Tarih: 03.01.2021 17:58

Edilgen Varoluşlar ve Hayatlar

Facebook Twitter Linked-in

Atasoy Müftüoğlu yazdı;

İslam toplumlarında, Avrupa söyleminin mutlaklaştırılan otoritesi karşısında, Müslüman zihinler, ideolojik ve entelektüel bir fırtınaya yakalandıkları, bu fırtına sebebiyle entelektüel bir altüst yaşadıkları ve halen yaşamaya devam ettikleri için, İslami gerçekliğin bir bütünlük içerisinde nasıl gerçekleştirilebileceğini kimse konuşmaya cesaret edemiyor. Bu nedenle de, hayatlarımızı, toplumlarımıza dayatılan bayağı-köhne klişelerin ve gerçekliğin baskısı altında, kendi gerçekliğimizden uzaklaşarak geçiriyoruz. Bir yanda seküler propogandanın, bir diğer yanda da muhafazakar/popülist propogandanın iktidarı, İslami entelektüel ufku kapatıyor, karartıyor.

İslami gerçeklikten uzaklaştığımız için, İslam’ı, İslami temellere göre tanımlayamıyor, ya seküler temellere, ya da geleneksel temellere göre tanımlayabiliyor, yaşayabiliyoruz. Eylem-ibadet-yaptırım sorumluluğu içermeyen bir dindarlık biçimi toplumsallaşıyor. Müslüman zihinler, seküler ya da geleneksel temeller doğrultusunda yapılan tanımlarla düşündükleri için, İslami söylemin/dilin/bilgi’nin otoritesi inşa edilemiyor. Günümüzde, sömürgeci/oryantalist söylem, İslam’ı tanımlama/temsil hakkını kendisinde görmeye devam ettiği için, bu tanımlamaları yanlış ideolojik/ırçı temsil temelinde yapmaya devam ediyor. İslami zihin dünyasına yönelik sömürgeleştirme, kolonyalizme hizmet eden kavramlar ve bu kavramların dokunulmaz kılınan iktidarı aracılığıyla sürdürülüyor. Laiklik gibi kolonyalizme hizmet eden kavramların hangi tarihsel/siyasal/din’i/kültürel dünyada, hangi koşullarda ortaya çıktığı tartışma konusu bile yapılamıyor. Bu tartışmaların yapılabilmesi için, İslami anlamda, tarihsel/varoluşsal bir bilinç-ufuk-dikkat-farkındalık yoğunluğu gerekiyor.

Dünya hakimiyeti gündemi doğrultusunda gerçekleştirilen tarihin kavramsallaştırılması, dönemleştirilmesi; dünya tarihine İslami temelde evrensel bir yaklaşım oluşturulamadığı için, Batı dışı kültür ve uygarlıkların, özellikle de İslam kültür ve medeniyetinin bağımsızlığını/özgünlüğünü ve birikimini yok saymak anlamına geliyor. İslami dünya görüşü doğrultusunda bir kavramsallaştırmaya sahip olmadığımız için, toplumlarımız, düşünce hayatımız, dini hayatımız, Hıristiyan tarih, kültür, siyaset dünyasında yaşanan değişim/dönüşüm/altüst oluşların ifadesi olan kavramların belirleyici etkisine maruz kalıyor. Sömürgeci/ideolojik kavramların farklı kültürlere dayatılıyor, dayatılabiliyor oluşu, çok büyük bir anlayışsızlığın ifadesi olduğu kadar, büyük bir iletişimsizliğe de neden oluyor. Hangi bağlamda olursa olsun, her dayatma karşılıklı anlayış ve iletişim imkanlarını yok ediyor. Hangi gerekçeyle olursa olsun, yabancı, başka bir gerçekliğe bağımlı olmak, her tür yabancı müdahale ve köleliğe açık olmaktan farksızdır. Başka bir gerçekliğe bağımlı hale gelen-getirilen toplumlarda yaşadığımız için, bu gerçeklik, her şey’den önce aziz İslam’ı bir bilinç konusu olmaktan çıkarıyor.

Modern-seküler meşruiyet-iktidar sistemi, her tür sapkınlığı modernlik adına normalleştirebildiği için, bugün toplumlarımızda meşru-helal olan yadırganıyor, aşağılanıyor. Mutlak değerlerin/ilkelerin/normların meşruiyeti, helal-haram algısı, ahlak ve anlam bilinci marjinalleştiriliyor. Evlilik öncesi cinsellik gibi, evlilik dışı çocuk sahibi olmak gibi konular ahlaki müdahale konusu olmaktan çıkarılıyor. Sömürgeci dayatmalara katlanmanın çok alçaltıcı bir konum olduğunu ne yazık ki gereği gibi farkedemiyoruz. Toplumlarımıza dayatılan politik-resmi propoganda çerçeveleri ve propoganda yoğunlukları, düşünmeyi ve sorgulamayı gündemimizden uzaklaştırıyor. Hamaset ve popülizm dalgaları yoluyla, İslami bilinç sistematik bir biçimde kontrol altında tutuluyor, tutulabiliyor. Kendilerine geleneksel yöntem ve yaklaşımlarla dokunulmazlık ve kutsallık kazandırılan karizmatik din’i ya da politik otoriteler, kendilerini kayıtsız şartsız takip/taklit ve takdis edenlerin zihin ve ruh dünyalarına propoganda betonları dökerek, bu zihin ve ruh dünyalarını etkisiz hale getiriyor. Zihin ve ruh dünyaları betonlaştırılan, kendi sözleri, kendi tercihleri, kendi duruşları olmayan topluluklar için faydacılık, bir hayat tarzı haline geliyor. Pratik/pragmatik/teknik/faydacı bilgi, bütün toplumları, İslam toplumlarını da, bilince ve bilgeliğe yabancılaştırıyor. Bütün toplumlar, İslam toplumları da, modern ya da geleneksel statükoyla uzlaştıkları için, yenilenmek, yeniden üretmek, eylemde bulunmak, eleştirel bir konum seçmek gündem konusu olmaktan çıkıyor, çıkarılıyor. Bizler, Müslümanlar olarak, sorunlu/klinik bireyleri konuşuyoruz, ancak, bu sorunlu/klinik bireyleri üreten toplum üzerinde her nasılsa bir çözümleme yapma ihtiyacı duymuyoruz. Bu konular etrafında eleştirel hesaplaşmalar yapmak, yalnızlaşmayı göze almayı gerektiyor. Belirsizliğin, hiçliğin, çaresizliğin ve sessizliğin sıradanlaştığı, normalleştiği, ahlaki sınırlara ihtiyaç duymayan, ahlaki alanın/bağlamın savunulamadığı bir dönemde yaşıyoruz. Görelilik her tür ölçüsüzlüğü, aşırılığı ve keyfiliği tartışma konusu olmaktan çıkarıyor.

İslami söylemin/bilgi’nin/dil’in otoritesini gerçekleştiremediğimiz için, İslam’ı, yerel bir kültür ve folklör olarak temsil ve tecrübe ediyoruz. Bu nedenle, Avrupa söylemine ait kavramların otoritesiyle hesaplaşamıyor, bu kavramlara haklılık kazandırmak suretiyle radikal edilgenliklerimizi, edilgen varoluşlarımızı sürdürüyoruz. Radikal edilgenlikler, edilgen varoluşlar, zihinsel ve ruhsal bağımlılıkları tahkim ediyor. Bizler, Müslümanlar olarak, zihinsel ve ruhsal bağımlılıklar içerisinde entelektüel kültürün mümkün olmadığını yaşayarak görüyoruz. Entelektüel kültürün mümkün olmadığı toplumlarda dargörüşlülük ve taşralılık, belirleyici hale gelir. Propoganda hareketleri/siyasetleri tarafından araçsallaştırılan toplumlarda, nitelikli/derinlikli söylem hayat hakkı bulamaz. Bağımsız entelektüel içerik üretemeyen toplumlar ve kültürler, kendilerine dayatılan entelektüel içeriğe mahkum olurlar. Günümüzde İslam toplumlarında yaşanan entelektüel kriz, maruz kaldığımız zihinsel hasarla yakından ilgilidir. Bilgi/bilinç değerlerinin yerini, duygusal değerlerin, propoganda değerlerinin aldığı toplumlarda tarihsel-büyük hesaplaşmalar, büyük sorgulamalar yapılamıyor, bu nedenle de, entelektüel kriz-sığlık ve edilgenlik kaçınılmaz hale geliyor. Toplumlarımızda halen sürmekte olan bilincin suskunluğu, propoganda değerlerinin tayin edici hale gelmesinden kaynaklanıyor. Propoganda değerlerinin tayin edici olduğu toplumlarda, Türkiye’de de izlenebileceği üzere, insanlar daha çok olaylarla ilgilendikleri için, fikirlerle hiç ilgilenmezler. Bu tür toplumlarda herkes kendi fikirlerine hayranlık duyduğu için, fikir alışverişinde bulunulmaz.

Kaynak: İktibas Dergisi




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —