Tarih: 28.12.2021 17:02

Fetva

Facebook Twitter Linked-in

İslam’ın ilk tebliğinde ilk Müslümanlara kazandırılan temel özelliklerden birisi “Farklılık bilinci” idi. Yeni bir inanç, yeni değerler sistemi ile gelen İslam, mü’minlerinden “Yeni bir kimlik” oluşturmalarını istiyordu. Şirk’ten arınmak gerekiyordu. Onun için şirk toplumunun önderlerinin inanç ve değerlerde “uzlaşma” önerilerine razı olunmadı. “Kelime-i Tevhid”in yani “La ilahe illallah”ın “La ilahe – ilah yok” ifadesi ile başlayıp, yani tüm ilahları yoksayıp, “İllallah - Ancak Allah var” diye tamamlanıyor olması çok önemsendi.

Ben “Farklılık bilinci”nin inanç – kültür karmaşası yaşanan zeminlerde her zaman önem taşıdığına inanırım. Bu kendi değerlerinin ve kendi değer dünyasına aykırı olanların farkında olma ve “kişilik insicamı”nı koruma hassasiyetidir.

Böyle bir hassasiyet oluşmadığı takdirde çok farklı kültür – değer yargılarının biçimlendirdiği kozmopolit bir kişilik dünyasının oluşması riski vardır.

Bu farklı kültür ve hayat tarzlarıyla gerilim yaşamak anlamına gelmiyor, kendi “kişilik insicamı”nı koruma duyarlılığını ifade ediyor.

Bu duyarlılık olmadığı takdirde, zaman içinde kişilik dönüşümleri gerçekleşiyor, kişilik dönüşümlerine paralel biçimde bilinç dönüşümleri ortaya çıkıyor, yaşanan şartlar dinin – inancın normali haline dönüşüyor.

İnandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız” özdeyişi bu durumu ifade ediyor. “Haşlanmış kurbağa sendromu” diye ifade edilen durum da budur.

Gayrı müslim toplumlarda yaşayan Müslümanlar bunun tedirginliğini yaşarlar ve en azından yeme – içme gibi hususlarda, çocuklarının eğitimi meselesinde farklılıkları gündemlerinde tutarlar.

Halkı Müslüman, sistemi laik ortamlarda ise, kurulu düzen islami ölçüleri dikkate almadığı için işler daha karmaşıktır. İnsanlar hem islami bir iklim soluduklarını düşünürler hem de kurulu düzenin de facto yapısı içinde yol almaya mecbur kalırlar. Bu durumun pek çok insanın maddi - manevi hayatını etkilemesi söz konusudur. Kurulu düzenin çarklarına uyum gösterilmediği durumlarda maddi kayıplar yaşanması da mümkündür.

O durumda diyelim inanç değerleri açısından problemli ama kişinin çıkarına gördüğü bir davranış için dinden bir pencere açılması istenir. O pencere açılırsa kişi, kendi çıkarına ulaşmak için inancı ile problem yaşamış olmanın ağırlığından kurtulacaktır. Dinin bu alandaki cevabına “Fetva” denir. Fetva’yı “Fakih” ya da “İslam hukukçusu” diye bilinen kişiler verir.

Fetvayı bazen, insanları dini bir konuda ikna etmekte yarar gören yöneticiler talep edebilir. Toplumun dini açıdan çekinceleri vardır, büyük kitlelerin çekincesi iktidarı zora sokmaktadır, onun için “ikna” adına fetva ister. Fetva konusunun ne kadar önemli olduğunu bizim toplumumuz milli mücadele yıllarında “İstanbul fetvası” ile “Ankara fetvası” ayrışmasında yaşamıştır. 12 Eylül darbecilerinin de “başörtüsü yasağı” için Diyanet’ten fetva istediği biliniyor. (O dönemde Din İşleri Yüksek Kurulu bir kahramanlık gösterip darbecilerin istediği fetvayı vermemiştir.)

Bizde “Fetva alınır – Fetva verilir” şeklinde bir algı bir süredir devrededir. Yani “Bir şekilde” kişilerin fetvaya ulaşabildiği bir durumdan söz edilir hale gelmiştir. Bu, fetvanın, çıkarlar için, hatır için kullanışlı hale gelmesi durumudur ki en büyük tahribatı kişilerin din algısı üzerinde gerçekleştirir.

Fetva” din alimlerinin görüşüne göre “Onu veren kişinin Allah’ın bu konudaki hükmünün o şekilde olduğuna dair inancı”nı ifade eder. Bir anlamda görüşüne Allah’ı tanık kılar. Bunun nasıl bir sorumluluk olduğu açıktır.

Ama fetva sözgelimi, şayet soran kişinin gözünde yadırganmamak için, güçlü bir otoriteye itiraz edememe saikiyle ya da onun gözüne girmek için, ya da otoritenin işlerinin halk nezdinde itibar görmesi için, itibarını kaybetmemesi için veriliyorsa…. Orada Allah’ın hukuku üzerinde keyfi tasarruflarda bulunuluyor demektir.

Bunu, laik hukuk sistemlerinde duruma göre çarpıklaşan bilim adamı tavırları için de söylemek mümkündür. Mesela memleketimizde “bilirkişi raporları”nın da böyle bir tartışmanın konusu olduğu bilinir.

Din alanında ortaya çıkan “Fetva karmaşası”, kişilerin dine olan güveni üzerinde ciddi tahribata yol açması açısından ayrı bir önem taşıyor.

İktidarın işini kolaylaştıran fetva, fetvayı doğrudan siyasi tartışmaların göbeğine atar ve insanlar, siyasi duruşlarına göre fetvanın yanında ya da karşısında yer alır. Bunun ne demek olduğunu ise, yaptıkları işe bakarken kalplerine danışanlar görür. Fetva hangi saikle olursa olsun kişinin veya yöneticinin yanlışını onaylıyorsa, hem dine hem söz konusu kişiye kötülük sebebi oluyor demektir.

Yazıyı bana bir siyasetçinin İmam Gazali’ye ait olduğunu ifade ederek naklettiği bir sözle bitirmek istiyorum:

Sultanın fesadı ulemadandır. Ulemanın fesadı ise makam ve menfaat kaygısındandır.”




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —