Elma kokusuyla gelen soykırım: Halepçe

Prof. Dr. Bilal Sambur yazdı;

Elma kokusuyla gelen soykırım: Halepçe

nsanlık tarihinin en büyük soykırımlarından biri, 16 Mart 1988 tarihinde Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi sınırları içinde kalan Halepçe kentinde yaşandı. 

Ortadoğu coğrafyasının en kanlı diktatörlerinden biri olan Saddam Hüseyin ve ordusu, hardal, VX ve sarin gazlarıyla yüklü kimyasal silahlarla Kürtlere karşı bir soykırım saldırısında bulundu. 

Sivil ve masum Kürtleri yok etmeyi hedef alan kimyasal soykırım saldırısı sonucunda, Halepçe'de binlerce insan hayatını kaybetti.

Halepçe soykırımı, tarihte sivil insanları hedef alan en büyük kimyasal soykırım saldırısı olarak tarihteki yerini aldı. 

1 Mart 2010 yılında Irak Yüksek Ceza Mahkemesi, Halepçe kimyasal kıyımını "katliam-soykırım" olarak kabul etmiştir.

Irak ve Kürdistan Bölgesel Yönetimleri de Halepçe'yi soykırım olarak tanıyan kararlar çıkarmışlardır.


16 Mart 1988 Saat 11.05 olduğunda soykırım vahşeti, Halepçe kenti üzerine çökmüştü. Halepçe soykırımını yaşayanlardan Kervan, o günü şöyle anlatmaktadır: 

Güzel bir bahar günüydü. Saat sabah 11.00 sularında evime yaklaşırken içimi garip bir his kapladı; bu his bana büyük bir felaketin eşikte olduğunu söylüyor gibiydi, kalbim sarsıldı. Dakikalar içinde her yanımızda top mermileri patlamaya başladı; koştuk ve saklandık...

[O gün], yaşadığım sürece unutmayacağım şeyler gördüm. Koşarak evimize yaklaşan bir adam 'Gaz! Gaz!' diye bağırmaktaydı... Yerde yatan ve yeşil bir sıvı kusan insanlar vardı. Kimileri de yüksek sesle histerik kahkahalar atıyorlardı…

Daha sonra elma kokusuna benzer bir koku aldım; sonrasında bilincimi kaybetmişim. Uyandığımda etrafa dağılmış yüzlerce ceset gördüm...

Bu, tam bir yok oluştu... Arabası olanlar kasabayı terk etti, arabası olmayan ve omuzlarında taşıyamayacak kadar çok çocuğu olanlar ise kasabada kaldı ve gaza yenik düştü...

(Cumhuriyet, 16 Mart 2021) 


'Kanlı Cuma' olarak anılan o günde, Halepçe kentini yoğun bir elma kokusu kaplamıştı. Çocuklar, annelerine "Dayê bîhna sêv ê tê ye (Anne, elma kokusu geliyor)"  diyorlardı.

Çocuklar, kadınlar ve yaşlılar, gelenin elma kokusu değil, kimyasal soykırımın getirdiği ölüm olduğunu hayatlarını kaybederek bir daha öğrenemeyeceklerdi.

Şair Ahmed Hüseyni, "Dar Mezarlar" şiirinde 16 Mart Halepçe soykırımını şöyle ifade etmektedir: 

Vedalaşma Newrozudur
Ölüm bayramıdır bu
Ve biz… Umudu ördük içimizde.


Müştehir Karakaya, Halepçe şiirinde soykırımın korkunçluğunu mısralara dökmektedir: 

Geceler üstümü örten kara bir leke
Halepçe üstüne çekilmiş sis
Çekilmiş duman
Ölüm bir bulutun inmesi gibi

Ne bir ses işitilir ne de bir havar
Sesler kesildikçe taş kokan sokaklardan
Gevrek gevrek bakıyor
Sırça acun gözleri

Bir torbaya asılı çürük kemikler gibi
Üflenir sayfalara tarihi odaklardan…


Çocukların kimyasal gazların kokusunu elma kokusuna benzetmeleri, Halepçe'yi insanlığın vicdanına ve hafızasına elma kokusuyla gelen soykırım olarak kazımıştır. 

Kürtler, 16 Mart Halepçe soykırımını "kimyabarana Helepce (Halepçe kimyasal bombardımanı)" olarak ifade etmektedirler.

Dünya, Halepçe kimyasal soykırımını, "babasının kucağındaki bebekle" fotoğraflayan Ramazan Öztürk'ten öğrendi. 
 

Ramazan Öztürk.png

Ramazan Öztürk / Fotoğraf: Gazete Emek


Ramazan Öztürk, Halepçe soykırımının 'Kanlı Cuma'sını şöyle anlatmaktadır: 

Bütün sokaklar cesetlerle doluydu. Etrafta dayanılmaz bir koku hâkimdi. Körpecik bebelerden bazılarının derileri kavrulmuş, bazılarının vücudu mosmor kesilmişti.

Cesetlerin çoğu kadın, çocuk ve yaşlı insanlara aitti. Bazı bebekler annelerinin kucağından fırlamış yerde sere serpe yatıyorlardı.

Kimi evinin avlusunda kurulmuş sofra başında; kimi kapının eşiğinde; kimi bebeğini emzirirken; kimi oyun oynarken yakalanmıştı zehirli ölümün pençesine...

 

Sessiz Tanık.jpg

Ramazan Öztürk'ün çektiği, 1988 Halepçe katliamıyla özdeşleşen "Sessiz Tanık ​​​​​​" fotoğrafı


Öztürk'ün çektiği Sessiz Tanık (Şahide Bedeng) fotoğrafı, Halepçe soykırımının sembolü haline gelmiştir.

Sessiz Tanık fotoğrafında evinin merdivenlerine cansız olarak yığılmış Ömer Hawar isimli babanın elinde cansız bir çocuk bedeni bulunmaktadır. 

Merkezi Hollanda Lahey'de bulunan Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü'nün bahçesinde ve Halepçe Müzesi'nin bahçesinde soykırımın sembolü olan Ömer Hawar'ın heykeli bulunmaktadır.
 

Ramazan Öztürk-2.jpg

Ramazan Öztürk, Lahey'deki Halepçe Soykırım Anıtı'nın önünde / Fotoğraf: Twitter

 

Saddam Hüseyin diktatörlüğü, Ortadoğu'yu savaşlar ve katliamlar cehennemine çevirmiş bir vahşidir. 

İran'la tarihin en uzun savaşlarından birini yapan ve Kuveyt'i işgal ederek bugünkü kaos ve kanla dolu Ortadoğu tablosunun ortaya çıkmasına neden olan Saddam Hüseyin, yıkımdan başka bir şeyle sonuçlanmayan savaşlar ve katliamlar yapmaktan çekinmeyen haydut bir diktatördü.

Ortadoğu coğrafyasının kendi içinden niçin Saddam gibi diktatörler, haydutlar ve despotlar çıkardığı sorusu, bu coğrafyada yaşayan herkesin yüzleşmesi gereken derin bir meydan okumadır. 

Coğrafyamız, katillerini ve haydutlarını kendi içinden üretmektedir. İçimizdeki yozlaşma ile yüzleşmeden Halepçe soykırımını yapan Saddam gibi diktatörlerin içimizden çıktığı sorusunun cevabını bulmamız mümkün değildir. 

Halepçe soykırımı gibi binlerce insanın hayatını söndüren bir facianın baş sorumlusu olan Saddam mikrobunun bünyemizi çürüten kabilecilikten, fanatizmden, despotizmden, cehaletten ve ölüm tapıcılıktan kaynaklandığını görmemiz gerekmektedir.


İran-Irak savaşı sırasında İran ordusunun desteğiyle Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği'ne bağlı Peşmerge güçleri, Halepçe bölgesinde kontrolü sağlamış ve Saddam rejimine karşı etkili bir direniş ortaya koyuyorlardı.

Halepçe'nin kontrolünden çıkmasını hazmedemeyen Saddam, kuzeni Ali Hasan el-Mecid'i Kürtlere soykırım yapmakla görevlendirdi. 

Kimyasal Ali veya Kürt Kasabı lakaplarıyla bilinen Ali Hasan el-Mecit'in emriyle 8 taneden oluşan MIG-23 jetleri, hardal ve sarin gazlarıyla yüklü bombaları Halepçe üzerine bıraktılar. 

Savaş jetleri, üç gün boyunca, Halepçe ve çevresini zehir gazlarıyla yüklü kimyasal silahlarla bombaladılar. Bu arada Saddam'ın ordusu, karadan Halepçe'yi topçu ateşine tutmuştu. 

Kimyasal gaz bombalarının atıldığı anda altı binden fazla insan hayatını kaybetti ve on beş binden fazla insan yaralandı. 

Yaşlılar, çocuklar ve kadınlar, İran ve Türkiye sınırına doğru kaçmaya başladılar. Binlerce insan dağlarda ve yollarda hayatını kaybetti. 

Nagazaki ve Hiroşima'ya atılan atom bombası soykırımından sonra dünya tarihinin en büyük soykırımı Halepçe'de gerçekleşti. Halepçe, Kürt Hiroşima'sıdır.

Halepçe'de işlenen soykırım suçunun baş sorumlusu olarak görülen Kimyasal Ali veya Kürt Kasabı lakaplarıyla bilinen Ali Hasan el-Mecid, insanlığa karşı suç işlemek ve soykırım yapmaktan ölüm cezasına çarptırıldı ve idam edildi. 

Kürt Kasabı Mecid'in idam kararının imzalandığı kalem ve asıldığı ip, Halepçe müzesinde sergilenmektedir.
 

kimyasal ali.jpg

'Kimyasal Ali' lakaplı Ali Hasan el-Mecid ile Saddam Hüseyin

 

Halepçe kimyasal soykırımı, insana, toprağa, doğaya, suya, kısacası hayata dair her şeyi ortadan kaldırmayı hedefleyen korkunç bir faciadır. 

Halepçe'ye atılan sarin ve hardal gazları, insanların genlerinde hala tahribatlar yaratmakta, insanlar bugün bile hasta, kısır veya engelli olarak doğmaktadırlar. 

Süleymaniye Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Fuat Baban, 7 Aralık 2002 tarihli 'The Sydney Morning Herald' gazetesinde yayımlanan 'Experiment in Evil' başlıklı makalesinde, Halepçe'de engelli doğum oranının Hiroşima ve Nagasaki'nin 4-5 katı olduğunu söylemektedir. 

Dünya Sağlık Örgütü'nün (DSÖ) raporuna göre Halepçe kimyasal soykırımı, günümüze kadar 43 bin 753 aşkın kişinin ölümüne, 61 binden fazla kişinin de sakat kalmasına sebep olmuştur.

Devamı >>>