Tarih: 03.12.2022 12:20

HDP yeni bir barış süreci başlatmalı

Facebook Twitter Linked-in

Önümüzde seçimler var ve bu ülke seçim öncesinde bir huzur ve rahatlama ortamına ihtiyaç duyuyor. Türkiye bu gerginlik ortamından kurtulmalı. Ortamı yumuşatmanın yolu siyasetten geçmekte. Siyasi konjonktürdeki gerginliğin en temel sebebi, birbirlerine yakın oranda oy alan Cumhur ve Millet İttifaklarından hangisinin önümüzdeki seçimlerde iktidar olacağı. Şu anda herhangi bir blokta yer almayan, ancak duruşu itibariyle daha çok Millet İttifakından yana olduğu görüntüsü veren HDP, bu ortamın yumuşatılmasında çok önemli bir rol üstlenebilir. Seçimlerde kilit bir konuma sahip olan HDP, seçmen kitlesinin talepleriyle bağdaşır bir siyasi tutumu benimsediğinde, seçim siyaseti ve propagandaları, daha olumlu bir mecraya taşınabilir.

Seçim sürecinde izlenecek iki politika

Önümüzdeki seçim sürecinde izlenecek temel politikalar, bir sonraki beş yıllık zaman dilimi açısından da bir nevi yol haritası olacaktır. Türkiye’de iktidarı hedefleyen yapılar, seçim maratonu boyunca, vaatler ve propaganda açısından iki seçenekten birine yönelecek: (1) Barışçıl ve AB ile bütünleşmeyi hedef alan demokratik çizgi; (2) devletin bekası ve güvenliğini esas alan dışlayıcı milliyetçi çizgi. Daha önceki tecrübeler de gösterdi ki AK Parti, seçmen kitlesini her iki çizgide de yanında tutmayı başarıyor. Sayın Erdoğan’ın karizmatik liderliği, seçmen kitlesinin istediği yöne mobilize edilmesinde belirleyici bir rol oynuyor.

Türkiye’nin bugünkü şartlarında, iktidarın seçim sürecini ikinci çizgide devam ettirmesinin daha kolay olacağını düşünüyorum. Zira hem Millet hem de Cumhur İttifaklarının, “özü bir” iki ayrı milliyetçi partiyle seçim bloku oluşturmaları, seçimlerin milliyetçi bir çizgide sürdürülmesini kolaylaştırıyor.  Kuşkusuz iki milliyetçi çizginin rekabetinden demokrasi çıkmaz, gene milliyetçilik kazanır. Eğer CHP, İYİ Parti ile değil de HDP, DEVA, SAADET ve Gelecek Partisiyle bir seçim ittifakı gerçekleştirmiş olsaydı, seçimlerin milliyetçi kıskaçtan kurtulup daha demokratik bir zeminde yapılması imkânı doğacaktı. Ancak CHP’deki ulusalcı kanadın, ideolojik olarak İYİ Parti ve MHP’ye yakın olması, daha demokratik bir cephenin ortaya çıkmasına olanak tanımadı.

Aslında AK Parti’yi MHP’yle, CHP’yi de İYİ Parti’yle ittifaka zorlayan, 50+1 çıkmazıdır.  50’yi 1’e mecbur ve mahkûm eden bu sistem, partilerin benimsedikleri ilkeler ve ideolojiler doğrultusunda programlar yapmalarını engelliyor. Önceleri liberal ve muhafazakâr bir çizgide olan AK Parti, şimdi artık milliyetçi bir hatta görünüyor veya milliyetçi olmak zorunda kalıyor. Tabii CHP de, milliyetçilikte şampiyonluğu kimseye kaptırmak istemiyor. Halbuki sistem 50+1 şeklinde değil de, ikinci turda % 45 veya üzerinde oy alan adayın başkan olarak seçilmesi şeklinde dizayn edilmiş olsaydı, her parti takiye yapma ihtiyacı duymaksızın, kendi renkleriyle siyaset yapmaya çalışırdı.

HDP ne yapabilir?

AK Parti’nin kendisini MHP’yle, CHP’nin kendisini İYİ Parti’yle ittifaka mecbur gördüğü bir sistemde, HDP ne yapsa ortada kalır. Ancak “ortada” olmak, siyasette önemsiz olmak anlamına gelmez. Ortada olan bazen kilit bir konum kazanır ve HDP bugünkü şartlarda kilit bir parti konumundadır. HDP; ortada bir parti olarak tek başına iktidar olma şansına sahip değil. Ama bir yandan, AK Parti’yi MHP’ye mecbur bırakmadan iktidara taşıma gücüne sahiptir. Diğer yandan, aynı HDP, CHP-İYİ Parti blokunu veya CHP, DEVA ve Saadet blokunu da iktidara taşıyabilir.

HDP siyasetinin temel vurgusu “barış ve demokratikleşme”dir. Olmalıdır. Türkiye’nin gerçek bir demokrasiye ulaşmasının bana göre yegâne yolu, Kürt meselesinin çözümünden geçer. Kürt meselesinde somut ve kalıcı adımlar atan bir iktidar demokrasiye hizmet eder. Öyleyse HDP, henüz seçimlere altı ay varken (ben seçimlerin Mayıs ayında yapılacağını tahmin ediyorum), Kürt meselenin çözümü yolunda bir yol haritası ve somut talepler listesi hazırlamalı ve bu taleplerin hayata geçirilmesine yakın ve yatkın olan partiyi veya partiler blokunu desteklemelidir. HDP’nin barış ve demokrasi paketinde şu talepler yer alabilir:

(1) AB’ye tam üyelik müzakerelerinin tekrar başlatılması, yönetimde şeffaflık ve demokratik işleyişin esas alınması.

(2) Toplumsal barışın tesisi yolunda, cezaevlerindeki siyasi tutuklu ve hükümlülerin serbest bırakılması veya şartlı bir af.

(3) Kürt kimliğinin tanınması ve kademeli olarak ana dilde eğitim hakkının hayata geçirilmesi.

(4) Kürtçe yer ve coğrafya adlarının aslına uygun kullanımına izin verilmesi.

(5) Seçmen iradesine saygı gösterilmesi ve seçilmiş adayların yerlerine kayyım atanmaması.

(6) Eşit statüde vatandaşlık ilkesinin hakkıyla benimsenmesi; Kürtlerin yanı sıra diğer azınlık gruplara mensup vatandaşların herhangi bir ayırımcılığa tabi tutulmadan, tüm kamu işlerinde istihdam edilebilmesi.

(7) AK Parti döneminde giderilmesinde bir hayli yol alınan bölgeler arası eşitsizliğin, artık tamamen ortadan kaldırılması.

HDP bu veya benzeri bir demokrasi paketini şimdiden hazırlayıp kamuoyu ile paylaşmalı ve bu eksende, iktidar adayı siyasi partilerle diyalog sürecini başlatmalıdır. Milli Savunma Bakanı, geçtiğimiz 19 Ağustos’ta düzenlenen devir-teslim törenlerinde şöyle bir açıklamada bulundu: “24 Temmuz 2015’ten beri yapılan operasyonlar sonucunda toplam 35 bin 786 terörist etkisiz hâle getirildi. 1 Ocak’tan itibaren de operasyonlar yoğun bir şekilde devam ediyor. Bu dönem içerisinde Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde toplam 2 bin 517 terörist etkisiz hâle getirildi.” https://www.msb.gov.tr/SlaytHaber/2282022-30280 

Ne acıdır ki Kürt siyasi aklı, halen bu can kayıplarını ve yaşanan felaketi sağlıklı bir analize tâbi tutmadı. “Gelip bir kaçak çayımızı içer ve giderler” politikasının mimarları, Kürtlere büyük acılar yaşattı ve Türkiye’ye de kaybettirdi.

HDP’li kimi vekillerin, hemen her platformda “tek adam yönetimine karşı” olduklarını söylemesi, Türkiye demokrasisine bir kazanç sağlamaz. Üstelik hak ve özgürlüklerin ihlâli “tek” veya “çok adam” yönetimleriyle alâkalı değil. Bazen “tek adam” yönetimi, “çok adam yönetimi”nden daha hayırlı olabiliyor. Bunun en güzel örneğini, bizzat kendi tarihimizden görebiliriz. Ermeni Taşnaksutyun örgütünün de desteğiyle, 1908 yılında Sultan Abdülhamit’in tahtan indirilmesi ve sonrasında yaşanan olaylara bakmak yeterlidir. 1908’de Ermeni Taşnaksutyun Komitesinin de desteğiyle iktidara gelen İttihat ve Terakki, Taşnak üyeleri Krikor Zohrab’a Adalet Bakanlığı ve Karakin Pastırmacıyan’a da Sanayi Bakanlığını teklif etmiş, ancak Ermeni temsilciler bu teklifi kabul etmemişlerdi. Taşnaksutyun Partisi her fırsatta, II. Meşrutiyet’in ilân edilmesinin Taşnak- İttihatçı işbirliği ile sağlandığını övünerek söylemekteydi.

Sultan Abdülhamit’in “tek adam” yönetimine son veren İttihat ve Terakki, 1914 yılında Osmanlı Devleti’ni savaşa soktu ve birkaç yıl sonra koca imparatorluk çöktü. Osmanlıyı teşkil eden tüm milletler, çöken enkazın altında inim inim inledi.   Şüphesiz en büyük zararı, İttihat ve Terakki’yi iktidara taşıyan Ermeni halkı yaşadı. Çiçero, monarşi yönetiminin de iyi yönleri olabileceğini ileri sürerek şöyle diyordu “…ben kralın uyruklarına karşı duyduğu sevgiden ötürü krallığı, akıl vermedeki bilgeliğinden ötürü aristokrasiyi, özgürlüğünden ötürü de demokrasiyi yeğliyorum.”  Osmanlı krallık (padişahlık) yönetimi, İttihat ve Terakki yönetimi kadar yıkıcı ve gayri insani değildi.

Bence HDP hazırlayacağı “demokrasi ve barış” paketini ilk önce AK Parti’ye götürmeli, ardından tek tek tüm partilerle görüşmelidir. Çünkü AK Parti, Kürt meselesinin çözümü yolunda geçmişte büyük bir risk alıp önemli adımlar attı. HDP öncelikle o dışlayıcı, üsttenci dili bir tarafa bırakmalı, diplomatik ve uzlaşmacı tutumuyla kucaklayıcı olmalıdır. “Gelip bir kaçak çayımızı içer ve giderler” dili, Kürt oylarıyla meclise girmiş olanların asla kullanmaması gereken bir dildir. Bu lisan, temel önceliği dil ve kimlik hakları olan Kürt temsilcilerin dili olamaz; Kürdü “sözde vatandaş” olarak gören egemenlerin kullanacağı bir dil olabilir. HDP söyleminde doğrudan iktidarı değil, bir zamanlar bu iktidarın da mustarip olduğu siyasi sistemi hedef almalı ve siyasi sistemdeki aksaklıklara odaklanmalıdır. Unutulmamalıdır ki Türkiye siyasi sistemindeki en temel aksaklıkların ana kaynağı Kürt meselesidir.

Bugünkü şartlarda, Altılı Masa’nın ortasına Kürt meselesini bıraktığınız anda masa dağılır. Ancak AK Parti de “Kürt meselesi bitmiştir” söyleminde ısrar ederse, HDP’li seçmen de sırf “belediyelere kayyım atanmasın ve ortam yumuşasın” diye Millet İttifakına yönelebilir. Kürt meselesinin çözümüne yönelik herhangi bir plan ve programa sahip olmayan Millet İttifakı, belli ki HDP-AK Parti çekişmesi sonucu Kürt seçmenin çaresiz kendilerine yöneleceği hesabını yapmaktadır. AK Parti içinde de bu durumun farkında olan, feraset sahibi pek çok siyasetçi vardır diye düşünüyorum. Şayet AK Parti, İstanbul seçimleri gibi bir hezimeti çok daha büyük çaplı olarak yaşamak istemiyorsa, bu realiteyi dikkate almalıdır.

Kısacası HDP yeni bir barış süreci başlatarak Türkiye siyasetini bu kıskaçtan çıkarabilir. Bir önceki süreci AK Parti başlattı; bu kez HDP ilk adımı atmalı ve barışta ısrar etmelidir. Biraz sağduyu, azıcık feraset ve uzlaşmacı bir dil, diyalog kanallarını açabilir. Siyaset, sorunların diyalog yoluyla çözüme kavuşturulması sanatıdır.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —