Tarih: 18.01.2021 14:51

Evlerimiz

Facebook Twitter Linked-in

İslam uygarlığında oldukça önemli bir yer tutan ve hayatımızın büyük bir kısmının içinde geçtiği evlerimizin yeniden serpilmesini sağlayamıyorsak, hiç olmazsa olduğu kadarıyla koruyup yaşatmakla yükümlüyüz.

Ben, 1966 yılında doğduğum şehir olan Diyarbakır’dan ayrılarak eğitim için o zaman nüfusu bir milyon olan İstanbul’a gelmiştim. Diyarbakır’ın evleri, muhteşem bir yapıdaydı ve Çin Seddi’nden sonra dünyada ikinci sırada yer alan Diyarbakır Surları’nın içindeydi. Dıştan gelen özendirmeyle bu mimari yapılar bırakılarak, apartman hayatına geçildi. Ne zaman ki insanoğlu ev üstüne kat kat evler yaptı, işte o vakit bozuldu dengeler ve komşuluk diye bir şey kalmadı ülkemizde…

Evler yükseldikçe, kibir de yükseldi. Şefkat ve merhamet duyguları zayıflamaya ve gitgide yok olmaya doğru yol aldı. Kapılar yakınlaştıkça, insanlar uzaklaştı ve birbirine yabancı hale geldiler. 

Uzansan ziline dokunacağın komşular, uzaktaki bir dostun kadar dokunamıyor artık yüreğine. Selamsız sabahsız geçip gidiyor yorgun bedenler yanımızdan. Oysa eskiden evler alçak, insanlar da alçakgönüllü idi.  Kapılar değil, gönüller yakındı ve dokunuyordu insanlar birbirlerinin yüreklerine.

Ruhlarda sönmeye yüz tutan uygarlığın ruh ve alevini, insanlık aydınlığını, güzellik ve hakikat aşkını, insanın içini ışıtan mimari üslup ve yapıyı canlandırmak asıl görevidir günümüz öncü ve liderlerinin…

1950’lerden başlayarak günümüze kadar gelen idareci ve politikacıların büyük vebali vardır bu konuda. Özellikle 19 yıldır iktidarda olan ve muhafazakâr olduğunu iddia eden bir partinin belediye başkanlarının İstanbul’daki talan ve yağmada birinci derecede sorumlu olduklarını kim inkâr edebilir? “İstanbul’a ihanet ettik” sözü çok şey ifade eder…

Bahçesinden geçtik, bari balkonu olsun” diye hayallerindeki fotoğrafa uygun bir ev bulmak için sokak sokak dolaşan insanlarımızın bu duygularını nasıl okumalıyız? Yaşadığımız şehrin bütün bahçeleri tarumar olmuştur artık. Bütün mimar ve müteahhitler, sanki fikir birliği etmişçesine, boşluğa demir atmış bir gemi gibi balkonlar kondurmuşlardı evlerin dört bir yanına bir zamanlar. O moda da geçti şimdilerde. Bahçeye uzanan, evden fazla dışarıdan az bu çıkıntı, ev halkı için seyirlik yapay bir tepeydi.  Ahmet Hamdi Tanpınar’ın “Ne içindeyim zamanın ne de büsbütün dışında” dizeleri, balkonları canlandırır insan gözünde adeta.

Devamı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —