Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Göstergebilimsel Bir Darbe: 15 Temmuz’un Sembolik Şiddeti

İmdat Demir, imdatdemir.com’da “Göstergebilimsel Bir Darbe: 15 Temmuz’un Sembolik Şiddeti” başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Göstergebilimsel Bir Darbe: 15 Temmuz’un Sembolik Şiddeti

Tiyatro Perdesi Demokrasi Maskesiyle Açıldı

15 Temmuz 2016, Türk siyasi tarihine kara bir milat olarak geçti; fakat bu tarihsel kırılma, bir darbe girişimi olmaktan çok, siyasetin ve toplumsal hafızanın manipüle edilerek yeniden inşa edildiği kapsamlı bir simülasyondu. Gerçeklik yerine simülasyonun tercih edildiği bu gece, sadece bir askeri kalkışma değil, aynı zamanda iktidarın kendi hikâyesini kutsamak için sahneye koyduğu politik tiyatronun başlangıcıdır. Bu sahnede “figüran”lar, “rejisör”ler ve “mağdur halk” kavramları, kimin gerçeği yaşadığı, kimin kurguyu tükettiği sorusunun önüne geçmek için kasten yaratılmış maskelerdir.

15 Temmuz 2016 Gecesi Türkiye’de bir darbe girişimi yaşanmadı — bir tiyatromsu sahnelendi. Figüranlar, emir komuta zinciri dışındaki askerî unsurlardı; mağdur rolünü halka biçmişlerdi, rejisörlük ise doğrudan siyasal iktidarın kendisindeydi. Bu, halkı sokaklara döken, ama aynı halkın iradesini yerle bir eden bir kurguya dayanıyordu. Tankların paletleri demokrasinin üzerine değil, halkın aklının üzerinden geçti.

TRT’den okunan bildiriler değil, günler öncesinden yazılmış bir senaryonun satır aralarıydı. Erdoğan’ın mitik kahramana dönüştürülmesi, halkın birleştirildiği iddiası, hainlerin simgeleştirilip ötekileştirilmesi, olayın kendisinden çok, onun iktidar odakları tarafından üretilen anlamının ön plana çıkmasını sağladı. Bu anlatı, sadece hafızayı şekillendirmekle kalmadı, aynı zamanda toplumsal gerçekliği de tekelleştirdi; farklı sesleri, eleştirel perspektifleri yok saydı, susturdu. Bu girişim, iktidarın mutlak tahakkümünü kurumsallaştırdığı tarihsel kırılma anıdır; bir kalkışmadan çok, bir kurbanın celladına sarılma hikâyesidir.

Daha da vahimi, bu simülasyon aracılığıyla sivil iktidar “güç” olarak değil, otoriter tahakküm biçimi olarak güçlendi. Başkanlık sistemine geçiş, bir meşruiyet simülasyonu eşliğinde sunuldu; “istikrar”, “milli irade” gibi kavramlarla maskelenen bu süreç, aslında demokratik denetim mekanizmalarının işlevsizleştirilmesinden başka bir şey değildi. Roland Barthes’ın “mitolojiler” teorisi çerçevesinde baktığımızda, bu yeni rejim mitolojisi, sorgulamayı, eleştiriyi yok eden teolojik bir metin haline geldi. Eleştirel düşünce değil, dogmatik bağlılık talep eden bir siyasi kültür yaratıldı.

 

GÖSTERGEBİLİMSEL BİR DARBE: 15 TEMMUZ’UN SEMBOLİK ŞİDDETİ

 

Erdoğan’ın 15 Temmuz darbesi sonrası elde ettiği güç, Türkiye tarihinde görülmemiş ölçüde “sivil” görünebilir; ancak bu güç, demokrasiye hizmet eden bir kazanım değil, iktidarın kişisel çıkarlarına tahvil edilen bir araçtan başka bir şey değildir. Erdoğan, eline geçen bu otoriteyi Türkiye’yi demokratikleştirmek için değil, muhalefeti susturmak, toplumsal muhalefeti sindirmek ve kendi rejimini perçinlemek için kullandı. Darbe bahanesiyle demokratik kurumlar ve hukuk devleti ilkeleri ağır darbe aldı, bu süreçte “sivil” görünüm, maskelenmiş otoriterleşmenin kamuflajına dönüştü. Bu açıdan bakıldığında, 15 Temmuz sonrası sivil hükümetlerin kazandığı güç, halkın özgürlüklerini değil, iktidarın baskı aygıtlarını büyütmüş ve demokratik meşruiyeti tahrip etmiştir. Kısacası, tarih sahnesinde “sivil güç” diye sunulan bu gerçeklik, demokrasi adına değil, otoriterlik adına bir başarıdır; sahnelenmiş bir illüzyondan ibarettir.

