EKONOMİK KATILIMIN TEMELİ OLARAK ZEKÂT

Abdullah DENİZHAN'IN "KONUYA DAİR" ANALİZİ...

EKONOMİK KATILIMIN TEMELİ OLARAK ZEKÂT

Allah ve Resulü (a.s) insanlara dünyadaki amaç ve gayelerini, hayatlarının salt bir başı boşluk (75: 36) içinde olmadığını göstermek için vahye muhatap kılmıştır. İnsana bu emir ve yasaklara uyduğu zaman dünyadaki konum ve ahiretteki itibar ile yükseleceğini bunun aksi olan yollarda ise çeşitli ayetlerle dalalete uğrayacağını açıklamıştır. Var olduğundan beri insanlık yaşam felsefesini hem bireysel hem de toplumsal olarak (7: 6) vahiy temelli inşa ettiğinde medeniyet anlamında belirli bir yükseliş çizgisi yakalamıştır.

 Allah, Kuranı Kerim’de müminlerden yaklaşık olarak otuzun üzerinde ayette zekât vermelerini emretmiştir. Bu ayetlerin genel manasına bakıldığında zekât ibadetinin gerek bireysel anlamda insana gerekse de ekonomik ve sosyal anlamda topluma çeşitli etkileri bulunmaktadır.[1]  Bu yazımızda bu etkilerin sonuçlarını açıklamaya çalışacağız.

Georges Battaille’ın Lanetli Pay kitabında mülkiyet üzerindeki fazlalığın belirli uygarlıklar üzerindeki etkilerinin neler olduğunu göstermeye çalışmıştır. Tüm kitaptaki sonucu yazarın şu sözlerinden anlayabiliriz:

“ Bütün olarak bir toplum daima geçinebilmesi için gerekenden fazlasını üretir, bir fazlalığa sahiptir. Onu belirleyen de özellikle bu fazlayı kullanma tarzıdır: Fazlalık(artı-değer) , hareketliliklerin, yapı değişimlerinin ve bütün tarihin nedenidir.”[2] Aslında Bataille’ın medeniyetler üzerinde hareket ettirici bir değer olarak gördüğü fazlalık, İslam toplumunda bireyin mülkiyeti üzerindeki artı-değerini zekat, infak ve sadakadan mal cinsiyle ödediği para ile eşit etkiye sahip olduğu kabul edilebilir. Lanetli Pay’da gösterildiği üzere, Burjuva sınıfı mülkiyetleri üzerinde bir cimriliği sahiptir. Potlatch türü şenliklerde ise ilkel toplumda artı-değere sahip olan kişi (şef) bütün bu fazlalığını bir anda dağıtabilirdi. İşte zekât ibadeti Müslümanlar üzerinde bir farz olduğu için bu iki aşırılığın üzerinde bir orta-yol sunar…

Yaşadığımız 21.yy’da ekonomik anlamda dünya piyasasına İslam’ın da bir cevabı olduğunu duyurmaya çaba gösteren, Allah’ın ayetlerinde ve Peygamber(a.s)in sünnetinde didik didik ekonomik içerikli hüküm veyahut zahiri manada bir anlamı bulunmasa da araştırmacının bireysel olarak başvurduğu ictihad ile yapılan değerlendirmeler sonucu kendince ‘dünyadaki tüm piyasa ekonomilerinin yegâne çıkmazına karşı İslam Ekonomisi geçerli tek sistemdir’ diye salt hamaset kokan sloganlarla hareket eden yazarların bu konuda ilk olarak ele aldığı ayet Haşr Suresi 7’dir:

 “Allah’ın o şehir halkının (malından), resûlüne fey olarak verdiği şey (savaşsız elde edilen ganimet), artık Allah’ın, resûlünün (peygamberinin), ona yakınlığı olanların, yetimlerin ve yoksulların ve yolcularındır. (Bu) içinizden zengin olanların arasında elden ele dolaşan bir mal (servet) olmaması içindir. Ve resûl, size ne verdiyse o zaman onu alın. Ve o, sizi neden nehyetti ise o takdirde ondan vazgeçin. Allah’a karşı takva sahibi olun. Muhakkak ki Allah, ikabı (azabı) şiddetli olandır.”

Allah ayetinde mülkiyetin zenginler arasında dolaşan bir süreç olmamasını istiyor. Burada iktisadi manada malın tasarrufu yerine piyasaya aktarımını emrediyor. Bu süreç ekonomik boyutu gelişmemiş olan toplumun bir anda göze alacağı bir durum değildir. Aksi takdirde bu olduğu sürece pazarın bir anda kuruması, yaşayan herkesin zekâta muhtaç hale gelmesinin gözlemlenmesi beklenir…

Haşr Suresinin nüzulu Medine dönemindedir. Genel kabule göre Uhud Savaşından beş ay kadar sonra inen sure, Medine’ye hicret eden Muhacirin ekonomik durumunun iyi olduğu zamana denk gelir. [3] Çünkü peygamber(a.s)ın yaptığı Ensar- Muhacir arasında geçerli olan muahat antlaşması Bedir savaşında elde edilen ganimetler ve Muhacirin ekonomik durumunun iyileşmesi sonrasında kaldırılmıştır. (Peygamberin seçtiği kardeşlik hala devam eder ancak sadece mülkiyete kan bağı bulunan yakın akrabalarından önce varis olma durumu ortadan kaldırılmıştır.) Ayetin nüzul döneminden ve metninden anlaşılacağı üzere ganimet ile gelen malın çeşitli yollarla hareket halindeki piyasaya kazandırılması istenmiştir… Nitekim Mevdudi aynı ayetin tefsirinde; Hz. Peygamber bu malları sadece Mekke’den göçüp gelen Müslümanlara dağıtmıştı… Hz. Peygamber’in eline bu fırsat geçtiğinde İslam toplumunun doğal konumunu uygulamaya koydu. Böylece artık fakirlerin de kendilerine mahsus malları olacak ve mallar sürekli olarak yalnız zenginlerin tekelinde dönüp dolaşan bir ayrıcalık olmayacaktı. [4]

Adam Smith’in “görünmez el” teorisi ile ortaya attığı piyasayı canlandırma ruhu İslami literatürde zekât ile açıklanmalıdır. (Burada görünmez el teorisi zekât için kesinlikle bir kıstas değildir!)  Çünkü zekât kelime manası olarak arınma demektir… Zekat veren bir birey malını piyasaya herhangi bir girişimi olmadan ortak olmada bulunamayacak derecede zayıf olan kişilere mülk kazandırarak onlarında piyasaya dahil olmalarını sağlar. Yani zekât verecek derecede olan insan farziyeti yerine getirerek piyasanın canlanmasını sağlayabilir. Bunu Allah’ın başka bir ayetinde malın üzerinde fakirin hakkı olduğundan da anlayabiliriz: “Mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardı.” (51.19)

Bugün Liberalizmin büyümesi için muhtaç olduğu Kapitalist sistemin genel kabule göre onaylanmamasının mantıksal zemindeki tek açıklama da bu durumdur.[5]  Çünkü Liberal-Kapitalist sistem, toplumun içinde yaşayan bireylerin ekonomiye katılıp katılmadığı ile ilgilenecek değildir… Adam Smith ve David Ricardo öğretilerinde toplumun gelişmesi, piyasadaki tekellerin artmasına ve ülkelerin sadece uzman oldukları üretim alanlarında yetkin olmasına bağlamışlardır. Bunu bugün dünya üzerinde ahtapot gibi yayılan küresel sermaye şirketlerinin durumundan rahatlıkla anlayabiliriz.  Zenginin her daim daha zenginleştiği, fakirlerin daha da fakirleştiği modern piyasa, her ne kadar bu hastalığı “fırsat eşitliği” gibi bir bahane ile kapatmaya çalışsa da tedavi yöntemi dişi ağrıyan bir bireyi masal anlatarak sağlığına kavuşturma çabasına benzer… Oysa İslam’ın bu konudaki hükmü Hz. Ebubekir’in Zekât vermeyenlerle mücadele etmedeki kararlılığından anlayabiliriz.

Zekât kurumu bireylerin ekonomiye hep birlikte katılımı ile piyasadaki rekabet ortamını daha da artırmıştır. Bu rekabet ortamı, yerli piyasa içinde liberal mantıktaki gibi insanın yükselişini başka insanın omzuna basarak gerçekleştirmesini sağlaması gibi değildir. Nitekim Marx, Kapitalizmin işleyebilmesi için sürekli hatırlattığı rekabet ortamının var olabilmesi için tekelleşme eğiliminde belirli sermayelerin varlığını zorunlu görür. Yani rekabetin olabilmesi için sermayeler çoğalmalı, birden fazla elde toplanmalıdır. Bu sermayeler rekabet ortamı içinde tekel bir şirketin getirdiği bütün doymazlığı içinde barındırma potansiyeline sahiplerdir. [6]

Zekât veren birey öncelikle bugün psikolojide kanıtlanmış olan mülkiyetin getirdiği zehri nefsinden atmıştır. Çünkü malın arınması yapılmazsa insan dünyaya ve ilişkilerine artık sahip olduğundan bakmaya başlayacaktır. Bireysel anlamda böyle etkisi bulunan zekâtın, müminler arasında sağladığı ilişkiyle herkese bir sermaye sağlayacaktır. Elde edilen bu sermayede yukarıda da değinildiği gibi piyasa akacaktır. Çünkü Hz. Ömer’in uygulamasında gördüğümüz üzere piyasadaki hiçbir mal üzerine ‘narh’ sistemi gibi uygulama yoktur. Hz. Ömer pazardaki bu uygulamaya kesinlikle karşı çıkmış ve bunu kesin bir dil ile yasaklamıştır. O halde tasarrufunu, zorlukta kalan Müslüman kardeşi için harcayan mümin görüldüğü üzere toplumun ihtiyaç duyduğu çok eksikliğe çare olacaktır…

 

[1]   Zekata bu ismin verilmesinin nedeni, ya ondan bereket umulduğu içindir; ya da nefsin arındırılması, yani nefsin hayırla ve bereketle olgunlaşması umulduğu içindir. Yahut da bu her ikisinden dolayı bu ismi almıştır. Çünkü söz konusu olan bu her iki güzellik de zekatta vardır. El- Isfehani, Müfredat, Çıra Yayınları, s. 437.

[2] Georges Bataille, Lanetli Pay, Sel Yayıncılık, s. 117.

[3]   Mevdudi, Tefhimu’l Kuran, İnsan Yayınları, c. 6, s. 208.

[4]   Mevdudi, a.g.e., s.209.

[5]   Mustafa Aydın, Güncel Kültürde Temel Kavramlar, Açılım Kitap, s. 277.

[6]   Karl Marx, 1844 El Yazmaları, Birikim Yayınları, s.41-42.

Kaynak: Özgün İrade Dergisi 2019 Ekim Sayısı