Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Geçmişi komünist, şimdisi kapitalist, geleceği materyalist olan ülke: Azerbaycan

Kürtçe eserler üzerine çalışmaları bulunan ve Türkçeye dair de kalem sahibi olan Faik Öcal, bir arkadaşını ziyaret maksadıyla gitmiş olduğu Bakü üzerinden Azerbaycan’a yönelik bir değerlendirmede bulunuyor.

Geçmişi komünist, şimdisi kapitalist, geleceği materyalist olan ülke: Azerbaycan

On beş yıl evvel Bakü'deki arkadaşlarımı bulabilecek miyim? O arkadaşlarımın hikâyelerinin devamını öğrenebilecek miyim? Ali'yi, Tahir'i. Sonra Ali'nin Gence'deki annesi nasıl oldu?

2010'un sonbaharıydı. Gecenin geç bir vakinde yalnızdım, yağmur yağıyordu. Yağmur gözlerimdeki hasreti, gurbeti ve hüznü ıslatıyordu. İçten içe ağlıyordum. Bir yerleri özlüyordum. Birilerinden kaçıyordum, en başta da kendimden. Fakat yağmur beni bırakmıyordu, sokaklarda tutuyordu, yağmur ruhumu sokaklara sürüyordu, içeride bırakmıyordu. Yağmur altında çıkıp yürümek, bağırmak, yalnızlığa karışmak, kayıp olmak, gaip olmak istiyordum. On beş yıl öncesinin Bakü'sünde kaybolmak isteyen kendimi hatırlıyorum. Hüzün sarhoşu olmuş, sokakları sevmiş, sokaklarda kaybolmanın gibisi yok demiş, bütün gemilerimi bilinmezliklere sürmüş, bilinmek istememiştim. Ki hala da öyle...

Bu isteğimin ifade şekli değişmiş sadece, sessizce çıkıp gitmek dünyadan, kimselere rahatsızlık vermeden, iz bırakmadan.

Bakü denilince aklıma hep o gece gelir, yani yalnızlığım, yabancılığım, hüznüm, sokaklarım. Tahirlerin vakfının penceresinden dışarıya bakıyordum, geceydi, yağmur yağıyordu. Gözlerimden mahzun gemiler kalkıyordu. Ne bir el sallayanı ne bir uğurlayanı ne de bir bekleyeni olmayan mahzun gemiler, benim gemilerim.

Pencereden dışarıya bakan o genç adam ben miydim? Otuzlu yılların hemen başı, yani bütün bir gençliğim. Şimdi ise kırklı yılların ortası, yani yaşlılığın ağır havası… Elli bile olmamışken nedir bu hüzün, uzaklık ve kayıp duygusu. İşte, ait olduğum yerde değilim bilgisi, sonu yokmuş gibi görünen mesafeler ve ait olduğum yere dönmeme korkusu. Doğubayazıt'ta tanıştığım arkadaş bana, Bakü'deki bir arkadaşın ismini verdi, hatta telefon edip konuştu da. Rahmi, Bakü'de beni bekliyor.

Bitti mi yolculuklarım? Belki de arkadaşım doğru söylüyor. Gidilecek hiçbir yer kalmadı. Ya da gitmediğim yerler asıl olan sonuca tesir etmeyecek, hitama ermiş hakikati değiştirmeyecek. Artık nereye gideceğimi bilmediğim gibi, ne yapacağımı da bilmiyorum. Bu daha vahim… Ana dilim Kürtçenin ağrısı hep yakacak kalbimi. Aslında az kaldı, biraz daha hayret etsem dil makasını değiştireceğim hepten, Türkçeden ana dilime geçiş yapabileceğim.

Sağ yanımda deniz dalgalanıyor, sol yanımda güneş batıyor. Biliyorum, ömrümün bir başka safhasındayım. Taş ve toprak safhası. Çocukluk deli bir sudur, akar durur. Kâh dağlardan iner dizginsiz, kâh düz ovaları aşındırır engelsiz. Gençlik yakıcı bir güneştir, çocukluk suyunu buhar edip uçurur. Geriye taş ve toprak bırakır. Yani, ihtiyarlık ve ölüm... İhtiyar insan, taş gibi kaskatı olur, artık eli ayağı tutmaz olur, az kalmıştır canlılık, kuru bir tahtadan farkı yoktur buruşuk tenin. Feri kaçmış gözler, suda yumulmuş taşlar. Son safha, bir avuç toprak… Artık taş gibi bedeni yeryüzünde kaldırmanın vakti gelmiştir, eceliyle. Taş gibi kaskatı olan beden toprağa katılacaktır, aslına dönecektir. Deniz ve güneş eski bir hüzünle yaşam türküsüne katılacaklardır. Makam belli: Bakü.

İşte güneş battı, deniz kayboldu. Ömrümden bir gün daha bitti. Tebriz'de başlayıp Bakü'de biten bir gün. Artık eskisi gibi genç değilim. Hayallerim daha temkinli, düşlerim daha oturaklı, önüme gelen her kitabı okumuyorum, daha seçiciyim. Biliyorum ki ömrümün geri kalanı bütün güzel kitapları okumama yetmeyecek. Güzel kitapların içinde de bir seçim yapıyorum. Direkt ruhuma hitap eden güzel kitapları okuma gereği duyuyorum. Bu yaşlılığın ağır gölgesinin üzerime düşmesi demek... Evet, yaşlılığın gölgesi üzerime düşmüş, görüyorum, hissediyorum. Yaşlılığın beldesine birkaç yol kaldı, kemale erme yaşı kırk ise, kırkı çoktan geçtik.

Rüya gibi, olanlar o kadar sıradışı ki. Akşamın ilk saatlerinde Bakü'deyim, Kurtalan'daki ilk vakitlerim gibi, tenha ve ıssız. Burada hayat daha hızlı ve karmaşık, her türden, her milletten insan var. Bildiğim milletler: Rus, Azeri, Türk, Fars, Kürt, Kırgız, Tacik, Özbek, Kazak.

Şoför, sağ olsun, Rahmi'ye telefon açıyor, Rahmi geleceğim, diyor. Nitekim kısa bir zaman sonra gelip beni alıyor, evine götürüyor. Şimdi bu satırları yazdığım yere.

Dağ başı gibi bir yer burası. Sürekli rüzgâr esiyor, serin yani. Benim kaldığım yer sıcak, hava almıyor, içeride kalırken, yatarken sürekli terliyorum, boğulacak gibi oluyorum, can havliyle kendimi dışarı atıyorum. Şimdi de bahçedeyim, bu notları alıyorum. İçerisi cehennem, içeriye girmek istemiyorum. Dışarısı cennet bahçelerinden bir bahçe, hep bahçede olmak istiyorum.

Rüzgâr beni yaylalarıma, dağlarıma götürüyor. Ak dağları hatırlıyorum. Sanki oraların havasını soluyorum, ayaklarımın altından kayıyor eski taşlar, eski zamanlar, eski hatıralar.

Etrafımda ağaçlar, önümde incir ağacı, uzanıp gidiyor çöl yalnızlığım. Arkamda nar ağacı, yakıyor beni bütün bir geçmişim, kan kırmızı incir ve nar ağaçları arasında kalmışım, hep unutsam, hepten unutulsam, diyorum, incir ve nar ağaçlarının arasında. İncir beni geleceğe itiyor, güzel zamanların hayalini bugüne taşıyor. Nar, beni geçmişe çekiyor, bırakmıyor. Nar ağacının altında durup ağlıyorum, ayaklarımın altında kurumuş narçiçekleri.

İnsan geçmişi olmadan yaşayamazmış. Ama narçiçeklerinin yeşil olduğu zamanlar var, onu hatırlıyorum, teselli buluyorum. Hikâye değil bu, ya da rivayet. Bugün ne kadar mübarekse incir ve nar ağaçları da o kadar gerçek ve tesirli. Nar ekşiydi, geçmişim gibi acıydı. Hiç şaşırmadım. Kaderde ekşi narı yemek varsa, itiraz etmeden, canı gönülden yemek lazım. Her zaman ekşi olacak değil ya narlar, şirin narlar da sırası bir gün gelecek, bütün bir geçmişim şirin bir nara dönüşecek, birden önüme düşecek, Allah'tan umudu kesmemek böyle bir şey. Kula düşen, sabretmek, beklemesini bilmek… Her şeyin Allah'ın dilemesiyle olacağını bilmek... Kul kısmına, naz, itiraz, isyan vs. gibi şeytani hasletler yakışmaz. Kendini tamamen bırakacak Allah'ın dilemesine. Bu, gassalin elindeki meyyit gibi olmaya benzer. Bunu da her kişi yapamaz, er kişi, ermiş kişi, derviş kişi yapar. Er-miş, yani Allah'ın tevhidini görüp Allah'ın kudretini, yüceliğini, azametini idrak edip Allah'ın hakikatine ermekle olur. Er olan, bütün benliğini, varlığını eritir, kendinden hiçbir şey bırakmayarak, izlerini dahi silerek, hatıralarını yâdından çıkararak, Allah'ta yok olur, ifna bulur. Hakikaten Allah'ta yok olan er kişi, Allah'ta baki olmuş demektir. Bu, bir başka âlem, bir başka hikâye, bir başka başlangıç demektir. Ki bizim gibi hakikate ermeyen kişilerin kelimeleriyle, kavramlarıyla bu âlemin anlatılması, bu hikâyenin dile getirilmesi, bu başlangıçtan dem vurulması mümkün değildir. Ama yol belli, istikamet açık, gaye sarih. Bu dünyaya her kişi olmaktan çıkıp er kişi olmaya geldik. Yani kendi iç âlemimizde iç sesimize kulak verip hikâyemizi yaşayıp yazmaya ve yeni bir başlangıç yapmaya geldik.

Azerbaycan 91'de bağımsızlığını ilan etti. Türkiye'yi, yeniden, yeniden yaşıyor Azerbaycan. Müzikler beni hiç şaşırtmıyor. Sadece bu ülke değil, neredeyse bütün Ortadoğu coğrafyası.

 

Devamı >>>



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER