Hasan Köse, “Cinsiyeti Korumak Gerek” başlıklı yazısında modern toplumsal cinsiyet tartışmalarına hem İslam düşüncesi hem de felsefi-hukuki bir perspektiften yaklaşarak dikkat çekici argümanlar ortaya koyuyor. Söyleşimizde fıtrat, irade, sorumluluk, hormonlar ve kültür arasındaki ilişkiyi konuştuk.
Soru: “Cinsiyeti Korumak Gerek” başlıklı yazınızda insanın doğuştan sahip olduğu biyolojik özelliklerin seçilemez olduğuna vurgu yapıyorsunuz. Bu vurgu hangi felsefi zemine oturuyor?
Hasan Köse: İnsan, doğduğunda biyolojik ve genetik bir determinizmle dünyaya gelir. Cinsiyet, ırk, ten rengi veya fizyolojik özellikler irade dışıdır. Bu nedenle ahlak felsefesinde “sorumluluk” kategorisi bu alanın çeşitliliği üzerinden uygulanamaz. Kur’an da insana doğrudan onur (keramet) atfeder ve bu onur seçilmemiş özellikler üzerinden değerden düşürülemez. Bu, doğal hukuk geleneğinin de temelinde vardır: irade dışı olana sorumluluk yüklenemez.
Soru: “İrade” kavramını ahlak, hukuk ve dinin önkoşulu olarak görüyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
Hasan Köse: İrade, insan davranışının normatif niteliğini belirleyen asli unsurdur. İslam ahlakında da, modern ceza hukukunda da irade yoksa sorumluluk da yoktur. Kasıt, kast veya seçim olmadan suç ya da günah isnadı temelsizdir. Dolayısıyla biyolojik cinsiyet gibi irade dışı alanları bir “ahlaki tercih” gibi kodlamak epistemolojik bir sapmadır.
Soru: Yazınızda çocuklukta maruz kalınan taciz ve travmaların cinsiyet yönelimlerini etkileyebileceğini ifade ediyorsunuz. Bu durumda sorumluluk nasıl konumlanmalı?
Hasan Köse: Burada kritik olan nokta şudur: Çocukluk çağında yaşanan cinsel deneyimlerin çoğu iradeye dayanmaz; akran oyunu, baskı, taciz ya da tecavüz tecrübeleri üzerinden oluşur. Bu tür travmalar bireyin psikolojik, hormonal ve fizyolojik bütünlüğünü bozarak cinsiyetinin doğal yönelimlerinden farklı cinsel yönelimlere kaymalara yol açabilir. Ancak bu durumda bireyi ahlaken veya hukuken sorumlu görmek doğru değildir. Çünkü burada yöneliş maruz kalanın iradesi dışındadır. Dolayısıyla sorumluluk maruz mağdurda değil, faildedir.
Soru: Yani genetik yapı sabit kalırken, hormonlar çevresel etkilerle yönlendirilebiliyor mu?
Hasan Köse: Evet. Genetik temel değişmez; fakat hormonlar (kadında östrojen, erkekte testosteron) psikolojik ve sosyo-kültürel etkileşimlerle farklı oranlarda baskın doğal cinsiyetine aykırı halde gelişebilir. Modern psikobiyoloji, davranış ve hormonlar arasındaki çift yönlü ilişkiyi göstermektedir: davranış hormonları etkiler, hormonlar da davranışları besler. Çocuklukta oyun, oyuncak, rol model ve kültürel yönlendirmeler bu hormon dengelerini dolaylı biçimde etkilemektedir. Bu yüzden “fıtratı korumak” yalnızca biyolojik değil, kültürel ve sosyolojik bir zorunluluktur.
Soru: Tarihsel örnekler üzerinden bu konuyu temellendirmeye çalışıyorsunuz. Engizisyon’u özellikle neden zikrettiniz?
Hasan Köse: Engizisyon, farklılıkların şeytanîleştirilerek meşru şiddet nesnesine dönüştürülmesinin tarihsel bir örneğidir. “Cadı” kavramı ideolojik bir inşaydı ve kadınların yakılması bu inşa üzerinden meşrulaştırıldı. Oysa İslam düşüncesinde üstünlük ölçütü biyolojik değil, ahlakidir: “Üstünlük ancak takvadadır.” O da kul ile Allah arasındaki kalbi bağdır. Yansıması ise ahlaki ve hukuki varlık alanındadır. Bu ilke, farklılıkların düşmanlığa değil, imtihana konu olduğunu ortaya koyar. Muhafazakar toplumlar bu bağlamda aynen engizisyonlarda olduğu gibi; biyolojik çeşitliliği, sayısız nedenlerle davranışsal hissediş ve içinde bulunulmuşluğun zorlayıcılığını göz ardı ederek Lut kavminin helak edilme sebebi oğlan çocuklarına yönelmiş bir hazcılık/hedonizmi iken, hedonozma tarafından taciz ve tecavüzle yozlaştırılmış, finansal olarak desteklenen hazcılığı ıskalamaktadır.
Soru: Yazınızda “fıtratı bozmak” kavramını kullanıyorsunuz. Bunu nasıl tanımlıyorsunuz?
Hasan Köse: Fıtrat, insanın yaratılıştan getirdiği bütünlüklü doğallıktır; bedensel, ruhsal, psikolojik ve toplumsal boyutları vardır. Fıtratı bozmak, bu doğallığı ideolojik veya teknolojik müdahalelerle tahrip etmektir. Medyanın, kapitalist kültürün, biyoteknolojik deneylerin ve ideolojik manipülasyonların yönlendirdiği cinsiyetsizleştirme politikaları tam da bu bağlamda fıtratı bozma girişimleridir. Kur’an’da Nisa 119’da şeytanın “Allah’ın yaratışını değiştireceğim” iddiası, bugün bu girişimlerle doğrudan ilişkilendirilebilir. Bu iradi bir fesat çabasıdır. Bakara Suresi 205’de ifade edilen kast ile “harsı/kültür ve nesli yok etmek için çabalayanlar(sa’y) edenlerdir” Diğer taraftan yine Kur’anın Bakara Suresi 11. ayetteki ifadesiyle kendilerini ve her türlü aidiyetlerini aradan çıkararak doğrudan hakikati anlamaya çalışmayan, dolayısuyla parçalanmış bir zihin ve kalple hayata ve topluma bakanların yönetime gelmeleri durumunda bilinçsizliklerinden dolayı fesada/çürümeye yol açtıklarını söyler. Onlara bu hatırlatıldığında “bilakis biz ıslah edicileriz (müslihûn) derler. Bilinçli saldırganlarla mücadele etmek daha kolay iken ikinciler fesadın ana kaynağıdır.