Gündelik hayatı ve siyaseti şiddetten arındırmak için

B. Berat Özipek, şiddetin, tüm partiler açısından siyasilerden fertlere, fertlerden de siyaset kurumuna yönelmesi durumunu “altın kural”olarak; “Sana yapılmasını istemediğini başkasına yapma” şeklinde ele alınmasını salık veriyor.

Gündelik hayatı ve siyaseti şiddetten arındırmak için

Gelin bir mutabakatı yerleştirelim.

Birini dövmek siyasi kastla yapılmış olsa bile siyasi eylem değil adi suç kabul edilsin ve ona göre muamele edilsin.

Değil yumruk, izinsiz dokunmak veya fiske vurmak dahi siyasetin gündeminden çıkarılsın.

Saldırgan kahramanlaştırılmasın, suçu yüceltilmesin, izah edilmesin. Birini dövüp onu sosyal medyasına koymak kimseye prim getirmesin.

“Beğen” ile beslenenler bu adi suçu işlediklerinde kendi tarafının siyasi liderlerinden veya önemli isimlerinden umduklarını bulamasınlar.

Evet, her toplumda kreş basanı bile öven çıkar. Ama suçlu, o övgüyü kanaat önderlerinden alamasın, işlediği suç siyasilerce kınansın ve mahkûm edilsin.

Saldırganın da saldırıya uğrayanın da kimliğine bakılmasın. Mağdur, daha önce başkaları uğradığında görmezden gelmiş hatta saldırıyı doğrudan veya dolaylı biçimde onayladığını göstermiş olsa bile ona aynısı yapılmasın.

 

Özgür Özel örneği

CHP lideri Özgür Özel’in uğradığı yumruklu saldırı, konuyu bu ahlaki tutum üzerinden ele almanın ne anlama geldiğini açıklamak için çarpıcı bir örnek oluşturuyor.

Çünkü kendisi haksız bir saldırının mağduru. Ama sadece bu sebeple değil. Aynı zamanda o, başkası benzer şekilde saldırıya uğradığında aldığı haksız tavır sebebiyle de üzerinde konuşulması gereken bir örnek.

Kendisi bu yılın başında, başka bir kişi yumruklu saldırıya uğradığında kurbanı değil gözaltına alınan saldırganın ailesini arayıp ona geçmiş olsun demişti.

Hatırlayalım, bir apartmanda temizlik görevlisi olarak çalışan İsmail Aydemir, elinde Tevhit bayrağı ile Filistin’deki soykırımı protesto etmek için yolda yürürken birinin yumruklu saldırısına uğramış ve yaralanmıştı. Onun hiç tanımadığı birisinin saldırması karşısında duyduğu şaşkınlık ve çaresizliğe TV’ler aracılığıyla herkes şahit olmuştu. CHP lideri Özgür Özel o olayda saldırıya uğrayıp ağzı burnu kan içinde kalan İsmail Aydemir’i değil gözaltına alınan saldırganın ailesini arayıp ona “geçmiş olsun” demişti.

Sadece o da değil. Tanınmış bir gazeteci “ellerin dert görmesin” diye yazmış, Ankara Barosu döven değil dövülen hakkında tevhit ve hilafet bayrağı taşıdı diye suç duyurusunda bulunmuş, CHP İstanbul Gençlik Kolları ise daha ileri giderek saldırganın posterini yapıp bayraklaştırmıştı.

Konuyu Sırrı Süreyya Önder’e bağlayan ilginç bir bağlantı da var bu hadisede. İki siyasetçi arasındaki farkı da gösteren ilginç bir bağlantı.

Yıldıray Oğur’un “Bu işin Sırrı” başlıklı yazısı, kaderin bir cilvesi gibi bir bağlantıdan söz ediyor. Çünkü elinde tevhit bayrağı olduğu için dövülen apartman görevlisi İsmail Aydemir, Sırrı Süreyya Önder’in yaşadığı sitede apartman görevlisiydi ve yumruk hadisesi üzerine Aydemir’i işten atmak isteyen site sakinlerine karşı onun hukukunu da Önder korumuştu.

