Erdoğan özeleştiriye Van’da başladı, bir teşekkürle demokrasi gelmez

Ali Duran Topuz'un Artı Gerçek'teki yazısı;

Erdoğan özeleştiriye Van’da başladı, bir teşekkürle demokrasi gelmez

 

Van’da Zeydan’ın seçilme yeterliliğinin anti-hukuk yöntemleriyle ortadan kaldırılması mümkün olursa, 31 Mart'ın yol açtığı bahar havası erkenden kışa döner. “Kürt demokratlara teşekkür” edenler, seçilme hakkının gaspına karşı mücadele etmeyi de bilmeli.

Her şey çok hızlı gelişiyor, o nedenle aşağıya bazı notlar ekledim, daha önce okuyan dostlar en alta bakabilirler.

Seçimin adı yereldi ama sonuçlar “Ne yereli genel genel” makamında okundu herkes tarafından. İktidar her yerde ağır darbeler aldı, kazandığı ya da kazanmış göründüğü yerler dahil. Demirel’in ünlü “tenceresi”, yani yoksullaştırıcı ekonomi politika, doğal, hukuki, siyasi ve beşeri afetlerle de birleşince seçmen iktidara 10 ay önce açmış göründüğü krediyi ağır bir faizle tahsile koyuldu.

CHP mutlu mu mutluydu, genel başkanı “Kürt demokratlara” teşekkür etme inceliğini gösterecek kadar siyasi cesaret kazandı. İktidarın kadiri mutlak lideri Erdoğan “Herkes kazandı, Türkiye kazandı” retoriğiyle işi savuşturmaya girişti ama yetmeyeceğini bildiği için, “özeleştirimizi yapacağız” gibi İslamcı/Türkçü kesimlerin hiç bilmediği, inanmadığı bir mekanizmaya başvuracağını ilan etti, elbette bunun da yetmeyeceğini bildiği seçim sonrasındaki konuşmasının içine takip edecekleri “devam yolu”nun tabelalarını yerleştirdi. Konuşmanın daha başlarında şöyle dedi:

'BÖLÜCÜ ÖRGÜTÜN KÖLELERİ' KİM?

"Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemizde vatandaşlarımıza yönelik bölücü örgütün kölelerinin baskı ve hakaretlerine şahit olduk."

Ne kast ediyordu? Elbette “taşımalı seçmen birlikleri”ne tepki gösteren halkı kast ediyordu, hani şu nereden geldiği, kim olduğu bilinmeyen taşınan seçmenlerden birine hitaben “Konuş, sen nerelisın” diyen yaşlı Kürt seçmen gibi figürleri. Zaten seçimden önce DEM Parti seçmeninin iradesinin olmadığı dile getirilirken de aynı şey söyleniyordu. Konuşmanın daha başlarındaki bu kriminalize edici ifadeler “polisiye/adli harekat”ların işaretiydi. Aynı konuşma içinde daha dört yıl seçim olmayacağını belirterek, seçimin “yorucu” olduğunu da vurgulayarak, bu dört yıl içinde en öncelikli gördüğü işi de anlattı:

"Başarılı operasyonlarımız sayesinde iyice köşeye sıkıştırdığımız bölücü terör örgütüne, ölümcül darbeyi mutlaka indireceğiz. Bir kez daha altını çizerek söylüyorum…

Güney sınırlarımızın ötesinde bir “teröristan” kurulmasına izin vermeyeceğiz."

Son sekiz yıllık iktidarın sürükleyici motoru olan “militarize edilmiş ekonomik ve toplumsal politikalar”dan vazgeçilmeyeceğini ilan ediyordu böylece. Küresel sermaye temsilcilerinin (IMF, Dünya Bankası) politikalarını harfiyen uygulayan iktidar, bu politikaların yol açtığı yokluk, yoksulluğa karşı toplumu ve ekonomiyi militarize ederek ancak ayakta kalabileceğini iyi biliyor, topluma karşı savaş anlamına da gelen bu stratejik tercihi meşrulaştırmanın en kolay yolu da “terör” maymuncuğunu kullanmak.

SEÇMENİN HEDEF OLACAĞININ İLANI

Elbette bu sözlerin bir anlamı da seçim sonuçlarında güçlü bir belirleyici rol oynayan Kürt seçmenin hedefe gireceği. Bölgede kayyım atanan yerleri geri alarak, 2019’a göre çok daha fazla sayıda yerde belediye kazanarak gücünü gösteren DEM Parti’nin rahat bırakılmayacağı zaten beklenir bir durum. Partinin başta İstanbul olmak üzere Batı bölgelerinde yaşayan seçmeni, partisinin aday çıkardığı yerlerde bile iktidara karşı oy kullanarak iktidarın hezimetinde büyük rol de oynayınca, iktidarın “madem öyle işte böyle” makamına geçmesi yine beklenir bir durumdu. Erdoğan’ın konuşmasındaki bu iki “terör” vurgusu, hem partinin hem de seçmenin hedef olacağının ilanıydı.

Konuşmanın içeriğine ilişkin ilk uygulama Van’dan geldi. Bütün ilçeleri ve büyük şehiri DEM Parti’nin kazanması, Van’ı öncelikli hedef haline getirmiş anlaşılan. Böylece iktidarın seçim yenilgisine karşı “demokratikleşme” ve “hukukileşme” değil, adli-polisiye-askeri baskı aygıtını daha da güçlendirme yoluyla cevap vereceğini ilanen tebliğ almış olduk. Erdoğan da “özeleştiri” derken ne demek istediğini söylemiş oldu, yani özeleştiri Van’dan başladı.

HUKUKİ DURUM BERRAK

Zeydan’ın “hukuki durum”u çok açık, berrak:

Abdullah Zeydan 2022’de memnu hakların iadesini almış. Yani TCK bunu uygun görmüş. Yüksek Seçim Kurulu incelemesini yapmış, engel, kısıt görmemiş. Seçime iki gün, mesainin bitimine beş dakika kala İçişleri devreye girmiş. Tamam o zaman, denilmiş, seçilme hakkı yok.

Işıl Kurnaz hoca yazdı: “Adaylara itiraz, adayların geçici olarak ilanından sonra iki gün içinde yapılır. (madde 14) İtiraz edilmemiş, memnu hakların iadesi kararına dayanarak YSK yeterliliğe karar vermiş. 29 Mart’ta memnu hakların iadesinin kaldırılması için yapılan bir başvuruyu kimse hukukla açıklayamaz.”

Açıklama hukukta değil zaten, anti-hukukta, yani siyasi iktidar arzularını tatmin ve emir telakki etme pratiklerinde.

SİYASAL PROVOKASYON

Bu bir hukuki süreç değil, siyasal provokasyon sürecidir: Kürtler, partileri ve seçmeni ile itiraza, protestoya yönelecek olsa “terör” maymuncuğu devreye girerek baskı artırılacak. Susacak olsa Van’la başlayan süreç her yere yayılacak, geçmişte bir cezası olmayan Kürt siyasetçi bulmak hiç kolay iş değil, çünkü cezaların hiçbiri hukuki sebeplerle verilmiyor, tamamı siyasi nitelikte ve anti-hukuk mekanizmasıyla veriliyor. Yani sorun hukuki “memnu hakların iadesi” sorunu değil, gayrimeşru “siyasi hakların gaspı” sorunudur.

Başa dönelim: Bu provokatif hukuksuz girişime ses çıkarma seçme-seçilme hakkını ciddiye alan herkesin görevi, en başta da ana muhalefet partisinin. Seçim gecesi “Kürt demokratlara teşekkür” etmekle demokrasi gelmez, “Kürt olmayan demokrat”lar olarak Kürt demokratlarla dayanışmayı ve seçmenin hakkını, iradesini sahiplenmek gerek. Unutulmamalı ki “askerileştirilmiş ekonomi politik” yol, militaristleşme sadece Kürtlerin taleplerine karşı bir mekanizma değil, yayılan ve derinleşen yokluğu ve yoksulluğu disiplin altında tutmak için de geliştirilmiş bir mekanizma. CHP’nin son yıllarını, özellikle 2015-2023 arası dönemini belirleyen “terör kompleksi” yine çalışacaksa, yani aman bölücülere yakın görünmeyelim kaygısı öne çıkacaksa, iktidar istediğine kolayca ulaşır. Böylece 31 Mart seçimiyle başlayan bahar havası, militarize siyasi ve hukuki aklın saldırılarıyla erkenden kışa döner.

 

NOTLAR

1
ÖZGÜR ÖZEL’İN ÇIKIŞI: EVET AMA YETMEZ

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in açıklaması gayet yerindeydi. Fakat mesele “demeç siyaseti” ile, güzel, etkili sözlerle çözülecek bir mesele değil. Fiilen, bütün ilçelerini ve büyükşehirini bir partinin ciddi farkla kazandığı bir yerde iktidarın düşük oy almış mensubu mazbatayı aldı. Yani doğrudan kayyım atama yerine mahkeme eliyle kayyım yerleştirme yoluna gidilmiş oldu. Bu fiili durumun, emrivakinin kabullenilmesi Türkiye’nin her yerindeki her belediyeyi tehlike altına sokmak gibi bir sonucu var ilk planda. Kürt dünyasında uygulanıp başarı sağlamış her hukuk dışı yöntemin Türkiye’nin her tarafında uygulandığını unutmamak lazım. Kürdistan bu bakımdan “anti-hukuk”un laboratuvarı niteliğindedir.

Özel’in sözleri şöyle:

“Seçim sonuçları hakkında yaptığı balkon konuşmasında, gerçi birinci parti olan partimizi kutlamadı ama, seçim sonuçlarına saygılı davranacağını ifade eden bir konuşma yapmıştı. Ben bu konuşmayı önemsedim. Orada öyle konuşup da sonra rakibinin üç katı kadar oy alan bir büyükşehir belediye başkanı varken ona tuzak kurup ikinci olana mazbatayı vermeye rezaletine kalkışırlarsa söylediği bütün sözler hükümsüz hale gelmiş olur. Çünkü aday zamanında başvurmuş, temyiz kağıdını almış, memnu hakların iadesi hallolmuş, aylarca kampanya yapmış. Cuma akşamı saat 16.55’te, Diyarbakır'dan gidip bir başvuruyla bunu iptal ettirmek, Van halkının iradesini hiçe saymak, ona pusu kurmaktır.”

2
VAN’DA HATA MI VARDI?

Niye Van? DEM Parti hata yaptığı için mi? Hiç değil, mahkeme kararı ile memnu hakları iade almış biri aday gösterilecek elbette. Van çünkü, hem il hem ilçeleriyle blok olarak DEM Parti’ye oy verdi. Şu anda hukuksuzluk mazbatasını eline almış olan Abdulahat Arvas yüzde 27.15 oy almış, Abdullah Zeydan’ın oyları ise yüzde 55.48. Yani Van’da “Büyükşehir Belediye Başkanlığı” işi verilen Abdulahat Arvas, rakibinin yarısından az oy almış. Arvas, “Kayyım olmam” dedi, dedi ama oyların yüzde 30’dan azını almış biri olarak, yüzde 60’a yakının alan birinin mazbatasını taşımaya itiraz edecek kadar siyasi vakar da gösteremedi.

3
YURTTAŞLIK İMHASI

Bu bir “siyasi provokasyondur” dedik; ilk hedef seçmenin üzüntüsü ve kızgınlığını göstermeye girişmesi halinde kriminizalizasyon sürecini başlatacak hamleler yapmak büyük ihtimalle. Dolayısıyla Van seçmeninin ve diğer bölgelerdeki Kürt seçmenin yükünü hafifletmek, demokrasiye ve hukuka inancını azaltmayı engelleyecek yollar, yöntemler bulmak demokrasiye ve hukuka inanan, ihtiyaç duyan muhalefet kişi ve kurumlarının boynunun borcu olmak zorunda. Çünkü sadece “Van seçmeninin iradesi” gasp edilmiyor, seçme-seçilme hakkı fiilen ortadan kaldırılıyor, yani “yurttaşlık” imha ediliyor.

4
İKTİDARIN MECBURİ YOLU: MİLİTARİZASYON

Yazıda çok kullandığım “militarizasyon” meselesi iktidar açısından sadece Kürt meselesinin hal yolunun bir aracı değil, yürüttüğü ekonomi politikaların çağırdığı bir idari/siyasal davet. Üstelik bu Türkiye’ye özgü de değil, Türkiye gibi neo-liberal politikaların dizginsiz biçimde uygulandığı her yerde genel bir tercih. Bu işin en ünlü ülkesi de aslında İsrail, Türkiye yönetiminin İsrail ile ekonomik ilişkileri sürdürmekten hiç vaz geçmemesiyle de bağı var meselenin: Küresel ekonomik egemenlerin yürüttüğü ekonomi politikaları dünyanın her yerinde çok geniş nüfusları çaresiz bir yokluk ve yoksulluğa sürüklüyor ve bu nüfus içinden yükselecek itirazların, isyanların durdurulması ancak güçlü askeri/polisiye mekanizmalarla mümkün. Türkiye dahil hemen her yerde, bu işin “piri” olan İsrail’de olduğu asker giderek polise polis giderek askere benziyor. Bu seçimde iktidarı hezimete sürükleyen temel şey de ekonomi politik tercihlerin yarattığı yokluk ve yoksulluğun iktidara karşı oy kullanmaya yönelmiş olması. Yerel seçimi kaybetmesi fazla dert değil, iktidar şimdi dört yıl sonraki seçimde kendisini devirebilecek eğilimlerin güçlenmesini engellemek üzere yollar bulma peşinde ve bulacağı bütün yollar militarizasyon eşliğinde yürünecek yollar olacak. Bu bakımdan muhalefet, elde ettiği başarının kalıcı olmasını istiyorsa iktidarın militarizasyon tercihine ve bu tercihin doğal eşlikçisi olan hukuksuzluklara karşı yollar, yöntemler, politikalar bulması gerekir. Yoksa iş Can Atalay meselesindeki gibi tavsar gider.