Tarih: 28.02.2023 12:44

Evsizlik caiz mi?

Facebook Twitter Linked-in

Hiçbir mesele tek boyutlu değildir.

Problemin en vahim tarafı başka problemlere kaynaklık teşkil etmesidir.

Bir Çin atasözü şöyle der: “Ayakkabım yok diye ağlıyordum, ayağı olmayan birini gördüm.”

İnsanın asli ihtiyaçları (Havaic-i Asliye) saygın, kutsal ve de dokunulmazdır.

Zira kişinin onuru bu asli ihtiyaçlarından bağımsız değildir.

Yeme içme, barınma ve intikal sorunu çözülmemiş bir insanın başka meselelere ne yorabilecek bir kafası ne de ayırabilecek bir zamanı vardır.

Karın doyurma ve barınma meselesini çözememiş bir insanın bedii mevzulara yönelmesi ya da ulvi hedefleri gözetebilmesi elbette imkânsıza yakın bir çabadır.

Ekonomik sıkıntıları sadece boş tencere, tenha sofra ile açıklamak büyük bir kavrama hatasıdır.

Oysa açlık ve evsizlik gibi geçim sıkıntısına dair problemler insanı ilkel ihtiyaçlarının esiri kılar.

Başını sokacak bir evi olmayan kişiye hangi sorumluluğu yükleyip hangi şey uğruna gecelemeyi ödev olarak verebilirsiniz?

Aile hukuku olabilmesi için öncelikle ev olması gerekir.

Evin olmadığı bir yerde evliliğin evcilikten bir farkı olabilir mi?

Ev, ailevî tesettürün simgesidir. Ev sorunu başörtüsü sorunundan daha önemsiz bir sorun değildir. Dışarıda kalmak bütün mahremiyetiyle bir ailenin göz önünde kalması yani korunaksızlığını ifade eder.

Sevgili Cihan Aktaş’ın “Modernizmin Evsizliği ve Ailenin Gerekliliği” kitabında ifade ettiği gibi: “İhtiyaçlara bulunan cevapların toplamı, en çok kullanılan uygarlık tanımlarından biridir. Batı uygarlığı maddeyi ve maddi ihtiyaçları yüceltirken, manevi ihtiyaçlarına cevap vermeyerek insanları evsiz barksız bırakan bir uygarlık olmuştur.”

Ev sadece fiziki varlığımızın güvenliği için değil aynı zamanda ve daha fazlasıyla ruhsal ve manevi dünyamızın emniyeti için en basit şekliyle bir saçak altıdır.

Modern hayat biçimi bir tarz olmanın çok ötesinde bir ideoloji ve bir öğretidir.

İnanmış bir insan olarak bu ideoloji ve öğretiyle baş edebilmenin yolu yeni bir ilmihal oluşturmaktan geçmektedir.

Hâli pür melalimiz ne ise ilmihalimiz de ona uygun olmalıdır.

Yanlış anlaşılmasın, eski köye yeni adetten bahsetmiyorum, kadim şehrin kadim gelenekleriyle yeniden buluşmaktır kastım.

Prof. Dr. Mehmet Görmez’in ifadesiyle, “Artık binaya girmenin adabından önce bina yapmanın farzlarını konuşmak” lazımdır.

Günümüz fıkhının en büyük meselesi ev ve buna bağlı olarak aile meselesidir.

İnsanın başının üzerinde bir tavan ve çatısı, ayağını basacak bir zemini yoksa büsbütün açıkta kalmıştır. Farziyet noktasında kadın ya da erkek bedenini ve ruhunu güvende tutacak bir haneye sahip olmakla kadın olarak başörtüsüyle evden dışarıya adım atma özgürlüğü arasında bir fark olduğunu sanmıyorum.

Başörtüsü takma özgürlüğü nasıl insani ve dini bir hak ise bir çatı altında başını sokacak bir eve sahip olmak da tereddütsüz dini ve insani bir haktır.

Yoksulluk bir insanın evinin olmamasının gerekçesi olamaz. Elbisesi olmamak bir insan için kınanacak bir durum olabilir mi? Ayağında ayakkabısı olmayan insanın neden çalışıp da bir ayakkabı sahibi olmadığının sorgulanamayacağı gibi.

Asli ihtiyaçlarını tedarik etmek için gece gündüz koşuşturan bir insanın maneviyatla ilişkisi giderek yokluktan mütevellit bir zorunluluğun oluşturduğu iklime dönüşür.

Yoksulun terk-i dünyası dünyanın onu terk etmesi şeklinde kendini gösterir.

Tasavvufun “Killet-i Taam” dediği şey yoksulda gündelik zorlu yaşamın doğurduğu bir sonuçtur. Hâlbuki dini sorumluluk gündelik ihtiyaçların temininden sonra kişinin omuzlarında ait olduğu yere yerleşebilir.

Açlıkla sınanmak bile tokluktan sonra gelen bir durumdur. Çünkü açlık insani bir durum olarak tokluktan sonra gelen bir sınanma biçimidir.

Vebal gerektiren yerleşik bir kanaati de söylemeden geçmeyeyim: Mahkûmiyete dönüşen mahrumiyet asla bir kader değildir. Mağduriyetin mahrumiyete evrilme biçimidir. Bugünün dünyasında her mahrum kişi mağdur ve aynı zamanda mazurdur!




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —