, yoksa toplumsal hareketlerin olağan yazgısından mı söz edilebilir? Ya da başka etkenler midir günümüzün resmini bulandıran?

HİDAYET ŞEFKATLİ TUKSAL: 28 Şubat sürecine kadar Milli Görüş ekibi tarafından yürütülen mücadele, demokrasi trenine binerek mevcut siyasi sistem içinde mevzi kazanma stratejisi olarak tanımlanabilir. Bu ekip, her ne kadar kendi esas programlarının İslami bir düzen arayışına dayandığını çeşitli şekillerde ima etse de, oyunu olabildiğince kurallarına göre oynamaya, gerektiğinde tavizler vererek uzlaşmaya ama her ne olursa olsun sahada bir aktör olarak var kalmaya endeksli bir mücadele yürütmüşlerdi. Ancak 28 Şubat darbesiyle bu stratejinin yürümeyeceği anlaşıldı ve grubun 2. jenerasyonundan bir ekip, üzerlerindeki Milli Görüş gömleğini çıkartarak Ak Partiyi kurdular. Ak Parti kurulurken, içinde dindarların da özgürleşeceği laik, demokratik ve çoğulcu, herkes için adaleti ve eşitliği gözeten bir sistem vaad ettiler ama dayandıkları geleneksel İslami kodlarla bunu nasıl uyuşturacakları pek belli değildi. Demokratik, laik çoğulculuk vaatleri için AB üyeliği idealini, dindar kimliklerinin meşruiyetini sağlamak için de ‘muhafazakar demokrasi’ söylemini ileri sürdüler. Bu söylemler üzerinden geniş bir kitlenin oyunu alarak iktidara da geldiler ve henüz yeterince muktedir olamadıkları dönemlerde, bence samimi olarak bu iki ideali de gerçekleştirmeye çalıştılar. Ancak böyle bir sistemin dindarlara pek de müslümanca göründüğünü söyleyemeyiz. Özellikle geleneksel İslamı savunduğunu iddia eden kesimler ile milliyetçi çevreler, AB üyeliği ihtimalinden de bu yolda ‘verilen tavizlerden’ de rahatsız olmaya devam ettiler. Ancak Ak Parti iktidarını kendi alanlarını genişletmek için bir fırsat olarak gören dini grup ve cemaatler açıktan muhalefet yapmadılar, bunun karşılığında iktidarın sağladığı lütuflara eriştiler.

Gezi olayları sürecine kadar bu şekilde iki tarafı da idare eden Ak Parti yönetimi, bu sırada ortaya çıkan etkili sokak muhalefetinin iktidarları için büyük bir potansiyel tehlike içerdiğini fark ettiğinde; AB’nin istemezükçülüğünü, Kürt şahinlerinin açılım karşıtı tavırlarını ileri sürerek çark etti ve artık yeterince güçlenmiş, cesaretlenmiş kendi doğal tabanına dayalı kutuplaşma siyasetini devreye soktu. Böylece bir devir kapandı ve başka bir devir başladı. Geldiğimiz aşamaya baktığımızda, demokratik çoğulcu sistem idealinin çanına ot tıkayan her kesimin ve kişinin bu sonuçlarda pay sahibi olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla burada tek bir suçlu yok, herkes kendi ameli ölçüsünde suçlu bence.

ÜMİT AKTAŞ: Başlangıçtaki kadınlığa dair, şimdilerde belki feminizmle ifade edilebilecek duyarlılık 90’lı yıllarda şimdiki kadar yüksek miydi yoksa süreç içerisinde beliren etkenler, söz gelimi erkek-egemen tavırlar, feministlerle ilişkiler ya da okumalar mı yolları farklı patikalara doğru büktü?

HİDAYET ŞEFKATLİ TUKSAL: Dindar ailelerde ve çevrelerde büyüyen kadınlar, hem geleneksel dini söylemlerin çizdiği kadın profilinin etkisi hem de Türkiye’deki seküler/modern kadın kimliğine karşı oluşan büyük hoşnutsuzluk sebebiyle, otomatikman ‘modern kadının ötekisi’ olma görevine atandılar. Modern kadın mahremiyeti ve dini değerleri unutmuştu, dindar kadınlar sahip çıkacaktılar; modern kadın anneliği bırakmıştı, dindar kadınlar iyi birer anne olacaktılar; modern kadın kocasıyla rekabet halindeydi, dindar kadınlar kocalarına itaat ederek, onların mutluluğunu sağlayıp rızalarını alarak cennetlik birer kadın olacaktılar. Bu görevlendirme, doğal olarak özel/mahrem alanda bir konumlanışa tekabül ediyordu ve Osmanlının son döneminden itibaren İslamcılarla Batıcılar arasında süren zıtlaşmanın bir devamıydı. Ancak, imam hatiplerde kız bölümlerinin açılması, Şule Yüksel Şenler gibi –her ne kadar kendisi kadınları eve ve geleneksel rollere çağırsa da- kamusal alanda yer alan kadın örnekliğinin ortaya çıkması, üniversiteli erkekler kuşağına denk kültürlü birer eş, eğitimli birer anne profiline duyulan ihtiyaç sayesinde kızların okumasının önü açıldı. Bu gelişme, üniversiteyi bitirip meslek sahibi olan kadınların çalışma hayatına girmesine, eşine denk olmanın getirdiği özgüvenle evin içinde daha çok söz sahibi olmasına da zemin hazırladı. Böylece, söylemle pratiğin arası açılmaya başladı. Bu açıklıktan rahatsız olan dini kanaat önderlerinin, erkekler gibi okuyup çalışsalar bile kadınlardan ev içi hiyerarşi ve rollere azami riayet talep eden söylemleri, karı koca arasındaki ilişkilerde erkeğin beklenti ve arzularını merkeze koyma yaklaşımları kadınlar için git gide ağırlaşan bir yüke dönüşürken, kadınlar maruz kaldıkları bu adaletsizliğe din içinden bir çözüm arama çabasına giriştiler.

O yıllarda Ankara’da, kendilerine “Bir Grup Müslüman Kadın” ismini veren arkadaşlar (Yıldız Ramazanoğlu, Cihan Aktaş, Halime Toros, Mualla Gülnaz vd.) bu girişimi başlattı; ancak o dönemde sesleri bize bile ulaşamadı. 1995 yılında Başkent Kadın Platformu’nu kurduktan sonra biz de kendi aramızda din adına kadınlardan beklenenler üzerine epey kafa patlattık. Ancak feminizme çok uzaktık ve ‘kendimizi bizden istenenlere nasıl adapte edebiliriz?’ sorusuyla meşguldük daha çok. Bu arada katıldığımız çeşitli toplantılarda farklı meşreplerdeki feministler ve kadın hakları savunucularıyla karşılaşıyorduk ama bize karşı tavırları o kadar soğuk ve yabancıydı ki, onlardan herhangi bir ilham almak mümkün değildi o sıralarda.  Başlangıçtaki durumumuz bu yüzden, kafalarımızı bir oraya bir buraya çarparak sürdürülen bir yol arayışı şeklinde tarif edilebilir.

ÜMİT AKTAŞ: Özellikle “Başkent Kadın Platformu”nun hareketliliği içerisinde yükselen bilincin başlangıçtaki ufkuyla günümüz arasında değişen ne oldu? Platformun kapanmış olması bir işlevsizlikten mi yoksa ortaya çıkan düşünsel veya siyasal eğilimlerin artık uzlaştırılamaz bir noktaya gelmesinden mi kaynaklandı?

HİDAYET ŞEFKATLİ TUKSAL: Başkent Kadın Platformu yukarıda anlattıklarımdan da anlaşılacağı üzere, feminist bir bilinçle kurulmadı. Daha önce Bosna Dayanışma ve Çeçenistan Dayanışma ekiplerinde biraraya gelen kadınlar, Platformun ilk harcını oluşturdu. Ancak Platform olarak örgütlenme fikrini Gülsen Ataseven’den aldık. O yıl BM Pekin Kadın Konferansına İstanbul’dan dört arkadaş katılmış, dönüşte konferanstan alınan ilhamla Gökkuşağı Kadın Platformu kurulmuştu. Gülsen Abla, bütün büyük şehirlerde dindar kadınların esnek bir örgütlenme modeli olarak girişim grupları ve platformlar kurmasını bizzat teşvik etti. Bu fikir hoşumuza gittiği için biz de Ankara’daki dindar muhafazakar kesimi oluşturan farklı vakıf, dernek, gruplardan kadınlarla bir araya gelerek Başkent Kadın Platformunu kurduk.  Sağolsunlar,  ‘Ankara’lı Bir Grup Müslüman Kadın” ekibinden Mualla Gülnaz ve arkadaşları da bu oluşuma destek verdiler, ancak o yıllarda söylemleri, teklifleri bize çok uçuk geldiği için uyum sağlayamadık, onlar da fazla sabredemeyip ayrıldılar zaten.

Bizim arayış dönemimiz ise iki – üç yıl sürdü; derken 28 Şubat süreci başladı, o dönemde dindar erkeklerin önemli bir kısmının sessizleşmesi, başörtüsü yasakları sürecinde kadınlara yeterince destek vermemesi ve feminist kitaplarla tanışmamız, bizim için dönüm noktası oldu diyebilirim. Bir yandan yasaklarla etkin bir şekilde mücadele edebilmek için kadın hakları, insan hakları literatürüne eğiliyor, bir yandan da kendi sorunlarımızdan hareketle dini konuları tartışmaya devam ediyorduk. Ayrıca 2002’de Ak Parti’nin iktidar olması ve AB üyeliği hedefini öne çıkarmasıyla oluşan yeni atmosferde, bir şekilde rejimin mağduru olmuş herkes STK toplantılarında bir araya geliyor, tanışıyor ve mevcut dertleri birinci ağızdan anlatma ve dinleme şansına kavuşuyordu. Hem yurt içi hem de yurt dışında böyle pek çok toplantıya katılarak birçok insanla tanıştık, taammüden cahil bırakıldığımız pek çok meseleden (Kürt meselesi, Ermeni meselesi, Alevi meselesi vb.) derinlemesine haberdar olduk. Biz Başkent Kadın Platformu olarak bütün bu sorunlara karşı ‘insan hakları’ nosyonunu temel alarak bir tavır belirledik. Ak Parti iyice güçlenene kadar bu tavrımız pek sorun oluşturmadı, ancak daha sonra özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra, ülkedeki keskin kutuplaşma atmosferi platformdaki pek çok arkadaşa da sirayet etti ve insan haklarına dayalı tavrımızı sürdüremez olduk. Bunun sonucunda da platform kapandı.

Devamı >>>