 

Önder’in cenaze töreni yeni bir başlangıç olsun

Sırrı Süreyya Önder’in cenazesinde CHP lideri Özel’e yapılan yumruklu saldırı sonrası başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere siyasetin tüm aktörlerinden gelen ve saldırıyı net biçimde kınayıp mahkûm eden mesajlar önemli ve değerliydi.

Bu vesileyle ben de kendisine geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Özel’in saldırının ardından Başkan Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisini aramış olmasının çok değerli olduğunu vurgularken dile getirdiği “bu saldırıyı siyaset kurumuna yapılmış bir saldırı olarak görüyorum…. Atılan yumruk siyasette şiddeti savunanları mahcup eder. Bundan sonra ümit ediyorum, yeni bir milat olur” tespit ve temennisi de böyle bir ahlaki mutabakatın yerleşmesi bakımından önemli.

Özel’in dediği gibi “Sivil siyaseti savunmak, şiddeti dışlamak ve birlikte çalışmak mecburiyetindeyiz…” Bunu ötekinden, kendisinden mağdur payesi bile esirgenecek kadar hor görülenden, İsmail Bey’den başlayarak yapmak iyi olurdu. Ama bu yapılmadı.

O test kötü bitti.

Bununla beraber bugün başka testler var, önceki sınavdan kalanlar için. Mesela üstüne CHP Otobüsü sürülen polise yönelik şiddeti mahkûm etmek gibi; polisin hukukunu korumak gibi; bu şiddeti izah etmemek, mazeret bulmamak ve savunmamak gibi.

Bu yapılabilir mi?

CHP “ahlakın altın kuralı”na uygun bir politika izleyebilir mi?

Geçmiş bu bakımdan ümit vermiyor. Anadil yasağından başörtüsü yasağına veya katsayıya kadar CHP’nin başlattığı veya desteklediği tüm bu hak gaspları, siyasi olmaktan öte ahlaki bir sorunu ifade ediyordu ve “sana yapılmasını istemediğin…” kuralının kabul edilmediği anlamını taşıyan bu yasaklarla yüz yıl geçti.

Bugüne gelecek olursak, bir insan otobüsü başka bir insanı ezme pahasına üstüne sürüyor. Üstüne otobüs sürülen son anda kendisini yana atarak ezilmekten, ölümden kurtuluyor. Birileri de bu dehşet verici suça engel olmuyor.

Bugünkü test bu.

Milletvekili, polis, sağcı, solcu, iktidar, muhalefet… bütün bu kimlikleri ve görüntüyü kıran ve bulanıklaştıran ideolojik gözlükleri bir yana bırakarak bakarsanız gördüğünüz bu olacaktır.

Ama gördüğüm kadarıyla bu test de şimdiden kaybedilmiş gibi.

 

“Ahlakın altın kuralı”

“Ahlakın altın kuralı” basittir: “Sana yapılmasını istemediğini başkasına yapma” şeklinde, kolay anlaşılabilir ve uygulanabilir bir kuraldır.

“Peki şiddete maruz kalmak bu altın kuralı çiğneyenlerin başına geldiğinde ne yapmak gerek? Bu durumda da mı kural izleyici olmak gerek?” diye soran olabilir.

Evet, çünkü bir saldırı söz konusu olduğunda mesele A veya B şahsı değildir; bize rehberlik etmesi gereken ilke de onların adalet duyguları değildir. Saldırıya uğramama hakkı kişilerin öznel durumlarından bağımsız olarak her durumda herkes için geçerlidir. O kişinin şiddete dair sicilinin bir önemi yoktur. Hukukun üstünlüğü de “kişilerin değil kuralların yönetimi” demektir.

