Tarih: 09.11.2021 04:36

Hem devletsin hem STK. Hem iktidarsın hem muhalefet

Facebook Twitter Linked-in

İbrahim Kiras yazdı;

Aynı anda hem iktidar hem muhalefet olunabilir mi? Sağ elinizle devletin görevini, sol elinizle sivil toplum faaliyeti yapabilir misiniz? Evet, bunların hepsi yapılabiliyor. Bugünkü iktidar partisi 20 yıldır iş başında olmasına rağmen hâlâ muhalefet diliyle konuşup belirli toplum kesimlerinin mevcut problemlere yönelik tepkilerinin de sözcülüğünü üstlenebiliyor. Ama aynı zamanda iktidarda olmanın avantajını da kullanmaktan geri durmuyor. Yoksullara yönelik sosyal yardımları vs. her daim hatırlatıyor. “Yol yaptık, köprü yaptık” propagandasını “Bizden önce fırın yoktu, buzdolabı yoktu” seviyelerine çıkartabiliyor. Bunun da ötesinde kendisini devletle özdeşleştiriyor. “Ben devletim, bana laf söyleyen devletine ihanet etmiş olur” demekten çekinmiyor. Gelgelelim devlet kurumlarının alternatiflerini de kendisi inşa ediyor.

***

Malum, geçtiğimiz haftalarda birbirinden ayrı iki konu gündemde kaldı uzun süre. Biri üniversite öğrencilerinin yurt sıkıntısı. Bu sene “Herkesin diploması olsun” denilerek üniversite kontenjanları astronomik oranda artırılırken yurt kontenjanları değişmediği -ve ev kiraları da malum durumda olduğu- için geçmiş yıllara nazaran çok daha fazla kendini gösterdi bu sorun. İktidar mensupları birbiriyle çelişen açıklamalar yaptılar. Biri yurt sorunu yok dedi, öbürü var dedi. Kalacak yer yok diye eylem yapan gençlerin terörist olduğunda ise tamamı hemfikir oldular.

Kasım ayındayız artık. Başını sokacak bir yer bulan çocuklar bir yere yerleşti; yerleşemeyenler köyüne kasabasına geri döndü çoktan. Konu da gündemden indi. Ama bu arada ilkiyle bütünüyle ilgisiz (gibi görünen) bir başka konu gelip yerleşti gündemin tepesine.

İktidar partisinin gençlik yapılanması” diye tarif edilen bir sivil toplum kuruluşunun (ve benzerlerinin) etrafındaki tartışmalardan söz ediyorum. Önce Büyükada sahillerinden ses verdi bunlardan biri… Birkaç yıl önce İBB’den -bedavadan biraz daha pahalıya- kiraladıkları lebiderya bir mekânı üçüncü taraflara kiraya verdikleri anlaşılmış, bunun için söz konusu binadan tahliye edilmeleri gündeme gelmişti. Nasıl olmuşsa başvurdukları mahkemeden yürütmeyi durdurma kararı çıkartamamışlar ama neyse ki tahliye işlemi için ilgili adrese gönderilen “devletin” zabıtasını “devletin” polisi zor kullanarak durdurmuştu.

Bu hadiseye dair tartışmalardan öğrendik ki adı geçen “STK” yalnızca Büyükada’da değil, İstanbul’un her tarafında ve yalnızca İstanbul’da değil Türkiye’nin dört bir köşesinde belediyelerin ve diğer devlet kuruluşlarının sağladığı “kamu imkanlarıyla” faaliyetlerini sürdürüyormuş. Buna da ayrıca şaşırdık!

Bilahare, sözkonusu sivil toplum kuruluşunun “devlet” kadrolarına eleman yerleştirme faaliyeti içinde bulunduğuna dair iddialar sökün etti. İçeriden sızdığı düşünülen birtakım belgelerin ortaya saçılması eşliğinde…

İktidar çevresinden birilerinin ön kapısından girdikleri devletin arka kapısının anahtarını kendi adamlarına dağıtmış olduğu iddiası ilgi ve merak uyandırdı tabiatıyla. Kimileri FETÖ benzetmesi yaptı bu duruma, kimileri “Ne alakası var!” diye karşı çıktı. Amacın “Dindar gençlik yetiştirmek” olduğu vurgulandı. Bu savunmaya da diğer taraf “Kem alat ile kemalat olmaz” cevabını verdi. “Paralel devlet yapılanması” lafları edildi… Bugünkü iktidar döneminde kurulmuş veya bu dönemde büyümüş birkaç vakfın daha adı zikredildi… Böyle böyle bir tartışmanın daha sonuna gelindi. Ama burada ilginç olan bir nokta daha vardı:

Bahsi geçen “iktidara yakın” vakıfların misyonlarından biri de öğrenci yurtları yapıp işletmek. Bu işi Türkiye’nin her yerinde kamu kaynaklarını ve devlet gücünü kullanarak yapıyorlar. Meselenin düğümlendiği yer işte tam burası. Bir yanda milletin oy vererek iktidara getirdiği kadronun ifa etmesi gereken görevler var, öbür yanda siyasi iktidarın bu görevlerden bazılarını devlet sektörü dışında oluşturduğu yapılara havale etmiş olması...

Ülkeyi yönetme sorumluluğunu üstlenmiş bir hükümet üniversite öğrencilerinin barınma sorununu çözmek için ne yapar? Herhalde ihtiyacı karşılamaya yetecek sayıda yeni yurt yapar. Bunların daha verimli işletilmesi için çareler arar vs. Zaten bu iş için Kredi Yurtlar Kurumu var Türkiye’de bu alanda tecrübe birikimine ve uzman kadrolara sahip bir devlet kurumu olarak.

Bugünkü iktidar ne yaptı peki? Öğrencilerin yurt ihtiyaçlarını karşılama işini “kendine yakın” vakıflara bıraktı. Hatta iktidar mensupları doğrudan doğruya bu işler için birtakım sivil toplum örgütlerinin kurulmasını teşvik ettiler, bizzat bu yoldaki çalışmalara ön ayak oldular. “Kendi öğrenci yurtlarını” tesis ettiler devlet yurtlarına alternatif olarak.

Muhalefetteyken bunu yapmış olsalar bir yere kadar açıklaması olabilirdi devlet kurumlarına alternatif oluşturma düşüncesinin. Hiç olmazsa “Mevcut iktidar bu işleri doğru yapamıyor, biz de sivil kesim olarak doğrusu yapmaya çalışıyoruz” diyebilme imkanına sahip olurlardı. Ama iktidarda bulunuyorlar ve bahsettiğimiz örnekle ilgili ihtiyacın karşılanması hükümete ait bir görev. Kendi görevlerini yapmak yerine söz konusu sahada devlet hizmetine alternatif oluşturmaya yönelmeleri anlaşılır bir tutum değil.

Teşbihte hata olmaz, bir doktorun çalıştığı hastaneye gelen hastaların tedavisini dışarıdaki özel muayenehanesinde yapmasına benziyor bu durum.

***

İktidar çevresi ne zaman sivil toplum kuruluşları ve gençlik örgütlenmeleri oluşturup öğrenci yurtları inşa etmeye başladı? FETÖ’nün yurtları, dershaneleri vs. kapatıldıktan sonra. AK Partililer bu faaliyetleri gençliğin bir daha Fetullahçıların tuzağına düşmesini engellemek için yaptıklarını söylüyorlardı. Ama böyle bir alanı kötü niyetli yapıların tasallutuna kapalı tutmak için buradaki boşluğu devletin kapatmaya çalışması daha doğru olmaz mıydı?

Mesela, FETÖ’ye ait olduğu için el konulan öğrenci yurtlarının işletmesini ilgili devlet kurumu (KYK) üstleneceğine niçin bunlar bir kısım sivil toplum kuruluşlarına verilir ki? Yetmezmiş gibi, KYK’nın bu yurtlarda kalan gençlerin barınma ücretlerinin önemli bir bölümünü üstlenip bunu mezkûr vakıflara ödemekte oluşu da absürt değil mi?

Belediyelerin, valiliklerin ve diğer devlet kurumlarının belirli sivil toplum örgütlerine -arazi tahsisinden ayni ve nakdi yardımlara, uçak bileti hibesine kadar- her türlü desteği vermeleri normal mi? Hem “sivil” olmak hem de çalışmalarında geniş kamu kaynaklarını ve sınırsız devlet gücünü kullanmak tuhaf değil mi? Tanımı gereği hayırseverlerin bağışlarıyla kurulup ayakta durması gereken vakıfların faaliyetlerini kamu kaynaklarıyla yürütmesi doğru mu? Bu acayiplik günümüzün sivil toplum tanımına mı uyuyor, İslâmî vakıf hukukuna mı? Dahası, hangi vicdana sığıyor? En önemlisi, yirmi yıldır iktidarda bulunan ve kendisini devletle özdeş sayan bir siyasi hareketin aynı zamanda “sivil toplum” alanını da işgal etmesi ne anlama geliyor?

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —