Tarih: 25.11.2022 13:19

Gitmek ister miyim Suriye’ye?

Facebook Twitter Linked-in

Suriye’ye ilk 1981’de gitmiştim. Hafız Esat zamanı. Sıkıntılı bir ülkeydi. Her tarafta silahlı rejim askerleri. Ortam gergin.

Bir sene sonra Hama katliamı oldu. Büyük katliam. Esat’ın askerleri şehri bombaladılar.

O günlerde kısa dalgadan yabancı radyoları dinleme alışkanlığımız vardı. Radyoları karıştırırken Esat’ın Şam’daki büyük mitingde yaptığı konuşmaya denk geldim.

“Ma za yef’alune İhvanu’l Mufsidine fi Hama?”

‘İhvanu’l Müslimin’ yerine ‘Müfsidin’ diyordu, fesatçılar, fitneciler, bozucular anlamına.

“Ne yapıyor İhvan-ı müfsidin Hama’da. Kardeşlerini öldürüyor.”

Bu kadarı aklımda kaldı.

Sonradan, Cengiz Çandar’ın bir yazısında bu mitingin Esat’ın gövde gösterisi olduğunu mitinge yaklaşık 1,5 milyon kişinin katıldığını okudum.

O günlerde “Hama katliamına İran destek vermiş” diyenler oluyordu.

İran’da devrim taze. Bizimse İran’ın katliamı desteklediğine pek inanasımız yok.

Humus’ta bir camide minbere yaslanmış iki ihtiyar gördüm.

Yaklaştım, selam verdim, yanlarına oturup sohbet etmek istediler.

Ben otururken iki ihtiyar hızla kalktı, koşa koşa camiden çıktılar.

Yani öyle gergindi Suriye.

Gazetecilik mesleğine intisap ettikten sonra defalarca gittim Şam’a, Halep’e.

Bazı ülkelere fırsat bulursunuz gidesiniz gelmez. Suriye öyle değildi. Güzel ülkeydi. İnsanları da güzel, munis.

Üstelik sokaklarında en azından bizim görebildiğimiz kadarıyla huzur var.

Parklarda namaz kılan insanlara bile rastladım. Halbuki ilk gittiğim Suriye’de görünür yerde namaz kılmak çok tehlikeliydi.

Dükkanının kapısında oturmuş keyif çatan, dama oynayan, nargile fokurdatan esnaf.

Golan tepelerine bakan Kuneytıra’da piknik yapan ailelerin arasına karıştım.

Hepsi Türkiye’yi çok seviyordu.

Sokaklarda oynayan çocuklar. Üç tekerlekli bisikletleriyle sokakta oynayan iki çocuk hiç gözümün önünden gitmiyor. Resimlerini de çekmiştim.

Suriye’yi hatırlarken mutlaka o iki çocuğu da hatırlıyorum.

Sonra Suriye tanınmaz hale geldi. Halep harabe oldu, kalesi çarşıları yıkıldı.

Daha önce yazmıştım. Beşar Esat’a babasının döneminde yapılan Hama katliamını nasıl yorumladığını lisan-ı münasiple sormuştum.

Lisan-ı münasiple.

“Baban 30 bin Hamalı’yı katletti” diye sormak münasip olmayabilirdi.

“Çok kan dökülmüştü babanızın zamanında Hama’da. Bugün o olayları nasıl yorumluyorsunuz?”

“O günün şartlarında olmuştu” dedi Esat, “Bugün aynı şartlar olsa ben de aynısını yaparım.”

“İnşallah olmaz” dedim içimden.

Beşar Esat’ın rejimin pozisyonunu müdafaa sadedinde böyle cevap verdiğini düşünmüştüm. Ne de olsa ülkede rejimin sahibi Muhaberat diye bir istihbarat örgütü vardı.

Doğruymuş Esat’ın söyledikleri. Babasının yaptığından ziyadesini yaptı. Suriye’de insan kanı akıtılmadık sokak kalmadı.

Suriye, 12 sene öncesine benzer şekilde sakin ve huzurlu bir ülke olarak kalsaydı… Daha mı iyi olurdu?

Suriye’nin bu hale gelmesinin mücbir sebepleri olabilir. Yapılan her yanlışın ve her doğrunun bir izahı bulunabilir.

Ama lafı öteye beriye çekmenin anlamı yok, olduğu gibi kalsaydı daha iyi olurdu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Esat’la barışsa, birlikte Sisi’yle verdiği gibi mütebessim fotoğraf verse…

Barışmanın yanlışlığı doğruluğu ayrı mesele. Zaten soru bu değil.

Neden bugün barışmamızın yadırganacağı kadar düşman olduk?

Olanları doğru okusaydık, doğru tercihler yapsaydık, daha doğru bir rol oynayabilirdik Suriye’de.

Şimdi yeni bir başlangıç yapsak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dediği gibi “Sil baştan…”

Dökülen kanlar da silinebilir mi?

Hatta savaş bitse.

Gitmek ister miyim Suriye’ye?

Bu soruyu kendime sorduğum zaman üç tekerlekli bisikletleriyle Halep’in Arnavut kaldırımlı sokaklarında oynayan o iki çocuk geliyor gözlerimin önüne.

Şimdi sağ mıdır o çocuklar? O çocuklar ve gördüğüm, konuştuğum başka çocuklar.

Bilmem mümkün değil.

Ama artık gidemem Suriye’ye.




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —