Çok Sesli Tarih
İnsan, tabiatı itibariyle unutkan bir varlıktır ve zaman zaman hatırlamaya/hatırlatmaya ihtiyacı vardır. O nedenle hafızayı tazelemek gerekiyor. Çünkü eskiler boşuna; "Hafıza-i beşer nisyan ile malüldür." dememişler. Bu unutkanlıkta (nisyanda) söz konusu geçmiş tarihimiz/tarihçemiz olunca durum daha da ehemmiyet arz ediyor.
Tarih her ne kadar sübjektif bir bilim olsa da beraberinde bazı gerçeklikleri taşır. Bu biraz da tarihe hangi balkondan baktığınızla alakalıdır. Çünkü bir millet için hezimet olan bir hadise bir başka millet için zafer olarak kabul edilebilir. O nedenle tarihe nereden baktığınız önemlidir.
Olaylara sürekli 'objektif yaklaşım' vurgusuna rağmen bunu uygulayabilenler çok azdır. Hele söz konusu tarihse iş biraz daha zorlaşır. Özellikle de uzun bir geçmişe sahip olan Türkiye tarihi bu yönüyle okunması, anlaşılması zor bir tarihtir. Çünkü tarihte esas olan, olayların kendisinden ziyade o olayı nasıl yorumladığınız hususudur. Maalesef eğitim kurumlarımız bu yorumlama gücünden yoksundur. Çünkü okullarda tarih ekseriyetle yorumlanmaz, ezberletilir. Zaten eğitimdeki temel handikabımız da bu değil mi? Farklı bakış açılarına, değişik yorum ve perspektiflere kapalıyız maalesef. Bundan dolayı da kısır bir döngü içerisindedir maarifimiz.
Tabii mevzumuz eğitim değil lakin bütün yollar eğitime çıkıyor. Yakın zamanda üçüncü bir göz tarafından yazılan Türkiye tarihi ile ilgili bir kitap böyle bir giriş yapmama vesile oldu. Türkiye ile ilgili tezlerin yeniden konuşulup tartışıldığı böyle bir dönemde bu farklı gözlere ihtiyaç yok da değil doğrusu.
2600 Yıllık Türkiye Tarihi
Türkiye tarihini farklı bir bakış açısıyla ama yalın bir şekilde kaleme alan Sevan Nişanyan, Ermeni kökenli bir Türk-yazar. 14 Temmuz 2017'de Foça cezaevinden kaçan Nişanyan halen yurtdışında firarda… Daha önce de birçok kitaba imza atan Sevan Nişanyan'ın son eseri Liberus Yayınları'ndan Eylül 2025 tarihinde "Basit Türkiye Tarihi" ismiyle yayınlandı.
Nişanyan'ın Basit Türkiye Tarihi sadece Cumhuriyet dönemiyle sınırlı değil şüphesiz. Bilakis Türkiye sınırları içerisinde yer alan MÖ 9500 yıllarında yapılan Göbeklitepe'deki anıtsal yapılara kadar uzanıyor bu çalışma. Anadolu'yu Fırat'ın doğusu ve batısı olarak ikiye ayıran Nişanyan'a göre bu coğrafya MÖ 600 dolaylarında doğuda İran'ın, batıda ise Yunan'ın etkisi altına girdi. İki yüz yıldan fazla hüküm süren Pers İmparatorluğu'ndan sonra batıda Helenistik Çağ yaşandı. Roma İmparatorluğu ise Helenistik kralların attığı temler üzerinden inşa edildi. Rum olarak da adlandırılan Roma İmparatorluğu'nun devamı ise Bizans İmparatorluğu'dur. O da İmparatorluğun merkezinin Bzyzantion yani İstanbul'a taşınmasından sonra bu isimle anılmaya başlanmıştır. 602-608 yılları arasında 26 yıl süren Rum–İran Savaşı, İslam fetihlerine zemin hazırladı. 638'de Suriye ve Filistin, 640'da ise Mısır Müslümanlar tarafından fethedildi. Bu fetihler Abbasîler döneminde daha da genişleyerek devam etti. Bu arada Türkler İslam dünyasına istilacı olarak değil profesyonel asker olarak geldiler. Abbasilerin yıkımına doğru Türk beylikleri başına buyruk birer güç haline geldiler. Bu süreçte giderek güçlenen bu Türk beylikleri birçok çarpışmada bulundular. Neticede 1071 Malazgirt Zaferi doğuda Bizans egemenliğinin sonu oldu. Böylece Anadolu'ya sağlam yerleşen Türkler bölgede peyderpey kontrolü ellerine geçirmiş oldular. Zamanla Anadolu beylikleri içerisinde öne çıkan Osman Bey, Osmanlı Devleti'nin temellerini attı. Üç kıtada yaklaşık 600 yıl süren Osmanlı egemenliği Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) ile sona erince 1923'te bugün yaşadığımız sınırlar içerisinde yeni bir Cumhuriyet kuruldu.
Nişanyan bu özet anlatıyla bir bakıma Türkiye tarihî üzerinden bir dünya panoraması da ortaya koyuyor. Böylece Türkiye'nin dünya fotoğrafı içerisindeki yeri çerçevelenmiş oluyor. Sonuçta yaklaşık 2600 yıllık Türkiye tarihi üzerinden dünyadaki değişim ve dönüşümü de takip etmiş oluyoruz:
"Bugün Türkiye olan ülkenin fethi ve Türk yurdu haline getirilmesi dünya tarihinin büyük dönüşümlerinden biridir." (S:7 )
Bol Sorulu Bir Tarih
Tarih biraz da sorularla yorumlanıp anlaşılabilen bir bilimdir. Nişanyan aslında Türkiye tarihi anlatısıyla zihinde bol sorulu bir tarih bırakıyor bize böylece. Bu soruların çoğunun cevabı bizde saklı aslında. Yine de birçoğumuzun zihninde dönüp duran sorulara da yalın cevaplar veriyor Nişanyan.
Mesela;
-Doğu ile Batı neden uyumsuz?
-Merkeziyetçilik ve parçalanma döngüsü nasıl işler?
-Bizans nasıl Müslüman ve Türk oldu?
-Osmanlı neden iflas etti?
-Cumhuriyet neden krizlerden kurtulamadı?
Gerçekten yalın bir dille sorulara tafsilatlı cevap bulan kitap içinde derin analizler de barındırıyor. Yani bildiğimiz resmi tarihin ötesinde bir tarih var burada. O nedenle de dikkatli bir şekilde okunmayı hakkediyor. Bu durum yine de yazarın tarihin sübjektif zaafına yenik düşmediği anlamına gelmez. Özellikle Kürtler ve Ermenilerle ilgili yaklaşımı resmi tarih tarafından kabul edilenden bir hayli farklı. Mesela kendisi de bir Türk Ermenisi olan Nişanyan'ın Ermeni tehciri ile ilgili yorumu şöyle:
“…1915'te hızlı bir operasyonla Ermeni toplumunun önderleri yok edildi.”
“…Mayıs'ta tehcir ile başlayan süreç Ağustos ayına doğru bir topyekün imha operasyonuna döndü. ”
"Anadolu ve doğusunun bir buçuk milyon civarında tahmin edilen Ermeni nüfusunun yaklaşık üçte biri bu operasyonla öldürüldü veya ölüme terk edildi. Bir o kadar da Suriye'deki kamplarda mülteci oldu." (S:143)
Burada yazarın tarihe baktığı balkon farklılaşıyor haliyle. Oysa Birinci Dünya Savaşı yıllarında doğuda Ermenilerin Rusları da arkasına alarak Türklere yaptığı soykırım görmemezlikten geliniyor. Tarihe tek taraflı bakmak böyle bir şey işte. Oysa her iki tarafın da yaşadığı acıdır.
Osmanlı, Batı'nın Desteğiyle Ayakta Kalabildi
Aynı şekilde Türkiye Cumhuriyeti'nin 1923'te kuruluşuna çok kısa değinen Nişanyan aslında da büyük bir tartışmanın fitilini de ateşlemiyor değil. Nişanyan'a göre Osmanlı İmparatorluğu yaklaşık son iki yüzyılını Batıya borçlu. 1688'de Belgrad'ın Fransa desteğiyle geri alınmasından tutun da Napolyon'un Mısır'dan geri çekilmesine varıncaya kadar birçok tarihi olayda batı desteği, özellikle de Fransa ve İngiltere'nin yardımları söz konusu. Tabii Batı'nın bu desteğinin bir anlamı var; Osmanlının kendileri için bir pazar olması ve Rusya'nın sıcak denizlere inmesinin önünü kesme düşüncesi:
"Başta Fransa ve İngiltere olmak üzere Batı devletleri Osmanlı reformunu aktif olarak desteklediler. Bu politikanın bir gerekçesi, şüphesiz, yatırım kolaylıkları elde etmek suretiyle ekonomik getiri sağlamaktı. Somut kararlarda asıl belirleyici olan gerekçe ise, Avrupa devletleri arasındaki kıyasıya rekabette rakip güçlerin -ve özellikle Rusya'nın- Osmanlının çöküşüşünden oransız bir pay almasını önlemekti. 19. Yüzyılda girdiği her savaşı kaybeden Osmanlı devleti bu sayede yüzyıl daha ayakta kalmayı başarabildi."
Tarihte 93 Harbi olarak bildiğimiz 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi de sonuçları itibariyle bu gözle okunabilir ayrıca.
1923'te Cumhuriyetin kuruluşu da aynı bakış açısından nasibini alıyor, şöyle ki:
"Birinci Dünya Savaşı'nda yerle bir olan Osmanlı devletinin 1923'te Fransa'nın desteği ve İngiltere'nin rızasıyla daha küçük bir sahada ve yeni bir isimle yeniden kurulmasını da, burada anlatılan sürecin son halkası olarak değerlendirmek mümkündür." (S:131-132)
Bu ince ayrıntının ayrıca irdelenip masaya yatırılması gerekir. Ne demek 'Fransa'nın desteği ve İngiltere'nin rızası'?...
Cumhuriyet, İttihat ve Terakki Projesinin Son Halkasıdır
Çok parçalı olan İttihat ve Terakki'nin Osmanlı'nın son dönemlerinde devleti yenileyip dünya standartlarına kavuşturma çabaları da hüsranla sonuçlanınca Anadolu, Türklerin son sığınağı haline geliyor böylece. II. Abdülhamit'in çabaları da "Hasta Adam"ın ömrünü biraz uzatmaktan başka bir işe yaramıyor işin doğrusu. Görünürdeki bütün gayret ve çabalara rağmen ta 18. Yüzyılın başından itibaren batılı devletler tarafından Osmanlıya biçilen model ve sınırlar son haliyle uygulamaya geçilmiş oluyor böylece. İttihat ve Terakki bu öngörüye sahipti aslında. Lakin kabullenmek istemiyordu. Buna rağmen son şansını da kullanmak istedi. Özellikle Enver Paşa'nım Turancılık hayali de bir macera olarak kalınca neticeye razı olmak zorunda kaldık. Son istinatgâhımız Anadolu oldu böylece.
"…Demek ki galip devletler prensip olarak İttihat ve Terakki rejiminin Türkiye projesiyle mutabıktı. Balkan ve Arap ülkeleri ayrıldıktan sonra kalan yer Türkiye olacaktı." (S:149)
Bu netice ise Nişanyan'ın tespitiyle üçlü bir planla gerçekleştirildi, o da:
1-İç cephede Kuva-yı Milliye ile
2-Batı cephesinde Yunanlıları denize dökerek
3-Doğuda ise Kars ve Iğdır'a yapılan harekâtla…
Neticede ise bugünkü Türkiye Cumhuriyeti doğmuş oldu. (S:152-153)
Burada da sorulması gereken soru;
Galip devletlerin prensip olarak İttihat ve Terakki rejiminin Türkiye projesiyle mutabık olması ne anlama geliyor bay Nişanyan?...
Fikri Çölleşmeyi Aşmalıyız
Fikri çölleşmenin had safhada olduğu günümüzde ahlaki sınırlar içerisinde farklı seslere kulak vermekte, meclislerimizde tartışıp zihnimize yeni ufuklar açmakta fayda vardır. Nişanyan'ın bahsettiği 'entelektüel durgunluk' başka nasıl aşılabilir?
Neticede Nişanyan'ın da kitapla ilgili bir röportajında dediği gibi;
"Kitap karamsar bir kitap değil. Sadece meselelere sakin bakmaya çalıştım. Bilgi hiçbir zaman insanı ümitsizliğe itmez, aksine zenginleştirir. Bilgi bugüne ilişkin alacağın kararların ya da yapacağın şeylerin bir perspektife, bir tarih içine oturmasını sağlar. Bilgiye paylaşmanın değerli bir şey olduğunu düşünüyorum."[1]
Ezberci tarih anlayışına farklı bir ses getiren bu kitap, tek sesli resmi tarih anlatısına meydan okuyor aslında. Katılsak da katılmasak da, Nişanyan'ın Basit Türkiye Tarihi bütüncül bir tarih bakışında bulunmak adına dikkatle okunmayı hak ediyor.
Basit Türkiye Tarihi
Sevan Nişanyan
Liberus Yayınları
192 sayfa
2025
[1] https://serbestiyet.com/featured/roportaj-sevan-nisanyandan-basit-turkiye-tarihi-cumhuriyetin-asil-celiskisi-iki-orta-sinif-arasindaki-celiskidir-firatin-batisi-ve-dogusu-farki-218247/
Kaynak: kitap haber