Ha din musikisi ha dini müzik

Akif Beki, yeni "drama ve dini musiki kursiyerleri"nin mezuniyeti dolayısıyla, DİB Başkanı Ali Erbaş’ın törende yaptığı konuşmaya atıf yapıp halen “musiki ve “müzik” kelimelerinin farklı anlamlarda kullanılageldiğini belirtiyor.

Ha din musikisi ha dini müzik

Diyanet Akademisi, yeni "drama ve dini musiki kursiyerleri"ni mezun etmiş.

Kursiyerler de tören sonunda bir "musiki konseri" vermiş. Niye "müzik konseri" değil?

Beşinci mezunlarını veriyorlar.

Diyanet İşleri Başkanı Erbaş, "dini musiki ve sahne sanatları eğitimi alan kursiyerleri tebrik" etmiş.

Erbaş'ın konuşmasını genel hatlarıyla beğendim.

Ama bir mesajına itirazım var.

"Bizim musikimiz camide doğmuş ve camiden yayılmıştır. Türk musikisinin kaynağı cami musikisidir" diyor.

Öyle mi gerçekten? Yoksa bu söylemin arkasında hala aşamadığımız yüzyıllık önyargı ve takıntılar mı yatıyor?

Makam müziğimizin büyük bestekarlarından Hacı Arif Bey, büyük yorumcularından Hafız Burhan ve Münir Nurettin camide yetişmedi oysa.

Davullu zurnalı mehter takımını kaldıran Sultan Mahmud, yerine borulu trampetli Batı bandosunu kurmadı mı?

Gazelhanları, mevlithanlarıyla müziğimizin büyük üstatları, bu Muzıkayi Hümayun'da yetişmediler mi?

Saray müezzinleri de buradan çıkardı.

Batı hayranı Sultan Abdülhamid döneminde ilerledi. Muzıkayi Hümayun’a opera, tiyatro, orkestra ve orta oyunu ile Karagözcülük gibi gölge oyunu bölümleri katıldı.

Erbaş Hoca'nın dediği, Batı müziği ve sanatındaki sıçrama için kısmen geçerli olabilir.

Batı'da da kiliseden doğmadı elbette müzik. Ama diğer sanat dalları gibi kilisenin himayesine ve başı çekmesine çok şey borçlu.

Rönesans'la birlikte kilise müziği, Batı'da klasik müziğin gelişimini etkiledi, esinledi.

Modern türlerde de sürdü bu etkileşim. Kilisenin gospel müziği, cazdan sonra çıkmadı, caz gospelden sonra çıktı.

Ray Charles'ta gospel, caz, rock, country ve pop iç içeydi. "It Must Be Jesus" ilahisinden "I Got a Woman" gibi bir seküler hit türetti.

Nina Simone, kilise korosundan geçti.

Bırakın kendi müziklerini, Bizans'tan kalma Ortodoks kilisesi müziği, bizim makam "musikimiz"e bile etki etmiştir.

Yine de biri diğerinden doğmuş olmadı, iddialı konuşmazsınız.

Kilise müziğiyle aynı sırada, Batı'da İncil öykülerini canlandıran sokak tiyatrosu popülerdi. Shakespeare ve şehirli tiyatrosu daha doğmamıştı. 16. yüzyıl sonlarına kadarki devinim, onların doğuşunu hazırladı.

Noel, Paskalya Yortusu gibi dini günlerde İncil'in mesajı, "mystery" denilen oyunlarla yayılırdı.

Yani Shakespeare'i de modern tiyatroyu da doğuran öncü tiyatrolar, diniydi.

"Asılacaksan kuzu için değil koyun için asıl" sözünü içeren ünlü bir oyundan bahsedilir.

Derdi, çalacaksan büyük çalmaya teşvik etmek değildir.

İsa'nın dolaştığı Filistin tepelerindeki çobanların döngüsünü anlatır.

Aslında oyun; vergi yükü altında ezilen halkın zenginlere, yoksul taşralının seçkin kentlilere isyanıyla doludur.

Tabii sonunda, dinle avunulur.

Aç çobanlardan biri, emanetindeki bir kuzuyu çalmış ve arkadaşlarına yakalanmıştır. İdamlık suçtur. Neyse ki din merhametiyle bağışlanacaktır.

İlk yerli operamızın adı da "Kenan Çobanları"ydı. Bağımsızlık savaşımızın ateşli kalemlerinden Halide Edip yazmıştı. İlkin 1918’de, Robert Kolejde sahnelenmişti.

Yerli ve milli şairimiz Süleyman Nazif, izleyenler arasındaydı. Bittiğinde, “Fener patriği teravih namazı kıldırıyor sandım” dediği nakledilir.

Hazırcevap şairimiz, Batı işgaline direnen bir Milli Mücadelecinin, derdini Batı sanatıyla anlatmasını yadırgamış görünüyordu.

Bugünse Diyanet İşleri Başkanı, dinin mesajını Batı sanatıyla ulaştırmayı savunuyor. Teşvik edip özendiriyor da.

Fakat kullandığı dile, kolladığı hassasiyetlere bakınca...Yüzyıllık gecikmeye rağmen, şekilci takıntılarımızın da hala yerli yerinde durduğu anlaşılıyor.

Hem de Batı hayranı, Batı özentisi görünmeme gibi kompleksleri geride bırakamadığımız için kaybettiğimiz zamana rağmen.

Mızıkayi Hümayun mu, Muzıkayi Hümayun mu? Musiki mi, müzik mi? Özü değişirmiş gibi lafza, şekle takılıp kalıyoruz.

Kurtulamadığımız şu Doğulu-Batılı ikilemini az kaşırsanız, altından hemen piyano ile kanun, kemanla bağlama, alaturka ile alafranga karşıtlıkları çıkıverecektir.

Hangisini seçtiğimiz, kimliğimizi ve aidiyetimizi belirlermiş gibi.

İlahilerimizi piyanoyla çalarsak, tekkeye kilise adeti sokmaktan korkuyoruz. Tartışma, müzikalden dini değerlere dönebilir her an.

Batı'da, kilise korosu ve dini oyunlar öncü roldedir.

Bizde ise cami-tekke değil, saray korosu ve tiyatrosu önden gitti. Cumhuriyet devrimleri, takip etti.

Diyanet, şimdi yerinden kalkmış geriden gelmeye çalışıyor. Ürkek adımlarla, aheste aheste.

Şarkımız, "brother Ray" Charles'tan ağır ağır gelsin öyleyse:

"I Got a Woman".