Haricilik Konusuna Bir Giriş Denemesi

Geçmişte de olduğu gibi günümüzde de var olan heyula “Haricilik” olarak karşımıza çıkmaktadır.

Haricilik Konusuna Bir Giriş Denemesi

Sait Alioğlu Yazdı;

Hariciyim Harici; Haricisin harici…

Allah’ın varlığını birleme düşüncesi üzerine bina edildiğinde itikatta tek yetkinin Allah’a ait olduğu kendiliğinden meydana çıkar. O halde, geçmişte Haricilik, Şiilik, Mutezile, Sünnilik vb. kalıpları ile karşımıza çıkan ve yaygın bir ifade ile “itikadî(inançsal) mezhep” etiketiyle formlaşan düşünce bloklarını, insanın ufkunu açan bir düşünce formu mu, yoksa Kur’an’ın, dolayısıyla Allah’ın belirleme yetkisinde bulunan itikat formu olarak mı değerlendirecektik?

Bizce, itikadı belirleme, o konuda ilke tayin etme durumunu Allah’a© bırakmadan, kendilerinin belirleme çalışmalarına bakıldığında, itikadî mezheplerin her birinin; o da, baştaki zevattan hareketle kitle adına; tarih, toplum, kültürel değerler ve bunlara bağlı olarak, İslam öncesi din/inanç değerlerinin de “işin içerisine” katılması sonucu karşımıza büyük bir inanç formu çıkmış olur.

İçeriğe katılıma örnek olarak; Sünnilikte siyasi alanda “hilafet teorisi”, Şia’da “imamet teorisi”, Mutezile’de “Kur’an’ın yaratılıp yaratılmadığı(halık; yaratan - mahluk; yaratılan) “büyük günah mes’elesi” ve Haricilikte ise, “Hüküm Allah’ındır” konusu akla ilk gelen mevzulardır.

Hariciliğe bakarsak…

Konumuz Açısından Haricilik…

Haricilik Nedir?

Haricilik Neydi; Hz. Ali dönemіnde meydаnа gelen Sıffin Savaşından sоnra ortаyа çıkan bir gruba verilen addır. Hz. Ali ve Muaviyе taraftarları аrаsındа meydana gelen bu ѕavaşta, Muaviуe taraftarları yеnіlеcеklеrіnі anlayınca mızrаklаrının ucuna Kuran sаyfаlаrı takarlar, “aramızda Kur’an hakеm olsun” derler. Bunun üzerine çatışmalar durur, görüşmeler başlar. “hakem olayından” sоnra bіr kısım insanlar “sеn inѕanları hakem olarak kabul ettin. Halbuki hüküm аncаk Allаh’ındır” dіyеrеk Hz. Ali’nin saflarından aуrılırlar. Bunlara “Hariсiler” denіr.

“Sеn inѕanları hakem olarak kabul ettin. Halbuki hüküm аncаk Allаh’ındır” ibaresinde, genel geçer anlamda ‘hükmün Allah’ın olduğu hakikati bir gerçek olmakla birlikte, siyaset işinin adalet, ehliyet, liyakat ilkeleri çerçevesinde insanlara tevdi edildiği gerçeğine ve yönetimin vazgeçilemez bir ihtiyaç olduğu gerçeği durumunda kan dökmenin bir fitneye sebebiyet vermesi, kaosun ve krizin başlayıp sürmesinin önünü almayı idrak edememenin ve derinlikli düşünememenin adının, sıfatının Haricilik olduğunu belirtmemiz gerekir.

Sünniliğin ve Şiiliğin, itikadlaştığı dönemden bu yana almış oldukları şekil, muhteva ve gelmiş oldukları durumdan bakıldığında, salt fıkhi alanı ilgilendiren konular dışında, bir açmaz içerisinde oldukları alanlara bakmak gerekir.