Dolayısıyla şiddete her durumda kategorik olarak net ve ilkeli biçimde karşı çıkan kişiye de bir suçu kimin işlediğine ve kime yöneldiğine bağlı olarak ilkesizce destekleyebilen kişiye de aynı şekilde muamele edilir. Kişisel iyilik kötülük meselesi değildir bu. Adil bir davranış kuralının yerleştirilmesi meselesidir.

İnsan onuruna yaraşır medeni bir toplumda yaşama idealiyle bağlantılı bir taleptir aynı zamanda.

 

Aymazlık değil basiret

Siyasette ahlaki kuralları kişilerden ve onların tutumundan bağımsız olarak savunmak ve bunu yerleştirmek safdillik, aymazlık veya romantiklik değil gerçekçilik ve basirettir.

Çünkü hem insan onuruna yaraşır biçimde güven içinde yaşamak için buna ihtiyacımız var hem de hepimizin ortak faydasını çoğaltmak için.

Eğer üzerinde yeterince düşünürsek, bu mutabakatı sonuçlarından bağımsız biçimde ilkesel düzeyde savunmakla fayda üzerinden savunmanın da bizi aynı noktada buluşturabildiğini anlayabiliriz.  

Başka bir ifadeyle, faydamıza dair sağlıklı bir analiz de bize şiddeti mahkûm etmeye dair ahlaki ilkeyi tesis etmemizi söyler.

Bu bizi öngörülemeyen sorunlar ve hayatın karmaşık düzeni içinde yanlış yapmaktan da korur.

Şöyle ki, bazen faydaya dair muhakememiz bizi yanıltabilir. Bazen bir tuzak varsa göremeyebiliriz. Böyle durumlarda kural izleyici olursak, kar ve zarara dair dar muhakemelerimize göre değil ahlaki ilkelere göre tutum alabilirsek, öngöremediğimiz risklere karşı da güvencede olabiliriz.

Konumuz açısından, eğer saldırı münferit değil de planlı bir sabotaj ise (ki öyle olma ihtimali çok) ve amaç Sırrı Süreyya Önder’e duyulan sempati üzerinden toplumun barışı daha fazla düşünmesini ve konuşmasını engellemek ise bu tuzağa düşmemek, yeni bir iktidar-muhalefet polemiğiyle buna izin vermemek gerekir.

Yok eğer saldırganın amacı sadece bireysel şov ise o hevesi kursağında koymak için de yapılması gereken aynıdır. Seyircinin suçu itibarsızlaştırdığı bir “şov”un potansiyel saldırganlara cazip gelmesi ihtimali daha düşük olacaktır.

Her hâlükârda adil davranış kurallarını izlemek sigortadır.

 

Bu mutabakatı yerleştirmek mümkün

Dün İstanbul Şişli’de bir kadın, 34 yaşındaki Bahar Aksu, boşandığı kişi tarafından vurularak öldürüldü. İnsanın adalet duygularını yaralayan akıl dışı, vicdan dışı bir zalimliğin ve ona eşlik eden şiddetin şehrin ortasında can alması herkesi sarsmalı ve düşündürmeli.

Çünkü günler gelip geçerken biz yeni kuşaklara iyi bir miras bırakmak için elimizden geleni gereği gibi yapmıyoruz.

Böyle yaşamak istemiyorsak, şiddetin gündelik hayatın her alanından elbirliğiyle kovulmasını sağlayacak bir mutabakatı tesis etmek zorundayız.

Şiddeti siyasetten kovmak da bu arınmanın bir parçası. Üstelik de en zor olmayanı. Çünkü o çok kullanılan kalıp var ya, “şiddet kimden gelirse gelsin…” diye başlayan, işte onu sahiden kabul etmek ve uygulamak yeterli.

İktidarın ve muhalefetin Özel’e yumruklu saldırı sonrası açıklamaları güzeldi. Siyaset kurumunu saldırıya karşı birlikte korumak, sivil siyaseti savunmak, şiddeti dışlamak ve birlikte çalışmak da kimsenin itiraz edemeyeceği doğrular.

Geriye, siyasi rekabetin en keskin anlarında bile bu doğruları sahiplenmek kalıyor.