Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Gizlenmiş Köylülük ve Topyekûn Çürüme

Tarık Çelenk, büyük oranda Balkan ve Kafkas kökenli cumhuriyet elitlerinin var olan davranışları ile “sağ/muhafazakâr mahallelinin davranışlarının büyük oranda “gizli” köylülük donelerinden oluştuğunu belirtiyor.

Gizlenmiş Köylülük ve Topyekûn Çürüme

Uzun yıllardır ülke siyasetinin toplumdaki arka planı üzerine çalışıyor, özellikle de toplum ile aydın arasındaki ilişkinin niteliğini anlamaya odaklanıyorum. Bu ilgi alanımda, toplumun yönelimlerini belirleyen ve karar mekanizmalarında ağırlık sahibi olan üst çatı kimlik grubu, “mahalle” veya “mahalleler” kavramıyla tanımlamıştım. Gerçi benden önce Şerif Mardin ve Nilüfer Göle gibi önemli sosyolog ve siyaset bilimciler “mahalle baskısı” kavramını literatüre kazandırmışlardı. Ancak benim yaklaşımım, bu kavramı yalnızca sosyal baskı bağlamında değil; aynı zamanda siyasi, ideolojik ve tarihsel bir kümelenme alanı olarak, daha geniş ve derin bir “üst grup” metaforuna dönüştürmek ile sonuçlandı.

Zihnimdeki “mahalle” ve “mahalleli” tanımı; kendi doğrularını sürekli teyit eden, dışarıdan geleni genellikle kuşkuyla karşılayan, üyelerine güçlü bir aidiyet ve güven duygusu sağlayan, fakat bu süreçte entelektüel sınırlarını daraltan, düşünsel anlamda kapalı ve kendi içine dönük bir habitatı ifade ediyordu. Üstelik bu “mahalle” sadece kültürel bir kimlik değil, 75 yıllık demokrasi tarihimiz boyunca sandıkta iktidarın yönünü belirleyen başlıca bir güç odağıydı da.

Uzun yıllar boyunca Sağ mahalleyle ilgilendim; çünkü ondan beklentim yüksekti. Değerler, tarih ve gelenek özde saklıydı. Ancak derinlere indikçe, hayal kırıklıklarım ve çelişkiler de aynı oranda büyüdü. Mahalle, köylülüğünü dönüştürememişti; bilinçaltında sürekli bir “göçebe zihin” taşımakta, entelektüel üretim kapasitesini geliştirememekte ve güçlü önderler çıkaramamaktaydı. Mahallede 1950’den beri Demokrat Parti iktidarıyla siyasi ve ekonomik güç kazanılmış olsa da görgü kazanımını hep ters orantılı gelişti. Bu tespitlerimi, Türk Sağı – Mahalle, Kriz ve Kritik ve Mahallenin Krizinden, Memleketin Krizine adlı kitaplarımda farklı boyutlarıyla işlemiştim.

 

Mahallelerde Sorun İdeoloji Değil Metodoloji

Temelde tartıştığımız mesele, 500 yıldır ihmal ve istismar edilmiş Anadolu köylülüğünün, modernitenin gerektirdiği gerçek kentlilik bilincini, üretim disiplinini, toplumsal ilişki biçimlerini ve görgü platformunu inşa edememiş olmasıydı. Sağ mahalle değil farklı mahallelerde de Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet gibi reform ve devrimler, bugünkü kazanımlarımızın önemli kısmını sağlamış olsa da bu dönüşümü örgütleyecek tutarlı bir “bilgi mimarisini” ortaya koyamamıştı.

Zamanla fark ettim ki “kapalı grup” kimliğinin yol açtığı bu semptomlar sadece muhafazakâr mahallede değil; Kemalist, seküler ve liberal mahallelerde de mevcuttu. Mahallelerin ideoloji farkı olsa da metodolojide hiç farklı olmadıklarını nihayet fark edebilmiştim. Yüzeyde değişen bazı unsurlara rağmen özde pek az şey farklıydı.

Türkiye’de 1908’den bu yana süreklilik arz eden kutuplaşma, görünürde Anadolu’nun muhafazakâr taşrası ile daha çok Balkan ve Kafkas kökenli seküler, aristokrat elit arasında yaşandı. Ancak bu çatışma, ideolojik bir kılıf altında yürütülen, temelde sınıfsal bir mücadeleydi. Osmanlı yıkılırken, saray aristokrasisi, tarihsel süreklilik açısından Cumhuriyet’e taşınamadı. Yerini Harbiye, Mülkiye ve Tıbbiyelilerden yetişen, çoğu Balkan taşrasının çocukları olan İttihatçılar aldı. Onların ihtilal ve reformları, fikir üretiminden ziyade aceleci bir gereklilik anlayışına dayanıyordu.

 

Modern Görgü İçinde Gizli Köylülük

İttihatçı ve Kemalist elitin reformları, eğitim ve öğretimde kısmen başarılı oldu. Özellikle Harbiye’nin öncülüğünde, taşrada Anadolu çocuklarını içkin bir “görgü dönüşümü” sağlandı. Fakat bu görgü devrimi, kalıcı ve derinlikli bir bilgi mimarisine dönüşemedi. Metodolojik düzeyde ise 19’uncu yüzyılın pozitivist dogmalarının yüzeysel bir taklidini aşamadı. Bu pozitivist dogmaların taklidi konusu geniştir. Bu satırlara sığmaz. Bu duruma sadece Batı’da dil eğitimi gören bürokratların felsefi ve fikri takip yapamadan karşı Aydınlanma veya eleştirel düşünceden haberleri dahi olmadan ürettikleri eylem planları olarak da bakabiliriz. Böylece yeni milli tip “modern görgü”nün içinde, hep gizlenmiş bir köylülük varlığını sürdürdü.

 

Açık-Gizli Köylülük Geriliminde Ülkem

Sonuçta ülke, bir yanda açık köylülüğün mahcubiyeti, öfkesi ve meydan okuması; diğer yanda modern-seküler görgü görüntüsü altında gizlenmiş köylülüğün karşı meydan okuması arasında sıkışıp kaldı. Aslında bu “açık ve gizli köylülük” gerilimi, Türkiye’deki kutuplaşmanın en açıklayıcı tanımlarından biri de olabilir.

Bu olgunun örnekleri hayatın her alanında karşımıza çıkmaktadır. 28 Şubat sürecinde Kütahya’da düzenlenen bir Millî Eğitim ödül töreninde, başörtülü bir öğretmenin elinden ödülü adeta “vatan aşkıyla” kaparcasına alan bir generalin tavrı; muhalif bir televizyon kanalında, Atatürkçü tepkisini süper mini etekli bir sunumla sergileyerek ifade eden popüler ekran yüzleri; ya da sosyalleşmeden mezun olup diplomalarıyla psikoterapist ya da hukukçu olarak meslek hayatına giren bazı olgunlaşamamış kişiler… Bunların hepsi, bu ülkenin geniş yelpazesindeki “gizlenmiş köylülük” halini ve beraberinde getirdiği görgü eksikliğini gözler önüne seren çarpıcı örneklerdir.

 

Devrimci İdeolojide Saklanan Gizli Köylülüğün Meydan Okuması

Gizli köylülüğün modernleşme sürecinde aşılmaması, kadın haklarının da örnekteki gibi görünürlük üzerinden ölçülmesine yol açtı (ör. mini etek = özgürlük sembolü). Felsefi ve estetik altyapısı olmayan bu özgürlük anlayışı, bedenin kimlik-politik simgeleştirilmesi ile sınırlı kaldı; bireysel irade, entelektüel kapasite ve yaşam tarzı özgürlüğü ikinci planda kaldı.

Cumhuriyet, modernleşmeyi büyük ölçüde şehirli, Batılı, laik semboller üzerinden inşa etti; fakat bu sembollerin ardında köklü bir kentli burjuva kültürü geleneği oluşamamıştı. Osmanlı’nın son döneminde bile ekonomik ve kültürel liderlik, genellikle gayrimüslim ve Levanten burjuvazinin elindeydi; Müslüman-Türk elitler bu alanı ancak Cumhuriyet’le devraldı, fakat burjuva değerler yerine bürokratik otoriter zihniyeti yerleştirdi. Böylece modernleşme, köylülüğü ortadan kaldırmak yerine köylülüğü modern görünümler altında yeniden üretmiş oldu.

“Gizlenmiş köylülük” dediğimiz şey, aynı zamanda belki Pierre Bourdieu’nün habitus kavramıyla da açıklanabilecek bir olgu: Köy veya taşra kökenli değer, refleks ve davranış kalıpları kentli bir forma bürünse de estetik, düşünce derinliği, eleştirel esneklik gibi alanlarda taşralılığın katılığının sürebilmesi gibi. Mesela popüler bir muhalif TV kanalına atfedilen bir şehrimize referans yapılan katı bir Kemalizm versiyonu olarak tanımlanan bilinen bir tavrın önemli bir kısmı, modernleşmeyi sadece semboller (kıyafet, yaşam tarzı, tüketim biçimleri) üzerinden okuyan, fakat bu sembollerin dayandığı felsefi ve etik temelleri derinleştiremeyen bir modernlik anlayışına dayandığı izlenimini vermektedir.

 

Gizli Köylülükte Metodoloji

Köylülük, sosyolojik anlamda, “farklı olan”a karşı yüksek kuşku, kapalı grup dayanışması, kendi doğrularını mutlaklaştırma eğilimi ile tanımlanır. Bir kesiminde görülen saldırgan, dogmatik söylem, “biz ve onlar” ikiliğini mutlaklaştırarak köylü zihniyetinin grup korumacılığını yeniden üretir. Bu nedenle, gizli köylülükte bilim, özgür düşünce veya sekülerlik gibi kavramlar gerçekten özgürlükçü ve çoğulcu değil; “bizim mahallenin değerlerini koruyan kalkanlar” olarak işlev görür.

Gizli köylülüğün en belirgin göstergelerinden biri, kültürel üretimde yüzeysellik ve “formun öze tercih edilmesi”dir.  Katı yerli ve milli laik ideolojik anlayışının sembolik repertuvarı -bayraklar, marşlar, Atatürk portreleri, anma ritüelleri- yüksek görünürlüğe sahip, fakat entelektüel ve estetik yaratıcılığı sınırlı pratiklerdir.

 

Devamı >>>



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER