GAZETE YAZARI Yaşlılar ölsün mü?

İsmail KILIÇARSLAN ANALİZ ETTİ...

GAZETE YAZARI Yaşlılar ölsün mü?

Henüz karantinanın başlamadığı mutlu mesut günlerde Adalet Bakanımız Abdülhamit Gül’ün organize ettiği bir toplantıya iştirak etmiştim. “İnsan hakları” eksenli bu toplantıda fikrim sorulduğunda Türkiye’nin yaş ortalamasının yükseldiğini, önümüzdeki dönemde “yaşlı hakları” meselesinin de bir “insan hakları alt kümesi” olarak gündemimize gireceğini, bunun için çeşitli girişimler başlatılması gerektiğini ileri sürmüştüm. Bunun üzerine Sayın Gül, önümüzdeki süreçte bir “yaşlı hakları çalıştayı” yapılmasının uygun olduğunu belirtmişti.

İki-üç gündür sosyal medyada dönen “yaşlılık mavraları” yüzünden sürekli o meseleye takılı kalıyor kafam: “Yaşlı hakları.”

“Sokağa çıkana emekli maaşı verilmeyecekmiş diyelim de eve girsinler” yazanından sokakta oturan yaşlı başlı insanların üzerine pet şişe atanına, takipçi kasmak için olmadık şaklabanlığı tweet diye atan kamu kuruluşundan parklardaki bankları söken yerel yönetimlere kadar bin türlü mavraya ve sorumsuzluğa bakıp “yeni dünyada yaşlı olmak ne zor Allah’ım” diyorum kendime.

Diyeceksiniz ki “kadim dünyada yaşlı olmak zor değil miydi?” Hayır. Kadim dünyada, o dünyanın şartları gereği yaşlanmak zordu sadece. Başarıp da yaşlanırsanız kimse size “kurtulunması gereken bir yük” olarak bakmazdı. Bir kenarda kaderinize terk edilmezdiniz. Çünkü kadim dünya “üretim-tüketim dengesi” ile kurulmamıştı. Oysa bugünün dünyasında açık açık konuşulsa da, gizli kapaklı fısıldaşılsa da “yaşlı insan”, artık üretime katkı vermeyen, tüketmek konusunda da pek iştahlı olmayan bir “öteki” olarak konumlanıyor.

Basitçe şöyle söylemek lazım: Bugünün dünyasında devletlerin hemen her biri “emekli” yerine “ölü” seviyor yaşlıları. Ve dikkat: Yaş ortalamaları uzuyor ve artık daha çok “yaşlı” olacak hayatımızda.

Belki sosyal medyanın genç ve sorumsuz kitlesine “yaşlılara ve haklarına saygı duymayı” öğretemeyiz. Bunun için çok geç kalmış olabiliriz. Lakin hiç olmazsa kamuyu, yerel yönetimleri falan bir çizgiye sokmanın yordamı vardır.

Şununla başlayalım ve deneyelim mi şansımızı: Güya “yaşlıların sağlığını düşünerek” atılan tweetlerin, yollanan gönderilerin “bir kalbi olan” yaşlılarımızı üzdüğünü, üzebileceğini görmüyor musun? Senin anan-baban, yaşlı insanın yok mu ulan deve?

Başka bir patikadan ilerleyelim.

Korona yüzünden camilerin ibadete kapanması, biz yaştakiler için en fazla bir “romantik üzüntü” getirdi beraberinde. Namazlarımızı cemaatle kılsak bile bizim için cami bir “sosyalleşme alanı” değil çünkü. Oysa yaşlılarımız için camii, arkadaşlarını gördüğü, vakit geçirdiği, yarenlik ettiği bir yerdi. Parklar hakeza. Çay bahçeleri hakeza…

Evet, bizim de yaşam alanlarımız ve yaşam alışkanlıklarımız kısıtlandı ama artık kemikleşmiş bir rutini olan yaşlılarımız için bununla mücadele etmek zor, pek zor bir durum.

O yüzden misal camilerin ibadete kapatıldığından beri günde beş vakit gözyaşı döken dedelerimizi, ahretliği ile bir araya gelip iki lafın belini kıramayan, torununu göremeyen ninelerimizi anlayışla karşılamak gerekir, onları sarakaya almak değil.

Dahası, bu hastalığın en çok üst yaş gruplarını etkilediği ortaya çıktı çıkalı yaşlılarımız için bir korku da birikmeye başladı: “Yakın ölüm.” Üstelik her gün haberlerde İtalya’da, İspanya’da tedavi için yaşlılar yerine gençlerin seçildiğini de izliyor bu insanlar. Yani “demek hastalansak bize bakan olmayacak” düşüncesi gelip yerleşiyor kalplerine.

Evet. Sokağa çıkmamaları konusunda alınan karar çok isabetlidir ve evet Başkan Erdoğan’ın “80 yaş üzeri yaşlılarımızı özel olarak takip edeceğiz” açıklaması insanlığın yüz akı bir açıklamadır. Bize düşense yaşlılarımızı tatlı dille ikna etmek, onlara bu hastalığı doğru düzgün anlatmaktır.

Bir yerde, bir toplulukta yaşlılara hürmet, onların haklarına saygı ve hukuklarına riayet yoksa orada medeniyetten söz edemeyiz. Yaşlılar konusunda biraz daha medeni olmaya ne dersiniz?