Geleceğin Özgürleştirilmesi - 2

Yazarımız Sayın Atasoy Müftüoğlu'nın "Geleceğin Özgürleştirilmesi" başlıklı yazısının, ikinci bölümünü ilginize sunuyoruz:

Geleceğin Özgürleştirilmesi - 2

Vesayet süreçleri/ dönemleri ancak, sistematik bir bilinç mücadelesiyle açılabilir. Müslüman aydınların, entelektüellerin, milliyetçi ve mezhepçi önyargıların, yerli ve milli retoriğin sınırlarını aşarak, yoğun bir bilinç hareketliliğne öncülük etmeleri gerekir. ‘’Dövene elsiz gerek, sövene dilsiz gerek" Müslümanlığı ile hiçbir alanda, hiçbir mücadelenin kazanıldığı görülmemiş, duyulmamıştır.

Ortak aidiyet ve dayanışma bilincini kaybeden bir topluluk ya da kültürün gerçek anlamda islami bir sorumluluk üstlenmesi beklenemez.

İslam toplumlarına dayatılan sömürgeci gerçekliğin belirlediği sınırlar, yasalar, değerler içerisinde kalarak iktidar olmayı kabul etmek, bir gerçeklik dışında, bağımsız, özellikle de, İslami yeni gerçeklik ve iktidar alanları oluşturmasına hiç bir şekilde izin vermez, vermiyor.

Dayatılan gerçekliğin belirlediği sınırlar içerisinde kalarak iktidar olmak, sayıların/ niteliklerin, propaganda ve popülizmin iktidarı anlamına gelir, ilkelerin ve yapıların değil.

Seküler- ideolojik evrenselliğin, entelektüel/ felsefi kesinlik ve nihailik saplantısına, İslam toplumlarının akla/ düşünceye/ felsefeye yabancılaşmaları sebebiyle cevap verilemiyor. Akla, düşünceye, felsefeye yabancılaştığı için, kendilerini hamaset/ popülizm, milliyetçilik alanlarına kapatan toplumların, geleceği özgürleştirmeleri beklenemez. Geleceğimizi şu an yapıp ettiklerimiz belirler. İslam toplumlarının, bir yanda entelektüel emperyalizme tutsaklık/bağımlılık içerisinde bulundukları, bir diğer yanda da ulus- devlet kutsalları adına milliyetçiliklere, resmi hikayelerin kontrolüne mahkum oldukları bir dönemde, bağımsızlık yönünde asıl konuşulması gerekenleri konuşmadığımız açık bir gerçektir.

İslam toplumlarının, radikal bir dönüşüm için, geleneğin radikal bir eleştirel sorgulamaya eleştirel sorgulamaya tabi tutulmasını öncelikli bir sorun olarak kabul etmeleri gerekir. Kendi tarzı, yöntemi, dili, gündemi ile büyüleyen toplumsal/ kültürel/ bir bünye- cemaat- topluluk, hiçbir zaman böyle bir sorgulama yapamaz, yapmamıştır. Şimdinin sorunlarının, büyük ölçüde, geçmişten kaynaklanan nedenleri olduğunu kabul etmeliyiz.

Yapısal- radikal bir değişim/ dönüşüm için çok yönlü, tarihsel çapta entelektüel- felsefi çabalar harcamak ve bu amaca yönelik olarak içerik ve bilinç üretmek yerine,politik iktidarı ele geçirmek için çaba harcamanın ne anlama geldiğini ahlaki temelde analiz etmek zorundayız. İnsanlar, neyi putlaştırırsa ( para-şöhret-iktidar vb.) onun mahkumu- kölesi haline geliyor.

Entelektüel emperyalizm karşısında, İslami anlamda entelektüel bağımsızlığı gerçekleştirememek, entelektüel geleceğimizin de sömürgeleştirilmesi demektir. İslam ülkeleri- toplumları, bu toplumların düşünsel- kültürel- siyasal hayatları, yapısal altüst oluşlar ve istikrarsız bir gerçeklik içerisinde yaşadıkları için, fikirler- ilkeler doğrultusunda tercihler yapıyor, konum belirliyor. Her toplumda pragmatizm, ilgili toplumları dava bilincine yabancılaştırıyor. Toplumlarımızda halen yaşanmakta olan istikrarsız gerçeklik, büyük ölçüde emperyalistlerin küresel egemenlik ihtiraslarından, askeri- ideolojik politik egemenlik saplantılarından kaynaklanıyor. Emperyal küresel sorumsuzluk-barbarlık, zayıf güçsüz halkların ve toplumların haklarını ve onurlarını bütünüyle yok sayabiliyor.

Bir yanda emperyalizmin dayattığı altüst oluşlar, bir diğer yanda da, ulus- devlet pragmatizimin dayattığı yerli- milli söylemi, islami yerelleştiriliyor, resmileştirebiliyor, siyasal bir araç haline getiriyor. Camiler yerli- milli bayraklarla donatılıyor, Cuma hutbeleri resmi ideolojinin önceliklerine göre okunuyor, okutuluyor. Yüzeysel – önyargılı- çarpıtılmış medya klişeleriyle, siyasal boyut içeren İslam algısı, ‘’siyasal İslam’’ klişesiyle sistematik bir biçimde terörize ediliyor.İslam toplumlarına dayatılan barbar/ zalim gerçekliğe tepki gösteren, cevap vermeye çalışan Müslümanlar ‘’terörist’’ muamelesi görüyor.

Türkiye örneğinde de somut olarak takip edilebileceği üzere, toplumu, siyaseti, hukuku, ekonomiyi, kapitalist/ seküler/ liberal dünya görüşü belirliyor. Kamusal alanda, İslami olarak tanımlanabilecek , hiçbir uygulama söz konusu değilken, ekonomik anlamda Türkiye küresel sistemle bütünleşirken, Batılı siyaset düşüncesi, kavram ve kurumları ile toplum yönetirken, bireysel dindarlık bağlamında, kendilerini İslama nisbet eden politik kadroların yönetimini ‘’ siyasal İslam’’ olarak tanımlamakta ısrar etmek, düpedüz büyük bir cehalet ya da saçmalıktır.

Siyasal İslam’ ın, bugün bir gerçeklik değil, bir söylem olduğunu bilmek/ anlamak gerekir. Siyasal İslam konusunda indirgemeci, çarpıtılmış, oryantalist imaji ve algıları aşamamak büyük bir talihsizliktir. Bugün toplumlarımıza  yönelik, entelektüel/ kültürel hegemonya, aziz İslama meydan okuyarak, İslamı algılayarak sürdürebilirken , bu hegemonyaya cevap vermek üzere kapsamlı çalışmalar yapmak gerekirken, Müslüman halkların güncel- popülist gündeme hapsedilmelerinin kabul edilebilir bir yanı olmaz.

Etnik bencillikler, mezhepçi- hizipçi- partizan bencillikler, lider cemaat bencillikleri, İslami bilincin, tevhidi bilincin, hareket- etki- yankı- sorumluluk alanlarını bütünüyle sınırlandırıyor. Her bencillik büyük bir özensizliğe, dikkatsizliğe ve tuhaflığa işaret ediyor. Hangi bağlamda olursa olsun, bütün ihtiraslar insanı köleleştiriyor, İhtiraslar insanın, kendi kendisini sömürgeleştirilmesiyle  sonuçlanıyor.

Günümüzde, değerlerin, anlamların, bilgeliklerin ve onurun konusu olan insan, yalnızca istatiklerin konusu haline geliyor. İstatistiklerin konusu olan insan çok daha kolay kontrol edilebiliyor. Bugünün dünyası, hayatı hayatı bütünüyle ölçülebilir ve niceliksel hale getiriyor. Bu nedenledir ki, günümüz insanı düşünmek ve anlamaya çalışmayan insan özgürlüğün değerini idrak edemez.

İslam dünyası toplumları geçmişe kapandıkları, geçmişi biriktirdikleri ve tekrar ettikleri için, bütün tarihi fırsatları birer birer kaçırdılar, tarihe kayıtsız kaldılar, tarihsel sorumluluklar alma liyakatini kaybettiler. Geleneğe bağımlı hale gelen bireysel yada toplumsal bünye, bugün, islami özgürlüğün nasıl bir şey olduğunu bilmiyor. Toplumlarımızda derinleşen ve yolunlaşan patolojik bencillikler ortak bilinci, ortak eylemi, ortak gelecek tasavvurunu imkansız kılıyor.

Yeni düşünce, özgürlük ve üretkenlik alanları açamıyoruz, konfor- hamaset alanlarından ayrılma cesareti gösteriyoruz.

Küresel dünya düzeninin sisteminin entelektüel/ ideolojik iktidarına boyun eğmek özgürlükten vazgeçmek anlamı taşır. Ümmet gerçek oluncaya kadar, hep birlikte bilinç/ dayanışma/ eylem/ sorumluluk üreten bir mücadele içerisinde buluşuncaya kadar İslami umut’ lardan söz edemeyiz.

Biz Müslümanlara dayatılan gerçekliğin, dünya görüşünün, referans sisteminin belirlediği seçenekler içerisinde kalarak, ne yaparsak yapalım geleceği özgürleştiremeyiz.

Özgürlük, bağımsız bilincin hayata ve tarihe girişiyle birlikte başlar.

-----

Yazarımızın konuyla ilgili yazısının ilk bölümü için aşağıdaki linki tıklayınız:

 

HerTaraf'dan