Bu giriş yalnızca bir iddianın değil, bir söylemin anatomisidir. Göstergebilim açısından “tiyatro”, burada olayların kurgusal doğasını değil, bu olayların nasıl sahnelendiğini, seyirciyle (yani halkla) nasıl bir etkileşim içine girdiğini vurgular. Sahneye çıkanlar, rollerini önceden belirlenmiş bir rejim senaryosunun parçası olarak oynarken; seyirci, yani toplum, hem “alkışlayan” hem “figürasyon” olarak işlev görür. Bu, Baudrillard’ın “simülakr” teorisini anımsatır: Ortada gerçek bir darbe değil, gerçekliğin temsili vardır; temsili o kadar baskındır ki, artık gerçeğin kendisine ihtiyaç yoktur. Erdoğan’ın hem mağdur hem kahraman figürü olarak yazılması, klasik dramatik yapıdaki “trajik kahraman” mitinin güncel bir versiyonudur. Hermenötik olarak ise bu girişim, sadece olayların kendisiyle değil, olaylara atfedilen anlamlarla, anlatılarla ve bu anlatıların halk nezdindeki kabulleriyle ilgilidir. Bu nedenle 15 Temmuz’un açılış perdesi, aynı zamanda anlamın yönlendirildiği, çoklu anlamların yerini tekil yoruma bıraktığı bir epistemolojik müdahaledir.

Kontrollü Darbe: Kurgu ile Hakikatin Yer Değiştirmesi

15 Temmuz’un en temel sorunu, ne olduğundan çok, nasıl anlatıldığıdır. Göstergebilimsel olarak bu darbe, bir “gösteri” biçiminde düzenlenmiş, kamuoyuna bir politik mesaj olarak servis olarak pazarlanmıştır. Kamu binalarına saldıran askerler, köprüleri kapatan tanklar ve TRT’de zorla okutulan bildiriler, “kötülüğün teatral temsilleri” gibi davranır. Bu temsiller, doğrudan izleyici olan halka yöneltilmiştir. Halk burada hem izleyici hem de eylemci olarak kodlanmış, kendi rolünü senaryo gereği “kendiliğinden” oynamıştır.

Kurumların “buharlaşması” yaşananın sadece sembolik bir tahribat olmadığını; aynı zamanda devletin temel işlevlerinin içinin boşaltıldığını, kurumların sadece imaj ve propagandaya hizmet eden kuklalara dönüştüğünü açıkça ortaya koyuyor. Yargı bağımsızlığını kaybetti, adaletin yerini “milli hassasiyet” ambalajında paketlenmiş partinin ideolojik kodları aldı. Eğitim, bilimi değil entegrist ideoloji merkezli itaatkâr nesil yetiştirmeyi amaçlayan kıyıcı bir makineye dönüştü. Bu, artık kurumların değil, simülasyonların işlediği bir hipergerçekliktir. Yani devlet işlevsel gerçeklikten kopup, temsilin temsilcisine teslim olmuştur.

Erdoğan’ın parlamenter sistemin hantallığından dem vurarak etkinlik iddiasıyla dayattığı başkanlık sistemi ise aslında inisiyatifin ve bireysel sorumluluğun ölümüdür. Günümüzde karar alma süreçleri tamamen merkeze, tek bir adamın sarayına kilitlenmiş durumda. Foucault’nun iktidarın mikro-mekanizmaları kavramı bu bağlamda elzemdir: Devlet sadece yasalarla değil, zihinler ve bedenler üzerindeki sürekli gözetimle hükmediyor. Bürokratik felç, bu mikro denetimin en somut sonucudur. Karar verme özgürlüğü elinden alınan bireyler, etik özne olmaktan çıkarak prosedürel itaatin soğuk makinalarına dönüşüyor.

15 Temmuz’un siyasi travması, yalnızca mağduriyetin tekelleşmesi anlamına gelmiyor; aynı zamanda bu travmanın sürekli olarak iktidarın elinde bir kontrol ve baskı aracı haline getirilmesidir. Kolektif travmanın anlatısı, yalnızca iktidarın versiyonuyla dayatılarak, başka hiçbir bakış açısına izin verilmiyor. Ricoeur’ün tanımıyla “unutmaya zorlanan hatırlama” politikası, toplumsal belleğin çoğulculuğunu reddediyor, travmanın iyileşmesini engelliyor, aksine yeni travmatizasyonlar üretiyor. Böylece mağduriyet, toplumsal iktidarın tekelinde kirli siyasetin malzemesine dönüşüyor.

Hermenötik açıdan bu kurgunun dayandığı zemin, tarihsel hafızanın istismar edilmesidir. Türkiye’nin darbeler tarihi —1960, 1971, 1980 ve 1997— kolektif bellekte “askerî kötülük” imgesiyle kodlanmıştır. 15 Temmuz bu belleği harekete geçirmiş, halkın geçmiş darbelerdeki travmaları yeniden canlandırılarak bir reaksiyon üretmeleri sağlanmıştır. Ne var ki, bu reaksiyonun yönü halkın lehine değil, otoriterliğin lehine çalışacak şekilde örgütlenmiştir.

 

Devamı >>>



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER