Tarih: 28.01.2020 12:32

Eğer İncirlik’te nükleer silah varsa!..

Facebook Twitter Linked-in

Geçen hafta Amerikan devletiyle tandem içinde çalışan düşünce kuruluşu RAND Corporation’ın Türkiye üzerine hazırladığı son rapordan bahsettiğim yazının yayınlanmasından sadece iki gün sonra raporu hazırlayan ekibin başı olan Stephen J. Flanagan ile İsveç’in başkenti Stockholm’deki bir toplantıda karşılaştım. Bir başka Amerikan düşünce kuruluşu olan Marshall Fonu’nun İsveç Dışişleri Bakanlığı ve TÜSİAD ile ortaklaşa düzenlediği toplantı için tam da zamanımızın politik ruhuna denk bir başlık seçilmişti; “Anksiyete Çağı”. Toplantıda küresel ekonomik gidişattan, NATO’nun nereye savrulduğuna, Türkiye’nin hala hakikaten AB üyeliği şansı olup olmadığına pek çok soru etraflıca tartışıldı. Değişen küresel dengelere ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın giderek daha otoriter ve daha İslamcı tınlayan bir yönetim modeline kaymasına rağmen Türkiye’nin ABD ve AB açısından hayati önemde bir jeo-stratejik konum işgal etmeye devam ettiğini düşünmeyen kimse yok.

Stockholm’deki oturumlar arasına “Türkiye’nin Milliyetçi Rotası: ABD-Türkiye Stratejik İlişkileri ve ABD Ordusu açısından sonuçları” başlıklı raporun mimarı Flanagan ile bir söyleşi sıkıştırmayı becerdim. Raporun özellikle TSK içinde orta kademelerdeki rahatsızlıktan ve İncirlik Üssü’nün kapatılma ihtimalinden bahseden bölümlerinin Türkiye’de ilgi uyandırdığından haberdar. RAND’i ve dolayısıyla kendilerini Amerikan istihbarat kurumları ve Pentagon’la gizli bir ilişki içindeymiş gibi lanse eden haberlerden de…

Flanagan, RAND’in ABD hükümetiyle ayrıcalıklı ilişkisi nedeniyle çalışmalarının ekseriyetle hükümet görüşüymüş gibi algılanmasının bir ölçüde anlaşılabilir olduğunu söylüyor. Ancak Amerikan hükümeti adına konuşmadıkları gibi hükümetin ya da devletin herhangi başka bir kurumunun kendilerine ne yazacaklarını dikte etmesinin mümkün olmadığını da ekliyor. Entelektüel sermayelerinin “editoryal bağımsızlık”tan geçtiğini anlatıyor.

Flanagan ile RAND’ın yapısını tartışırken kurumda hiç Türk çalışmadığını da öğreniyorum. Türkiye raporunu hazırlayan 10 kişilik ekibin Türkçe konuşan tek ismi ise Katherine Costello imiş.

Flanagan tespitlerini aktarırken satır aralarında özellikle 15 Temmuz sonrasındaki süreçte başka Amerikalılardan da duyduğum bir izlenimin teyidini yakalıyorum; Türk ordusu mensupları resmi temaslar dışında Amerikalılarla görüşme konusunda son derece çekimser. Nitekim Flanagan ve ekibi askeri meselelerle ilgili değerlendirmeleri sadece ABD tarafından resmî yetkililerle konuşarak yazmışlar. Türk tarafından ise ancak resmi sıfatı olmayan ancak TSK’yı yakın takip eden sivillerle konuşabilmişler.

Eski bir hükümet yetkilisi olan Flanagan, Hulusi Akar’ın şahsındaki sorularımı maharetle karambole getirdi. ABD Başkanı Donald Trump’ın kendi adamlarını şok eden bir açıklamayla varlığını teyit ettiği İncirlik Üssü’ndeki nükleer silahlar konusunda konuşmamaya çalışırken ise epey zorlandı.

RAND raporunu bir kez de Flanagan’ın verdiği ipuçları ile çizdiği çerçeveyi nazara alarak okumak, bazılarının yaptığı gibi raporda yazılanlara hak ettiğinden fazla anlam atfetmenin anlamsızlığını ortaya çıkartacaktır diye düşünüyorum.

Raporda Türkiye’nin önümüzdeki süreçte nasıl bir müttefik olabileceğini tartıştığınız bölümde dört senaryodan bahsediyorsunuz. Hangi senaryonun galip geleceğine yönelik net bir tespitte bulunmamışsınız. Ancak benim yazdıklarınızdan yaptığım çıkarım Ankara’nın “zor bir müttefik” senaryosu ile Rusya, İran ve Çin ile ilişkilerini daha da derinleştirerek NATO ortaklarını dengelemeye yöneldiği “stratejik cambaz” senaryosu arasında gidip geleceği yönünde. Doğru mu?

Evet doğru. Benim de değerlendirmem bu yönde. 2018 ve 2019 seçimlerinin sonuçlarına bakıldığında Türkiye toplumunun en az yüzde 46’sı başka bir siyaset istiyor. Hem de her yanıyla AKP’nin zaferle çıkması için dizayn edilmiş seçimlerden çıktı bu sonuçlar. CHP ile İYİ Parti, NATO ve AB ile daha güçlü ilişkilerden yana. Demirtaş da AB ile daha iyi bir ilişki ihtiyacından bahsediyor. Avrasyacılık hevesinin ahmaklık olduğundan ve Türkiye’nin geleceğinin AB ile birlikte olduğundan bahsediyorlar. Hatırlarsanız AKP de ilk yıllarında benzer bir hedefle yola çıkmıştı. Türkiye’nin bugün gördüğümüzden farklı bir ülke olabileceğini savunuyorlardı.

2019 seçimleri demokrasinin yeniden canlanabileceğini gösterdi. Davutoğlu ve Babacan’ın AKP’den ayrılığı da bu ihtimalin göstergesi. Toplumun hala büyük bölümü – özellikle de dindar olan ya da olmayan gençlerin çoğunluğu – küresel toplumun bir parçası olmak istiyor. Türkiye’nin yalnız bir ülke olmasından rahatsızlık duyuluyor. Dünyada tek dost olarak Azerbaycan’ı gören bir ülke Türkiye için yaşayabilir bir pozisyon değil..

Erdoğan ile Trump arasındaki ikili planda yürüyen ilişki sizce genel olarak Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl etkiliyor? Trump’ın Erdoğan’a olan sempatisi tren kazasını şu ana kadar engellemiş görünüyor. Katılır mısınız?

Tuhaf bir biçimde evet! Başkan Trump, Erdoğan’ın adımlarının bir kısmını yanlış anlayarak bunu yapmış olsa da… Hatırlayın Trump ne demişti? “Erdoğan S-400’leri Obama Türkiye’ye Patriot’ları vermek istemediği için almak zorunda kaldı.” Bu söylediği mesela yarım doğru. Bunu söyleyerek hem Obama yönetiminin hem de kendi yönetiminin Patriot’ları vermek için yaptığı teklifleri inkar etmiş oluyor aslında. Erdoğan’a karşı bir sempatisi olduğu görülüyor. Tabii Başkan Trump’ın hangi psikolojide olduğunu bilemiyorum.

Bir tahmininiz var mı Erdoğan’a yönelik takdirinin nereden kaynaklandığı konusunda?

Güçlü lider kavramını seviyor gibi görünüyor.

Onun ötesinde bir şey yok diyorsunuz…

Bazıları iş ilişkileri konusunda spekülasyonda bulunuyor. Damatlar arasında bir bağlantı olduğu konuşuluyor. Ancak bu spekülasyonları doğrulayacak benim gördüğüm bir kanıt yok. Başkan Trump’ın kişisel avukatı Giuliani’nin bir dönem Reza Zarrab’ı temsil etmesi mesela. Bütün bunlarla ilgili komplo teorileri üretildi. Bana kalırsa bunların hepsi spekülasyon. Erdoğan kadar Türkiye’ye yönelik de bir takdiri var Trump’ın. Türkiye’yi önemli bir ülke olarak görüyor. Orada malvarlığı var. Ayrıca Trump ve Erdoğan’ın Rusya konusunda anlaştıkları noktalar da var. İkisi de Rusya ile çatışma içinde olunmaması gerektiğine inanan liderler.

Devamı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —