HEYDER BABA.. ŞEHRİYAR…

Gazeteci yazar Mehmet Ali TEKİN'İN 'YENİ' YAZISI...

HEYDER BABA.. ŞEHRİYAR…

Din ve Dil, önemli ortak değerlerimizden birisidir?

Ezan, en önemli ortak değerlerimizden birisidir meselâ…

Bir Müslüman dünyanın neresine giderse gitsin, ezan okunduğu zaman, anlar ki namaz vakti girmiştir…

Memleketimizde Ezan, 18 yıl boyunca yasaklandı…

Allah-ü Ekber yerine Tanrı Uludur… dedirttiler yıllarca…

Ortak değerlerimize sahip çıkmalıyız…

Karnımızı doyurmak için nasıl çalışıyor, çabalıyorsak, ortak değerlerimizi yaşatmak için de, gayret sarfetmeliyiz…

Müslüman toplumlar içinde, farklı coğrafyalarda en çok konuşulan dil Arapça’dır.

Arapça’dan sonra, Türkçe gelir sanıyorum.

Balkanlardan uzak Asya’ya kadar çok geniş bir alanda, Türkçenin çeşitli lehçeleri konuşulur.

Bu coğrafyanın bir kısmında ve farklı lehçelerde konuşan Türklerle, bir arada bulundum.

Bu lehçeler içinde, en çabuk ve çok anlaşabildiğim, Azeri Türkçesi oldu. Türkmen ve Özbeklerle, biraz daha geç anlaşabilirsiniz.

Türk Dünyasında, İstanbul Türkçesi diye bir kavram vardır.

Bu arada acı bir itirafta bulunayım ki, maalesef bizler bu İstanbul Türkçesi’ni koruyamadık.

Bundan dolayı bizler, özellikle yazarlar çok suçluyuz. Bundan 50 yıl öncesinin İstanbul Türkçesi’nin yazı ve konuşma dili ile şimdinin yazı ve konuşması arasında, dağlar kadar fark var.

1970 ve 80’li yıllarda Televizyonun yaygınlaşmasının; 90’lı yıllarda da cep telefonlarının yaygınlaşmasının, dilimizin tahribatında önemli rolü vardır.

Zaman zaman televizyon dizilerinde rastlarsınız…

1950’lerin veya 60’ların Anadolu’sunda geçen bir hikâyede kahramanlardan biri diğerine:

-Sen bittin…

Diye tehdit eder. Kardeşim o zaman diliminde, öyle bir kelime veya cümle yoktu...

Mir Ağaoğlu Muhammed Hüseyin…

Desem erbabının haricinde hemen hemen herkesin dudak bükerek, kimdir bu diye düşündüklerini sanıyorum.

Şehriyar…

Dediğimde, bazılarınızın O mu?

O çok büyük bir şairdi, dediğini duyar gibi oluyorum.

Evet, Tebriz’li ama aynı zamanda Bakü’lü, hem İstanbullu, hem Aşkabatlı, hem Buharalı, hem Üsküplü, hem Saraybosnalı…

18 Eylül 1988 Pazar günü irtihal eyledi.

Mir Ağaoğlu Muhammed Hüseyin, doğumu hakkında, 1904 ile 1908 farklı tarihler verilir, Tebriz`de doğdu. Babası "Dava vekili" olan Mirza Aga Hoşgenabi, Hoşgenap kasabasının Haydar Baba Köyündendir.

1906 yılında İran’da başleyen İran Meşrutiyet Hareketi’nin Tebriz’de meydana getirdiği kargaşadan dolayı ailesi, Hoşgenap’a döndü.

İlk tahsilini köyünde aldı ve ailesi 1912 yılında Tekrar Tebriz’e dönünce; Medrese-i Müttehide ve Füyûzât gibi mekteplerde Farsça okudu, Medrese-i Talibiye`de Arapça ve Arap edebiyatını öğrendi. Diğer yandan özel olarak Fransızca dersleri alarak, öğrenmeye çabaladı. Liseyi Tahran`da Darülfunun’da tamamladı ve Tıp Fakültesine girdi. Fakültede ders verdiği, Süreyyâ adlı bir kıza aşık oldu. Yaşadığı bu macera sebebiyle, son sınıfta bitirme sınavlarına katılamadı. Saraya yakın birisinin de, aynı kıza talip olmasıyla; sarayın hışmına uğradı ve 1929 yılında Nişabur’a sürgün edildi. 1934 yılına kadar, bu bölgede noterde çalıştı ve Tahran’a dönünce, Bank-ı Keşaverzi’de muhasebeci olarak çalışmaya başladı. 1935 yılında babası vefat edince, büyük buhranlar yaşamaya başlaydı ve kısa bir süre Tebriz’e döndü. 1943 yılında tekrar Tahran’a geldi. Annesi, 1946 yılında yanına geldi ve O’nun desteğiyle buhranlarından kurtulmayı başardı. 1952 yılında annesi vefat edince, akrabalarının ısrarıyla Tebriz’e döndü. 1953 yılında Tebriz’de halasının kızıyla evlendi. İki kızı dünyaya geldi. 1973 yılına kadar, Tebriz’de yaşadı ve tekrar Tahran’a döndü. 1977 yılında eşi Tahran’da vefat etti. 1979 yılında Şahın devrilişi ve İslam Devrimi’nin ilanını sevinçle karşıladı ve şevkini artırdı.  Ömrünün son yıllarında, hastalıklarla uğraştı ve 18 Eylül 1988 yılında vefat etti.

Şehriyar, ilk şiirlerini Farsça olarak, Tebriz’de Muhammediye Mektebi’nde okurken, okulun Edeb adlı dergisinde yazmaya başladı.

Lise ve üniversite tahsilini gördüğü Tahran’da, Şair Ferruh-i Yezdî’nin kıraathanesinde, edebî bir muhit içerisinde bulunarak, şiirini geliştirdi. Farsça ilk şiir kitabı olan Sadâ-yı Ḫudâ’yı, 1929 yılında yayınladı. Dönemin en büyük şairlerinden Melikşuarâ Bahar (Mîrzâ Muhammed Takî), Sadâ-yı Hudâ’ya yazdığı önsözde; Şark’ın ve İran’ın gelecekte öğüneceği bir şair olarak takdim etti. O dönemde meşhur şarkıcı Muçul Pervâne’nin ölümü üzerine yazdığı ‘Mesnevi-i Rûh-i Pervâne’ edebî çevrelerde büyük yankı uyandırdı.

Farsça şiirleri, İran`da büyük yankı uyandırıyordu. Bundan dolayı edebiyat çevreleri, kendisini dönemin Nizami`si, Hafız`ı ve Sadi`si olarak gördüler. Farsça`yı bir Farstan çok daha mükemmel yazıyor; Fars dilini, şiir sanatında ustaca kullanıyordu.

Şehriyar’ın annesi, oğlunun Farsça şiirler yazmasını içinden onaylamamaktaydı. Tebriz’de Bank-ı Keşaverzi’de çalışırken; yorgun argın iş dönüşünde, bir şiirini tamamlar ve eve vardığında; annesine, şiirini hevesle okumaya başlar. Anası hiç oralı olmaz. Babasının hassasiyetinden dolayı, evlerinde öteden beri Türkçe konuşulurdu.

Daha önce yazdığı şiirlerini okuduğunda, gülümseyen anasının suratı asıktır. Dayanamayıp anasına sorar:

-Ana hasta mısın?

Evlerinde hiç Farsça konuşmayan anası, Farsça olarak hasta olmadığını söyleyince:

-Ana neden Farsça konuştun?

-Sen Türkçe şiir mi yazıyorsun ki, ben sana Türkçe danışayım. Evimize hapsettin Türkçe’yi! Türkçe ile büyüdün, Farsça yazarsın. Goy artık kulak asmayacağım şiirlerine!

Anasının bu serzenişiyle, donup kaldı. Geçmiş günler canlanmaya başladı gözünde. Babasının elinden tutup, Heyder Baba Dağı eteklerindeki köylerini gezdirmesi yadına düştü. Hoşgenap’ı, Güllüceyi, Kayışkursak’ı, Vangüzelleri’ni gezmeleri gözünün önüne geldi. O gün Türkçe yazmaya karar verdi.

En önemli şiirlerinden Heyder Baba’ya Selam adlı şiirin ilk bölümünü, 1950 yılında Tahran’da yazdı. İkinci bölümünü de, 1967 yılında Tebriz’de yazdı. Bu şiiri İran’ın haricinde özellikle Türkiye’de, Irak’ta, Kuzey Azerbaycan’da neşredildi ve hakkında yüzlerce makale yazıldı.

Şehriyar özellikle Türkçe şiirlerinde, çocukluğunun geçtiği köy hayatının sadeliği ve içtenliğini yansıtır. Heyder Baba ve Sehendim şiirlerinde bu çok açık bir şekilde görülür:

Heyder Baba'ya Selam

Heyder Baba, kehliklerin uçanda,

Göl dibinden dovşan kalkıb, kaçanda,

Bahçaların çiçeklenib açanda,

Bizden de bir mümkün olsa, yâd ele,

Açılmayan ürekleri şâd ele.

Sehendim

Göyden ilham alalı sirri semavata deyersen, 

Hele ağ kürkü bürün, yazda yaşıl don da geyersen,

Goradan halva ­eyersen

 

Şehriyar şiir yanında tasavvufla ilgilendiği gibi, Kur`an ayetlerini kendi elleriyle levhalara yazarak, Hat Sanatı`nda da söz sahibi olmuştur.

Şehriyer’ın en önemli talebelerinden birisini de, bu vesile ile analım. Şehriyar’ın vefatına kadar, hizmetinde bulunan bir kimse…

Asgar Ferdi… Şehriyar Kurumu Başkanlığını da yapmış olan Prof. Dr Asgar Ferdi, her ne keder Uluslararası İlişkiler Profesörü olsa da, aynı zamanda usta bir şairdir. 6 Ağustos 2019 günü vefat eden Prof. Dr. Asgar Ferdi, aynı zamanda bir Tayyip Erdoğan hayranıydı. Tayyip Erdoğan hakkında yazdığı, 28 kıtalık şiirden kısa bir bölüm ile noktalayalım:

‘Dilimden duymadı kimse medihi, birce insânın,

Fakat yazdım medâyih her zaman, hakkında Mevlâ’nın,

Bugün fahr ile vasf ettim, ‘Receb Tayyib’ beyin şânın..

Onunla türk olan, müslim olan her kimse fahr eyler,

Onun yaptıkların, her adl’u insafı olan söyler..’

------

Ruhları şâd olsun…

Muhammed Nüseyin Şehriyar, müteveffa çağdaş İranlı(Azeri) Müslüman şair...