Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Fetret: “hikmet ve ibret” hikâyeleri…

Sait Alioğlu, Dr. Ali Yalçın’ın, Çıra Genç kategorisinde yayınlanmış bulunan “Fetret: Bir Dönemin Hikayeleri” adlı eserini değerlendirdi.

Fetret: “hikmet ve ibret” hikâyeleri…

                                                                                                                                                                               “Ne gülüyorsun anlatılan senin hikâyen” 

 

Edebi bir tür olan hikâye, birçok toplumda ve kültürde olduğu gibi, geçmişte bizimde içerisinde bulunduğunuz İslam medeniyet ve kültüründe, en az şiir kadar önemli bir yere sahip olmuştur.

Şimdilerde, her ne kadar romanın, onun yerini aldığı düşünülse de, hikâye, yine de kendine, ortam ve bağlam değişikliğine rağmen hatırı sayılır bir yere sahip bulunmaktadır.

Popüler ve aynı zamanda “seküler” bir tür olan roman, insan açısından ifşayı öne çıkardığı halde, hikâye tek kelimeyle masumiyeti temsil eder.

Bu yüzden, o bize daha sıcak ve anlatılanlarda samimi gelir.

Bir de, anlatıcı, işin vukufiyetine varıp samimiyeti hikâye/ler boyutunda sürdürürse…

Klasik dönemlerdeki hikâyeler, yer yer şiirle süslenip hikmet içre” insanı, yapıp etiklerini aleniyete dökmek yerine sembollerle ve alegorik bir şekilde aktaran eserler, anlatılar olarak belirginlik kazanırdı.

Günümüzde ise, seküler planda roman bir adım önde ise de, “işin erbabınca” anlatılmak istenen şey, hikâye roman karışımı bir tür vasıtasıyla kendini var kılmaktadır.

Bu eklektik türün sahipleri, günümüz açısından düşünüldüğünde, modern insanın çıkmazlarını ve açmazlarını ve değiştirmek istedikleri “bozuk düzene karşı” verilen mücadeleyi, o mücadele içerisinde olup içeri alınıp sorgu ve işkence faslından geçen militanlar, devrim yoldaşları üzerinden, onların mücadelelerini baz alarak eser ortaya koymaya çalışırlar.

Bu türün anlatıcıları çoğu kez, bizzat kendi vermiş olduğu devrimci mücadele uğruna içeriye girip sorgu ve işkence faslından geçenler olur ki, bu da onlar açısından kayda değer bir anlam ifade eder.

Bu eklektik tür, zamanla “biz içerideyiz, ama fikrimiz iktidarda” diyen sağcı-milliyetçi kimliğe sahip olup düzenin gadrine uğrayan kesim içinde söylenebilir.

Bu iki kesimin, ta 12 Eylül darbesi döneminden bu güne, kendilerine yapılıp edilenleri, sorgulamaları ve işkenceleri roman ve hikâye formu üzerinden insanlarla paylaştıkları vaki olmuştur.

Bunun yanında Müslüman/İslamcı kesimde, kendilerine yönelik olarak yapılıp edilenler bugüne kadar cılız kalmıştır denilebilir.

Örnek olarak yazar Hüsnü Aktaş’ın “Medeni Vahşet Davası” adlı eseri, seksenlerde, konu ile ilgili olarak okunan eserlerden en önemlilerinden biri idi.

Bu konuda maalesef elimizde az sayıda kitap çalışması bulunmaktadır. Bir de, sol düşünce ile bağlantılı olduğu düşünülen ve o uğurda içeriye atılıp ta, içeride tevhidi/İslami anlamda bir değişim ve dönüşüm geçiren ve daha sonra gördüklerini, yaşadıklarını, hissettiklerini kaleme alan “mühtedi” Müslümanların ortaya koymaya çalıştığı eserlerde söz konusudur.

Biz ise, tevhidî arınma sürecini yaşamış; Kur’an’a muhatap, olmuş, birçok fikri ve görüşü okuyup onun hakkında bir kanaate sahip bulunan, hikayesinde, kahramanları tüm yönleriyle tanıtıp değerlendiren; onları kendi süzgecinden geçiren bir kalemden çıkmış bulunan “Fetret: Bir Dönemin Hikâyeleri” adlı eseri geçte olsa okumaya, işi anlamaya çalıştık.

Yazarın, yani kalemin, işkence gören hikayenin kahramanlarının sağlık durumu ile birlikte, bir tıpçı (doktor) kimliğiyle, hikaye olgusunun âlamet-i farikası hükmünde bulunan “”kişileri ifşa yoluna gitmeden” onların psikolojik hallerine atıf yapması ve bir de bu işin uzmanı olan bir psikiyatrın işkence görmüş hastasına yönelik şefkatli yaklaşımı dikkate alındığında; bu hikayelerde gerçek ve hakikatle birlikte hikmette kendine yer bulmuş olmaktadır.

Hikayelere göz atığımızda, onların büyük çoğunluğu, öteden beri bölgenin ve hatta Ortadoğu’nun önemli İslam beldelerinden olan; tevhidi arınma ile kendine gelen ve aynı zamanda Kemalist rejim tarafından, Kürtlerin, sosyal ve kültürel haklarının inkârına koşut olarak Kürt milliyetçiliğinim merkezi sayılan Diyerbekir üzerinden anlatılması göze çarpmaktadır.

Bunu yanında o da yazarın yaşadığı şehir olan Malatya üzerinden de birçok hikaye kendine eserde yer bulmaktadır.

Tevhidi arınma süreci, tağutun reddi ve inkârı, Kur’an’ın “öngördüğü” çıplak hakikate değil de, zaman içerisinde onu adına, ama onu bir nevi yürürlükten kaldırmaya yönelik olduğu savlanan fikirlerle yatıp kalkan, onlarla hayatını sürdüren yakınlara karşı sivri ve tekfirci dil kullanma gibi durumlar hikayeler boyu sürmektedir.

Kendisiyle evlenecek kızın Seyyid Kutub’un Yoldaki İşaretler” adlı eseri üzerinden İslami bilince sahip kılınması, kızdan o kitabın okunmasını sağlamak ve “eğer” onu anlar, kabul eder ve “yaşamaya çalışırsa şayet” onunla evlenmeyi düşünen, istediği gerçekleşmeyince de o kızla bir daha görüşmeyen muvahhit genç…

Babasının, kendi düşündüğü gibi tevhidi kavramadığından dolayı kâfir olduğuna inanan; onun hem “Müslüman ve hem de Kürt olduğu için” rejimim gadrine uğrayışını dikkate almadan, maddi ve manevi anlamda ha bire sömürülen ve mü’min” oğlunun kendine yönelik tavrından dolayı evi, barkı terk edip, dışarıda perişan bir halde kalan, ama oğluna bun rağmen kem gözle bakmayan bir babanın dramı…

Daha birçok hikaye.

Eserdeki hikayeler, genel itibarıyla tevhidi arınmanın önemine ve yaşanan hayatın gerçekliğine vurgu yaparken, olan bitenden dersler çıkarıp onlara ibret nazarıyla bakmak ve işi dengede tutup” dost doğru bir şekilde yürüme üzerine bina edilmiştir denilebilir.

Eserde ayrıca birbirine zıt iki dünya görüşü içerisinde bulunan ve içeride tanıştığı Müslümanların anlatımı ve “yaşayışları”na bakarak Müslüman olup kendi tevhidi arınma sürecinde bir de, içeride gördüğü işkenceler sonucu şizofren hallere düşen eski PKK’li gencin, gah ruh dünyasına galip gelerek, gah şeytanın vesvesesine uğradığı halde, ona mesafe almaya çalışan ve Mehmet Bekaroğlu gibi bir psikiyatrın önerilerine kulak kabartan, çaresiz, ama geleceğe umutla bakmaya çalışan, abisinden destek almaya çalışan “eski solcu, yeni “Müslüman genç…

Bir de, annesi muhafazakar, babası ise “devrimci, solcu olan ve büyük bir ihtimalle babasından etkilenip solcu olan Maraşlı gencin hikâyesi…

Adı Yusuf olan bu genç, öyle bir solcu ki hep başına bela açacak olan, Lenin’in “Ne Yapmalı” adlı eserini okuduğu ve bu eserden dolayı, asılsız bir ihbar sonucunda örgüt lideri ve teorisyen olarak yakalanıp işkenceden geçen gencin, başta,         kendileri gibi düşünmediği için” zindanda farklı solcu kişiler tarafından ölesiye dövüldüğü anlatılmaktadır bu hikayede.

Yusuf sözde örgüt lideri ve teorisyen olduğu ve “Ne Yapmalı” adlı kitabı okuduğu halde; kendi ifadesiyle “şiddet karşıtı ve demokrat”… Ondan dolayı ki, onu döven solcular, onu içlerine sokulmuş bir ajan ve provakatör olduğuna kesin inanmışlardı.

Daha sonra bir süre kaldığı Müslüman mahkumların yanında da, orada bulunan ve farklı çevrelere mensup Müslümanlarında kendi aralarında var olan savaşımına tanık olmuştu.

Burada iki zıt kutupta bulunan iki teorisyenin, yani hem Lenin’in ve hem de Ali Şeriati’nn “Ne Yapmalı” adlı eserlerinin varlığı işkencecileri şaşkına çevirmiş bulunmaktadır.

Bu da önemli ve ilginç bir ayrıntı kabilinden durmaktadır.

Yine, PKK’li olup gördüğü işkenceler sonucu şizofren olan Cemil örneğinde olduğu üzere, bu kez, gördüğü işkenceler sonucu dışarı ile bağını büyük oranda koparmış olup evinin dışına pek çıkmak istemeyen bir Müslüman gencin hayal ve gerçek arasında gel-gitlerle dolu yaşamak zorunda kaldığı hayata dair farklı bir hikayede eserde kendine yer bulmaktadır.

Biz, bu esere kitap rafında rast gelmiştik, ama gençlere yönelik yayınevi logosundan dolayı bize hitap ermez diye düşünmüştük. Ondan dolayı da, onu elimize alıp okumamıştık.

Bunun yanında, geçmişe yönelik olup dönemin kasvetli havasına vurgu yapan eserler üzerinden dar çerçevelide  olsa, konuya dair eserler üzerinden bizde bir okuma ve araştırma yapma isteği hasıl olmuştu.

Zaman içerisinde konuya dair birkaç eser okumuştuk. Bu eserde onlardan biri ve en önemlilerinden bir sayılabilir.

Bu sayede kendi tevhidi aranma sürecimizi ve öznel olarak ta, hasbelkader “geçmiş itibarıyla” içerisine on küsur yıl kalıp mücadele içerisinde bulunduğumuz sol geçmişimizi de, bu sayede ibret anlamında anmış olduk.

 

Dr. Ali Yalçın, Fetret: 

Bir Dönemin Hikayeleri, 

Çıra Genç, 

1.Baskı 2018

 İstanbul



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER