12. 08. 2018 Pazar
Sıkıntılı bir sürecin tam da merkezindeyiz. Ekonomideki bu gelişmeleri yorumlarken ne biz demiştik deyip nefsi tatmin yolunu seçebiliriz ne de oh olsun, ne haliniz varsa görün diyerek bir kenara çekilebiliriz. Bu ülke, bu millet, bu devlet bizim. Derdimiz her daim üzüm yemek olduğuna göre bundan önce olduğu gibi sorumlu davranmaya ve uyarmaya ısrarla devam edeceğiz.
Ekonomide bunlar yaşanırken, Rize ve Ordu´daki sel felaketleri ile birlikte şehirlerimizi de yeniden tartışmaya başladık. Aslında son yaşadığımız ekonomik sorunlar ile bu afetler arasında dolaylı, bazen de doğrudan bir ilişki var.
Peki, nedir bu ilişki ve şehirlerimizde olanlar?
İçişleri Bakanlığı 90´lı yıllarda İstanbul´un bir ilçesine, imar uygulamalarındaki usulsüzlükler ve yolsuzlukları araştırmak üzere iki müfettiş gönderir. İfadesine başvurulanlardan birisi de aynı zamanda müteahhit olan bir meclis üyesidir. Kendisine iddialar sorulduğunda;
Dün bu örnekler yaşanırken, bugün arşa merdiven dayayan(!) gökdelenlere plansız, programsız, duyarsız bir şekilde ruhsatları vererek şehirleri arkasından hançerleyenler kimler?
Batıdaki şehirler, meydanlar binlerce yıllık siluetlerini korurken, İstanbul´un, Bursa´nın meydanlarını, tarihini, onurunu beton kafeslerle çevirenler hangi medeniyete hizmet ettiklerini zannediyorlar?
Yeşilin, mavinin gün geçtikçe anlamını yitirdiği bir ülkeyi kim, nasıl doğru hedeflere taşıyabilir?
Tabii ki doğal afetler dünyanın her tarafında oluyor. Allah daha beterlerinden saklasın.
Ancak bizim bugün başımıza gelen felaketlerin etkisini artıran insan-hata-suiistimal-yolsuzluk-cehalet gibi unsurları görmezden mi geleceğiz? Mimar Sinan´ın yüzlerce yıl önce inşa ettiği yapılar, Allah´ın izniyle nice yüzyıllar ayaktayız mesajı verirken, yıkılan köprüleri, altgeçitleri yapanlardan, bunları onaylayanlardan hesap sormayacak mıyız?
Söyler misiniz, freni patlamış bir kamyon gibi böyle nereye kadar gidebiliriz?
Şu gerçekleri asla unutmayalım; şehirlere, doğaya bu kötülükleri yapan belediyeler ve kurumların önemli bir kısmı israfın zirve yaptığı merkezler haline geldi. Hizmet üretmekten ziyade rant dağıtıyorlar artık. En iyi rant dağıtım aracı olarak ise betonu kullanıyorlar. İmar yolsuzlukları, nereye ve nasıl harcandığı denetlenemeyen bütçeler çoğunun ortak karakteristiği oldu. Su akarken testiyi doldurma kaygısı taşıyanların ve gemisini kurtaran kaptan olmayı hedefleyenlerin sayısı arttıkça artıyor.
Artık belediyelerin şehirlere, doğaya rant aracı olarak bakan sırça köşkler olmaktan çıkarılması gerekiyor. Yöneticilerin, vatandaşın başında boza pişiren birer kibir kuleleri olmalarına son verilmesinin zamanı geldi de, geçmek üzere. Gelişmiş ülkelerde devlet başkanlarının bile kullanmadığı makam araçlarıyla halka caka satanlara yetkinin millette olduğu hissettirilmeli artık. Bu israflara ve vurdumduymazlıklara dur demezsek ne doları frenleyebilir ne de ekonomik açıdan kendi ayaklarımızın üzerinde durabiliriz.
Vatandaşa dağıttıkları çoğu sözde sosyal yardımları bir şeyleri örtmek için kullananlara karşı durmak herkesin omuzlarına düşen tarihi ve önemli bir görevdir. Farkında değil miyiz, şehirler bile isyan ediyor artık. Bu çığlıklara kulak mı tıkayacağız?