Tarih: 04.05.2019 11:14

Filistin cephesinde yeni bir şey yok

Facebook Twitter Linked-in

Nisan 2019´daki İsrail genel seçimlerine dair Türkiye´den konuyla ilgilenenlerin kafasındaki sorular genel olarak tek bir soruda hülasa edilebilir: Seçimlerin Filistin´e etkisi ne olacak? Bu soruya şöyle net bir cevap verilebilir: Çok bir şey değişmeyecek. Yani seçimler daha gündemde yokken ne söylendiyse işler aynı şekilde devam edecek. Yerleşimler genişleyecek. Mescid-i Aksa´ya yapılan baskınlar daha da kalabalıklaşarak artacak. Batı Şeria´da yüzlerce yıllık zeytin ağaçları Yahudi yerleşimciler tarafından sökülmeye devam edecek ve el-Halil´de Makam-ı İbrahim´in etrafında Filistinli gençler uyuşturucularla körleştirilmekten ve sokak ortasında vurulmaktan kurtulamayacak.  

İsrail´in mevcut Başbakanı Netanyahu beşinci döneminde İsrail´in başbakanı olmaya hazırlanırken ne yaptıkları ne de söyledikleriyle bunların değişebileceğine dair en ufak bir işaret vermedi. Üstelik işleri daha da kötüleştireceğini, İsrail´in elli yıldır işgal altında tuttuğu ve askeri yönetimle idare ettiği Batı Şeria´yı ilhak edeceğini vaat etti. İsrail´in halen çözemediği en büyük sorunlardan olan Yahudi nüfusun yetersizliği göz önünde bulundurulursa Batı Şeria´nın tamamen İsrail toprağı yapılamayacağı ortada. Diğer yandan Netanyahu´nun diğer pek çok vaat ve icraatıyla birlikte Batı Şeria´yı da öne sürmesi en sağda bulunan seçmenin oylarını küçük radikal partilerden Likud´a çekmeye yönelikti. Bunun belli ölçülerde başarılı olduğu da söyleyebilir. Seçimlerde Netanyahu, en büyük rakibi Benny Gantz´ın liderliğindeki Mavi Beyaz İttifakı´nın 35 sandalyesine karşı 36 sandalye kazanarak koalisyon kurma hakkını elde etti. Bu yılki erken seçimlerle İsrail´de siyasete atılan İsrail´in eski genelkurmay başkanı Benny Gantz´a dair akıllarda daha pozitif bir imaj vardı. İsrail´in politik spektrumuna göre daha solda bir söylem benimseyip diğer sol partileri etrafında toplayarak Netanyahu´nun popülist söylemlerine karşı bir alternatif sunmaya çalıştı. Ancak günün sonunda Gantz da sağdan oy almadan başbakan olma şansı olmadığını anladı ve seçimler yaklaştıkça genelkurmay başkanlığı döneminde Gazze´ye karşı yürüttüğü operasyonlarda ?Gazze´yi taş devrine gönderdiğini? defalarca söyleyip liderlik ettiği saldırılarda kaç insan öldürüldüğüne dair net rakamlar verdi. Bir yerden sonra iki siyasetçi arasındaki seçim yarışı her ikisinin de Filistinlilere ne kadar zarar verdikleri ve vereceklerine dair bir yarışa dönüştü. Özellikle Benny Gantz´ın asker olduğu döneme dair Filistinlilere karşı işlediği pek çok suç gün yüzüne çıkmış oldu. Hatta o derece ki bazı sivil toplum örgütleri Gantz´ın insanlığa karşı suç işlemekten yargılanması gerektiğini gündeme taşıdı. Bu açıdan bakıldığında, politikacılar şahsi görüşlerinin ötesinde, İsrailli siyasetçilerden herhangi birinin solcu söylemlerle İsrail´de başbakan olmasını beklemek pek gerçekçi değil. Dolayısıyla İsrail seçimlerinden öyle ya da böyle Filistin lehine bir şeylerin çıkması da mümkün değil.  

Mevcut durumda İsrail güvenlik söyleminin ve İsrail düşmanlarının seçim gündemini işgal ettiği bir ülke. Bu tarz bir seçim sürecinden en karlı çıkacak siyasetçi de hiç şüphesiz Binyamin Netanyahu. Beşinci döneminde de başbakanlık koltuğuna oturabilmesi için, mesela seçimden birkaç gün öncesi ve seçim günü, kendisine oy verebilecek seçmeni mobilize etmesi gerektiğini biliyordu. Bunun için de sanki kürsülerden ve televizyondan yeterince konuştuğu yetmemiş gibi sokaklarda indi, Kudüs´ün kalabalık çarşılarına gitti -ki burası kendine en büyük desteği veren İsraillileri kolayca bulabileceği yerler- ve her defasında kendisine getirilen en son anket sonuçlarına göre solun -bu da Benny Gantz ve ekibi oluyor- en az dört sandalye önde olduğunu ve eğer Netanyahu´yu desteklemezlerse İsrail´i solcu bir hükümetin yöneteceğini söyledi. İsrail politik söyleminde solculuk bütün ideolojik tartışmaların ötesinde, sağcı İsraillilerin gözünde vatan hainliğiyle özdeşleşmiş bir kelime. Binyamin Netanyahu da defalarca eğer Gantz başbakan olursa İsrail´in Batı Şeria´dan çekileceğini ve barış adı altında İsrail´i Araplar´a teslim edeceğini söyledi. Diğer yandan ABD Başkanı Donald Trump´dan Kudüs´tün İsrail´in başkenti olarak tanınması ve Golan´ın da İsrail toprağı olarak tanınması gibi kendisini oldukça güçlendiren hediyeler alan Netanyahu, İsrail´in 1967´de işgal ettiği ve bugüne kadar da askeri yönetimle idare ettiği Batı Şeria´yı İsrail´in ilhak edeceğini vaad ederek kendisini Gantz´ın tam zıddı bir pozisyonda konumlandırmış oldu.  

Netanyahu´nun beşinci defa hükümetin kuracak olmasın İsrail´de yapısal bir duruma işaret ediyor. Şimdiye dek İsrail´de en uzun başbakanlık yapan kişi İsrail´in kurucusu olarak da geçen David Ben Guriondu. Netanyahu da bu dönem başbakanlık yaparak David Ben Gurion´dan daha uzun süre başbakanlık yapmış olacak. Yani İsrail´in gerçekliğini anlamak açısından Netanyahu, David Ben Gurion´dan daha ciddi bir gerçekliğe işaret ediyor olabilir. Dolayısıyla Netanyahu´ya içinde bulunduğumuz dönemin ötesinde de bakmak gerekiyor. Aslında Ben Gurion´un da dahil olduğu kurucu neslin politik vizyonuyla Netanyahu´nun mensubu olduğu siyasi çizgi İsrail siyasetinin iki kutbunu oluşturuyor. Ben Gurion politik Siyonist bir çizgiden geliyor. Politik Siyonizm özellikle kurulduğu dönemde İsrail´in dünya devletlerince tanınmasını ve diplomasiyi, dolayısıyla daha pasifist bir dış siyaseti gerekli görmekteydi. Netanyahu´nun bugün temsil ettiği Revizyonist Siyonizm ise en başından beri çatışmanın ve caydırıcılığın İsrail´in güvenliğini sağlamak açısından daha önemli olduğuna inanmaktaydı. Dolayısıyla -özellikle de Arap devletlerine karşı- daha agresif bir dış politikayı gerekli görüyordu. Netanyahu ailesi de en başından beri bu çizgide yer aldı. Babası Bensiyon Netanyahu Revizyonist Siyonizm´in lideri Vladimir Jabotinsky´nin özel sekreteri olarak uzun yıllar bu hareketin içinde önemli yerlerde bulundu. Her ne kadar ilk başlarda Revizyonist Siyonizm İsrail siyasetinde aktif bir rol oynamasa da 1967 Savaşı´ndan sonra ve 1977 Seçimleri´nde Menahem Begin´in başbakan olmasıyla İsrail siyasetinde sarsılmaz bir konuma ulaştı ve o tarihten sonra da kısa dönemler dışında Likud Partisi günümüze dek İsrail siyasetinin ana aktörü haline geldi. Politik Siyonist çizgiyi temsil eden İsrail İşçi Partisi´nin (MAPAI) en başından beri izlediği pasifist çizginin özellikle 1967 Savaşı´ndan sonra popülaritesini yitirmesi bu noktada önemli bir rol oynadı. 1967 Savaşı´nda İsrail Kudüs, Batı Şeria, Golan Tepeleri ve Sina Yarımadası´nı işgal ettiğinde, İsrail´in kurucu partisi olan İşçi Partisi İsrail´in diğer devletler nezdindeki imajını önceleyerek işgal edilen topraklardan çekilmeyi bir seçenek olarak masada tutuyordu. Buna karşılık Revizyonist çizgidekiler bu toprakların, bilhassa Kudüs ve Batı Şeria´nın Yahudiler için anlamını vurgulayarak İşçi Partisi´ne ciddi bir karşı duruş sergiledi.  

Dönemin atmosferi 1973´te Likud´u kuracak olan Menahem Begin´in işine yaradı. O dönemde İsrail´in özellikle Kudüs ve Batı Şeria´yı işgal edebilmesi diğer Arap devletlerine karşı İsrail toplumu tarafından büyük bir zafer olarak görülürken buralardan çekilmeyi düşünmek korkaklık olarak yorumlandı. MAPAI ise statükoyu bu kadar hızlı ve keskin bir şekilde değiştirmenin İsrail´e karşı yeni bir Arap örgütlenmesine yol açabileceğini düşünüyordu. Buna karşı duran Likud Partisi´nin kurucusu Menahem Begin popülist bir söylemi de işin içine katarak statükoyu savunan İşçi Partisi´ne karşı 1977´de büyük bir zafer kazandı. Netanyahu´nun bugün başkanı olduğu parti bu şekilde iktidara geldi. Bu tarihten sonra ?tüm dünyanın İsrail´e karşı olduğu? söyleminin de yardımıyla toplumda bir tehdit psikolojisi yaratarak İsrail toplumunu gün geçtikçe sağa sürükledi. Bu sayede sadece sağcı bir partinin İsrail´i koruyup kollayabileceği inancını da yerleştirdi. Görüleceği üzere Netanyahu´nun Benny Gantz´a karşı kullandığı sol karşıtı söylemin İsrail toplumunun hafızasında ciddi bir yeri var. Özellikle 1973 yılında Suriye ve Mısır´ın beklenmedik bir zamanda İsrail´e karşı harekete geçtiği Yom Kipur Savaşı, sonraları 1987 yılında başlayan Birinci İntifada ve 2000´de başlayan İkinci İntifada sebepleri İsrail toplumuna anlatılmaksızın ?Arapların sebepsiz Yahudi düşmanlığından kaynaklanan saldırılar? olarak toplum hafızasında yer etti ve İsrail sağı tarafından her fırsatta kullanıldı. ?Bunlara rağmen hala barış isteyen sol? da sürekli olarak marjinalize edilmeye çalışıldı. Son seçim sürecinde Benny Gantz´ın daha mutedil söylemlerle yola çıkıp sonlara doğru genelkurmay başkanı olarak ölümüne sebep olduğu Filistinli sayısıyla propaganda yaparak faşist bir söylem benimsemesi ?barışçıl siyasetçi? imajından kaçınmak istemesiyle alakalı. 

Anlatılan çerçeveden görülebileceği gibi İsrail seçimlerinden Filistin´e dair olumlu bir sonuç beklemek çok da gerçekçi değil. Siyasetçilerin ötesinde İsrail siyasetini domine eden aşırı sağın iki devletli çözüme dair hiçbir esneklik payı yok. Bu durum 1995´te barışa imza atan Yitzhak Rabin suikastinden beri bütün siyasetçilerin gayet iyi bildiği bir durum. Üstelik o dönemlerde suikast öncesindeki söylemleriyle suikastin zeminini hazırlayan kişilerden birinin bugün beşinci kez başbakan olmaya hazırlandığı düşünülürse durum daha net anlaşılabilir. Erich Maria Remarque´ın kelimeleriyle ifade edecek olursak, Filistin cephesinde yeni bir şey yok. 

 

 

 




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —