Bu yıl düzenlenen BM Genel Kurulu, Gazze’deki katliam ve Filistin meselesinin uluslararası gündemin merkezine oturduğu bir zirve olmuştur. Birleşik Krallık ve Fransa gibi Güvenlik Konseyi üyelerinin de yer aldığı on Batılı ülke, iki yıldır süren katliam ve derinleşen insanî drama artık sessiz kalamayarak Filistin’i tanıma kararı almış; böylece Filistin’i tanıyan devletlerin sayısı 150’yi aşmıştır.
Bu gelişme, yalnızca diplomatik düzeyde atılmış bir adım değil; aynı zamanda İsrail’in işgal ve zulüm politikaları sebebiyle uluslararası alanda giderek artan yalnızlaşmasınında somut bir göstergesi olmuştur. BM Genel Kurulu’nda ortaya çıkan bu tablo, dünyanın gözü önünde cereyan eden insanlık trajedisinde hangi tarafın mağduriyet yaşadığı, hangi tarafın ise bu trajediye sebep olduğu gerçeğini her zamankinden daha açık biçimde göstermiştir.
Buna karşın Netanyahu, Genel Kurul’daki konuşmasında dünya liderlerini “zayıf ve kötülüğe boyun eğen” kişiler olmakla suçlamış, İsrail’in hem kendi güvenliği hem de diğer ülkelerin güvenliği için savaştığını iddia etmiştir. Gazze’deki sivil katliamı ve masum sivilleri açlığa mahkum etme gerçeğini inkâr eden Netanyahu, Filistin’i tanıyan devletleri ise “terörü ödüllendirmekle” itham ederek iki devletli çözümün imkânsız olduğunu bir kez daha dile getirmiştir.
Ancak bu söylem, gerek İsrail içindeki muhalefetten gerekse uluslararası kamuoyundan sert tepkiler almıştır. İsrail ana muhalefet lideri Yair Lapid, Netanyahu’nun “bayatnumaralarla dolu” bir konuşma yaptığını, Gazze saldırılarını sonlandıracak ve esirlerin dönüşünü sağlayacak herhangi bir plan sunmak yerine ülkenin uluslararası itibarını daha da zedeleyip İsrail’i giderek artan bir yalnızlığa mahkûm ettiğini ifade etmiştir.
Gazze’deki hükümet ise Netanyahu’nun konuşmasını “yalan ve çelişkilerle dolu” manipülatif ve provokatif bir beyan olarak nitelendirmiştir. Yapılan açıklamada, Netanyahu’nun esirleri önemsediklerini dile getirmesine rağmen sahada soykırım, öldürme, yıkım ve zorla göç politikalarının sürdürüldüğü; 65 binden fazla sivilin -özellikle kadın ve çocukların- hayatını kaybettiği belirtilmiştir. Gazze hükümetine göre, İsrail’in “insanî yardım” iddiası gerçeği yansıtmamaktadır. Uluslararası yardımların çeşitli bahanelerle geciktirilmesi veya engellenmesi, açlık ve ölümlere yol açmaktadır; bir somun ekmeğe ya da bir yudum suya ulaşmak çoğu zaman masum siviller için ölüm tuzağına dönüşmektedir. Ayrıca, Filistin’in tanınmasının “terörü teşvik” değil, bilakis 77 yıllık acıların ardından geç de olsa tarihî adaletin tecellisi anlamına gelmektedir. Gazze hükümetine göre Netanyahu’nun bu söylemi, işlenen soykırım ve savaş suçlarının sorumluluğundan kaçma ve İsrail’in işgalci-sömürgeci doğasını gizleme girişiminden ibarettir.
“Yahudi Devleti İsrail”in Yahudilikle çelişkisi
Her fırsatta Yahudi kimliğiyle övünen Netanyahu’nun BM Genel Kurulu’ndaki, gerçekleri çarpıtan söylemlerle örülü konuşmasındaki en dikkat çekici husus, Yahudiliğin değerleriyle derin bir çelişkiye düşerek sivil katliamlara kılıf bulma çabası olmuştur.
Oysa Tevrat, Gazze’de yaşanan insanlık dramına kayıtsız kalmayı yasaklamakta ve böylesine büyük bir trajedinin sona erdirilmesini uluslararası topluma da bir görev olarak yüklemektedir.
Aynı Tevrat, kamuoyunu bile bile gerçek dışı söylemlerle yanıltmayı en ağır biçimde eleştirmekte; hilaf-ı hakikat bu türsöylemlerin, Filistin’de kalıcı olmanın önündeki en büyük engellerden biri olduğunu da hatırlatmaktadır.
Ne var ki Siyonistler, Tevrat’ı inançlı bir Yahudi gözüyle değil, politik emellerine dayanak olacak ideolojik bir metin olarak okudukları için Tevrat’ın uyarılarını ve ahlakîvurgularını görmezden gelmeyi tercih etmektedirler.
Mazlumun bedduasından sakının
Tevrat, “mazlum” olarak nitelendirdiği dul ve yetimlere, ayrıca aynı toprakları paylaştıkları garibanlara (gerim) adaletle davranmayı ve onlara zulmetmemeyi çok açık ifadelerle ve defaatle emretmektedir:
“[Tanrı buyurur:] Aynı coğrafyayı paylaştığınız garibanlarıaldatmayın, onları ezmeyin; çünkü siz de bir zamanlar Mısır topraklarında garibanlardınız…Eğer onlara zulmederseniz, onların yakarışlarına kulak veririm, öfkem kabarır da sizi kılıçla cezalandırırım.” (Çıkış 22:20–23).
Tevrat’ın bu ifadesi, bir pasajdan çok daha fazlasıdır; Yahudi geleneğinin adalet (tsedek), iyilik (hesed) ve insana saygı (kevod ha-beriyot) gibi temel değerlerini yansıtmaktadır.
Benzer vurgular Tevrat’ın diğer bölümlerinde de güçlü bir biçimde tekrar edilmektedir:
“Aynı coğrafyayı paylaştığınız garibanlara baskı yapmayın. Garibanlığın ne olduğunu çok iyi bilirsiniz. Çünkü siz de Mısır’da bir zamanlar garibandınız.” (Çıkış 23:9).
“Dul kadına, öksüze, garibana, yoksula baskı yapmayın.” (Zekeriya 7:10).
“Zayıfın, öksüzün davasını savunun. Mazlumun ve yoksulun hakkını gözetin.” (Mezmurlar 82:3).
Tevrat’ın yukarıda aktardığımız pasajları, güçlülerin sahip oldukları iktidarı, askerî ve ekonomik imkânları zayıfların aleyhine kullanmalarını kesin bir dille yasaklamaktadır. Çünkü zulüm, kendilerini koruyamayacak durumda olan savunmasız zayıfların – dün Nazi Almanyası’ndaki Yahudilerdi, bugün ise mazlum Filistinlilerdir – acımasızca ezilmesi anlamına gelmektedir. Tevrat öğretisi, masumların ezilmesine yol açan bu tür imkân kullanımını bireysel bir günah değil, dünyanın temellerini sarsan büyük bir haksızlık olarak nitelendirmektedir. [Şadal: Samuel David Luzzatto (1800-1865)].