Bu alanların en önemlisinin siyasete müdahale ve yeniden bir siyaset dili oluşturup oluşturamama düşüncesine rağmen, Hariciliğin ilk çıkış gününde ortaya koymaya çalıştığı perspektif eksikliği ve şu anda ise, DAİŞ benzeri terörist yapılara kaynaklık teşkil etmesi, bu akımın, görece ‘uygun görülen’ donelerini boşladığı görülmektedir.

“İçeriden” bilgi vermekte olup ilk dönemlerinde Hariciliği anlatan bir kitaba müracaat…

Hariciliği, o dönemlerde yaşayan ve kendini o akına nispet eden Salih b. Zekvan’ın, “es-sire”(1) adlı eserine bir bakalım…

Kitabın arka kapak yazısında şöyle bir ifade var; “Salim b. Zekvân’ın bir manifesto niteliği taşıyan es-Sire’si, erken dönem İslam ve mezhepler tarihiyle ilgili önemli ve otantik bir eserdir. es-Sire, herşeyden önce erken dönem İslam tarihinde ortaya çıkan olay ve gelişmeler özellikle Hz. Osman ve Hz. Ali dönemlerini, siyasal ve toplumsal hadiseler ekseninde, özgün ve farklı bir bakış açısıyla ele alıp değerlendirmektedir.”

Eser hem erken dönemle ilgili hadisleri, hem de Hâricilerin ilk fırkalarıyla ilgili bilgileri, hep okuna gelen ve kabul gören hâkim bir paradigmanın tersine, bizzat bu çevrenin içinde yetişmiş bir müellifin kaleminden, içeriden bir bakışla öğrenme imkânını bize sunmaktadır. Bu sayede, Es-Sire’nin ilk dönem Hâricilerin en önemli literal kaynağı olduğunu söyleyebiliriz…

Aşağıda alıntıladığımız pasaj, eserin “editörlerden” kısmından;

“…Çok erken tarihe ait bir Hârici kroniğinin çevirisini sunuyoruz. Bu eser yıllardır kötülenen, suçlanan bir kesim olan Hâriciler hakkında önyargıları tamamen tersine çevirecek bir eserdir ve bizzat kendilerinden birinin telifidir. Bu kesimi onların dilinden görüşlerini öğreneceğiz ve tarihin nasıl ters aktarılabildiğinin örneğiyle karşılaşmış olacağız.” 

Bu akımın, ilgilisince ‘uygun görülen’ doneleri görece anlaşılırlık ifade etse de, eserde de müellifin Hz. Ali ve Hz. Osman’a yönelik, onları ‘İslam’dan çıkmış’ olmakla suçlaması, en azından müellif açısından Haricilerim haklı olduğu iddiasını çok rahatlıkla çürütmektedir. Zaten onların İslam’dan çıktıklarını deklare ettikleri zevatın İslam’dan çıkmadıkları, bizzat, onların günümüze kadar süren etkilerine bakıldığında, Hâricilerin iddiasının pek de geçerli olmadığı ve bir insafa dayanmadığını göstermektedir.

İlk Hârici fırkalar…

-Hâricî Hâricî’ye karşı -

Müellif Hârici fırkaları anlatmaya başladığında Ezarika için, ilk dört halifenin döneminin sona ermesinin akabinde “Onlardan sonra İbnu’l-Erzak ve taraftarları ortaya çıktı” notunu düşüyor. Onları, yaptıkları yanlışlardan dolayı eleştirmektedir. Onlarla ilgili birçok düşüncesini, ‘kendince’ Kur’an’dan hareketle serdetmektedir. Bunlardan en öne çıkanlarından biri şu olsa gerek; “Recmi inkâr ettiler. Oysa Allah resulü, Eslem kabilesinden birini recmetti ve bu hadise, bu konuda sünnet haline geldi.”(s.72)

Aslında, kendi yaşadığı dönemde, indi görüşlerini bizzat Kur’an’ın ve dolayısıyla Allah’ın ayeti olduğu konusunda kesin ısrarlı olması bir yanlışlık eseri olmakla birlikte, Ezarika’nın da bazı düşünce ve uygulamasının Kur’anî olmadığını belirtmektedir İlk Hârici fırkalar, yukarıda belirtmeye çalıştığımız Ezarika ile birlikte, NecadâtMürcie ve Fetene’den bahsetmektedir.

Burada itikadi temeli bulunan ve Müslümanları ‘yapıp ettiklerinden dolayı’ tekfir edecek kadar işi ileri vardıran Hâricilerin tüm fırkaları ile birlikte, Müslümanlar arasında, salt hakikati anlatma adına’ fitneye dönüştüğünü, şimdi yaşayan ardıllarının görmesi gerekmez miydi?

Belki de bundan dolayı, o yapıların, dünde olduğu gibi bugünde Müslüman kitlelere pek sıcak gelmediği hakikatinden yola çıktığımızda, yanlışı ve doğrusuyla, birisinin “temekkün”,(2) bir diğerinin de “inzar”(3) düşüncesi üzerinden kendi kitlelerini ayakta tutma çabaları, Hâricilik gibi itikadi yapılara yer vermemeyi sağlamıştır. Tabii ki, bu iki ana paradigmanın, kendilerini Kur’an’ı hareket noktası kılarak değiştirmeye çalışması da gereklilik kazanmaktadır. Bunun da mutlaka belirtilmesi icap etmektedir.

İlk bölümde sırayla, peygamberler, Hz. Muhammed(s)’in kendi döneminde var olan ‘dini grupları incelemekte; bu ilk bölümün ikinci kısmında ilk dört halifeyi siretleri bağlamında bir değerlendirmeye tabi tutmaktadır. Tabii ki, bu bölümlerin tasnifi müellife ait olmayıp, editöryal çalışmanın bir ürünüydü… İkinci bölümde Hârici blokta bulunan ve ilk dönem fırkalarından olan; Ezârika, Necedât, Mürcie ve Fetene ile ilgili görüşler belirtilmiş bulunmaktadır. Üçüncü bölüm, müellife ait olmakla birlikte, bu bölümün adı olan “Sonuç ve Temenniler” başlığı, kitapta bir dipnot olarak; “Bu başlık, metnin içerik ve anlamı dikkate alınarak tarafımızdan eklenmiştir.” Vurgusu öne çıkmaktadır.

Zekvan, eseri okunduğunda, harici olup var olan mevcudu elde tutmayıp onu dağıtan bir yapıya sahip olmasına rağmen, kendi bütünlüğü içerisinde kalıp mantığını kullanarak “kendilerini haklı çıkarırcasına” Allah, İslam, peygamber ve ilk iki halife ile ilgili hemen herkesin kabul edeceği bilgileri, okuyucuyu doyuracak bir şekilde vermesine rağmen, sora son iki halifeye, yani Hz. Osman ile Hz. Ali’ye gelince, bu kez mantığını, “onların imhası için” kullandığı görülmektedir. Yani, “onları” vur öldür! Zaten her iki halifede öldürüldü!

Hz. Osman’a yönelik tavır…

Müellif, ilk dört halifeden olan Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer’in siretini aktarırken sade ve samimi bir dil kullanmakta, ama Hz. Osman ve Hz. Ali ile ilgili ise, onları ‘yapıp ettiklerinden dolayı(!)’ kâfir ve haliyle de dinden çıkmış olduğunu belirtmektedir. Onu, ilk iki halifeyi anlatmaya çalıştığı üzere göreve başladığını belirterek, bilahare “…Sonra nihayet vakit geldi ve Osman dünyaya meytletti, sünneti değiştirerek bid’atler ortaya çıkardı.”(s.58) diyor…

Yeri gelmişken söyleyelim; çok ilginçtir; Sünni kelâm ekolü olan Eş’ariliğin en önde gelenlerinden biri olan İbn Furek’te Hz. Ali’nin(ra.) halife seçilme şeklini, o güne dek var olup uygulanmadığı için, bid’at kabinden ele almakta ve o şekilde değerlendirmektedir.

Mutlaka Hz. Osman döneminde, ‘çevresinde bulunan ve hasbelkader çeşitli görevlerde bulunan birçok kişinin kendisinin rızası’ dışında hareket etmelerinin faturası –mutlaka haberi olmalıydı- ona kesilmezdi, ama iş başındayken yapılan bazı yanlışlar olmuş olsa bile, bunlardan hareketle bir Müslüman’ı suçlamak ve onu kâfir ilan etmek adalete, hakka ve hukuka sığmazdı. Dikkat edilirse, istisnaları olmakla birlikte, itikadi mezhep olarak karşımıza çıkan ‘düşünsel formların’ büyük bölümünün temelinde salt bir düşünce olgusu aranacağına, o yapının çıktığı siyasal, sosyal ve kültürel zeminlerin etkisi dikkate alındığında, Hâricilerin genel anlamda Hz. Osman başta olmak üzere, Hz. Ali ile ilgili ‘kesinlikli kararları’ salt Kur’an’ın mesajından ziyade, kendi oluşturduğu şartların ürünü olarak öne çıkmaktadır.

Hz. Ali’ye yönelik tavır…

Müellif Hz. Ali ile de şunları söylemektedir; İnsanlar “…Ali’ye biat ettiler. O gün, insanlardan hiç kimse, onunla ilgili olarak “Ali adil olmayan bir şekilde hükmetti, bir haddi uygulamadı veya adaleti olmayan bir şekilde taksimatta bulundu” demeye güç yettiremedi.” (s.65)

Müellif, Hz. Ali ile ilgili olarak, insanların, yani Hz. Ali’nin ilk hilafet döneminde o’na yönelik olarak tavırlarını objektif bir şekilde serdederken, bir başka yerde, bu kez, Hz. Ali’yi ‘Müslüman olarak görmeme düşüncesine atfen şu ifadeleri, kendi Hâriciliklerinin teyidi, olan bu ifadeler dikkat-i caliptir; “Müslümanlar(4) Ali’nin Allah’ın hükmünü alay konusu haline getirdiğini, hidayet üzere olanların yolundan yüz çevirip fitne ortaya çıktığı anda insanların uğrunda cihat ettikleri işi terk ederek Allah’ın dini konusunda Allah’tan başkasını hakem tayin ettiğini…” (s.68)

Günümüze bakarken…

Ne dün hemen her şey süt limandı ve ne de bugün her şey karmakarışık.

Dünün kendine göre zorlukları, kolaylıkları, doğruları ve yanlışları vardı.

Bugünde birçok zorluklar, kolaylıklar, doğrular ve yanlışlar var ve “bir kısmı” aynen olduğu gibi kalacak olsa da, bazı şeylerin değişmesi gerekir.

Bu bir temenni olup, o temenniye bağlı olarak “güven ve sükûn içerisinde” yaşamak tüm insanların “vaz geçilemez” hakkı olmalı…

Bu doğru ve yanlış durumu, birçok alandan ziyade, başta dinlere -özellikle de İslam için öngörülen- inanç formları ve “çağdaşlık saikiyle de ideolojiler birer paradigma(inanç) kümesi olarak kendini göstermektedir.

Bu inanç formlarının, o da iyi niyetle söylersek; ilk oluşturuldukları dönem sonrasında, değişen şartlar ve o şartların vs. var olan  paradigmanın değişip farklılaşması adına kullanılması sonucu inanç çehre değiştirecek ve mal, mülk cinsinden bir miras misali elden ele geçecek ve gelip hakikati önünü tıkayacaktır.

İşte, birçok itikadi/inanç mezhebini –siz buna paradigmada diyebilirsiniz- belki de hiç yeri yokken –seküler ideolojik kümeler hariç- İslam’a nispet edilen ve haliyle yanılma payı bırakılan bir görüş olmaktan ziyade, onu değişmez, hatta din kendisi sayarsanız, geçmişte olduğu gibi günümüzde de Haricilik gibi bir heyula ile muhatap olup onunla cebelleşip durusunuz.

Geçmişte de olduğu gibi günümüzde de var olan bu heyula “Haricilik” olarak karşımıza çıkmaktadır.

Gerçi kaynaklara bakıldığında, günümüzde, anlam açısı bir tarafa, mezhep formu içerisinde sadece, İbadilikten, yani İbadi mezhebinden bahis açılmaktadır.

O da, Haricilik akımı içerisinde dünden bugüne elde kalan tek mezhep olup, oldukça mutedil(ılımlı) bir çizgide bulunmaktadır.

Form açısından böyle olmakla ve mutedilliği kuşanmakla birlikte, Haricilik dışına bulunan mezhebi formlara mensup olup da, yaşadığı coğrafyanın, yaşadığı ülkenin, toplumun “aşılamaz şartlarına takılıp kalıp radikalleşen ve bir yandan da küresel emperyalizm karşısına çıkıp çözüm üretemeyen, hatta onlardan yana olup onlara yakın duran “başkanların, sultanların ve ilmini konuşturamayan âlimlerin, aydınların ve entelektüellerin acziyeti karşısında pecmürde hallere düşülmesine yönelik tepkiler Haricilik gibi belki birçok konuda haklı, ama sakıncalı formları öne çıkarmaktadır.

Bu durum Müslümanları üzmekle birlikte başta ABD olmak üzere bir bütün olarak Batı’yı, onun küresel karakterli emperyalizmini “geride kalan dünya açısından” haklı(!) çıkarmakta ve işi yokuşa sürmektedir.

Bundan önce emperyalizmin düşmanı 70’lerden itibaren İran ve dolayısıyla Hizbullah vb. devletler ve örgütler –onların ABD nezdinde konumları değişmediği halde- ve belli bir oranda Afganistan iken, bu kez İkiz Kulelerin, o da “sözde” bombalanması vb. üzerinden Usame b. Ladin ve şurekâsı saikiyle Selefiler ya da kullanılışlı bir aparat fikir cinsinden Haricililer olarak tanzim edilmiş, belirlenmiş ve belirtilmiştir.

Anlaşılan o ki, Haricilik, ta ilk günlerinden bugüne Müslümanlar arası vahdet(birlik) düşüncesinden hem anlayış ve hem de teknik açılardan yoksun olduğu/bırakıldığı için olsa gerek, etkisi yıkıcı olsa da, müntesibinin azlığı sonucunda belli bir alan kaplamamıştı.

Ama onun hatırı sayılır bir alan kaplayamamasına rağmen, Şiilik ve Sünnilik içre yapılan doğru işlerle birlikte, hayatın her alanında yapılan yanlış işlere binaen alınan “kötü sonuçlara bakıldığında” oluşan bu boşluğu seküler ideolojiler ile birlikte Selefî akımlarla birlikte, kurum olarak ortalıkta görünmese de anlam ve etki açısından Haricilik gibi sakil akımlar doldurmaktadır.

Şiilik ve Sünnilik gibi akımlar adına yapılan yanlış işler, insanları “ideolojik olmasa da” teknik açıdan Batılı kavramlara yöneltmekte ve buna bağlı olarak İslamcılık saikiyle de yapılan çalışmaların çoğu kez yetersiz kalması sonucu, oluşan boşluğu Selefilik ve Haricilik doldurmaktadır.

Dipnotlar:

1) es-Sire, Salim b. Zekvan, Bir Hârici/İbâdi Klasiği

Ankara Okulu Yayınları 1.Bas. Ankara, 2016

2) Temekkün; Mekânlaşmak, yerleşmek. Konumuz açısından bakıldığında, "Sultanın yanında rütbe sahibi olmak" anlamlarına geliyor...

3)İnzar; Erteleme, geciktirme. İmhal...

4) Müellifin, burada ‘Müslümanlar’ ifadesinden, sadece ilk dönem Ha3ricilerini kasdettiğini bilmeliyiz…

 

Kaynak: hertaraf.com