DP’nin yaşadığı entelektüel çoraklaşma ve 27 Mayıs

Aydının siyasetteki işlevi, içerik kazandırmakla sınırlı değildir. Ortaya konulan politikaların meşrulaştırılmasında ve kitlelere aktarılmasında azımsanamayacak roller üstlenirler.

DP’nin yaşadığı entelektüel çoraklaşma ve 27 Mayıs

Dr. Bülent Bal, Demokrat Parti üzerinden 27 Mayıs sürecini değerlendiriyor.(*)

Metaforik bir karşılaştırma yapıldığında, aydının siyasetteki işlevi, sütlacın içindeki süte benzetilebilir. Nasıl ki, sütün az ya da çok kullanımı ortaya çıkacak ürünü sütlaç olmaktan çıkarırsa (bir uçta lapa diğer uçta çorba), aydının siyaset içerisindeki dozunun iyi ayarlanamaması da paralel sonuçlar doğurur. Yoğun bir aydın katılımı, partileri, soyut çözümlemelerin; teorik, felsefi tartışmaların yapıldığı bir platforma, bir enstitüye dönüştürür. Somut adımlar atmak, pratik çözümler üretmekle mükellef olan siyaset mekanizması, böyle bir tablo içerisinde, bunun gereğini yerine getirmekte oldukça zorlanır. Aydınlarla bağın zayıflaması ise, bu kez partileri, parti liderlerini fikri yoksullukla karşı karşıya bırakır. Bir kısırlaşma, bir koflaşma kendini gösterir. Projeksiyonsuz, pusulasız kalan siyaset erbabı, ne önünü görebilir ne de topluma yön verebilir. Kitleleri celbedecek yeni bir hikâye, yeni bir ufuk sunamaz. Giderek satüko bekçiliğine dönüşür. 

Aydının siyasetteki işlevi, içerik kazandırmakla sınırlı değildir. Ortaya konulan politikaların meşrulaştırılmasında ve kitlelere aktarılmasında azımsanamayacak roller üstlenirler. Eric Hoffer’ın ifadesiyle, politikaları belirleyenler her kim olursa olsun, bu politikaların sözcülüğünü şairler, düşünürler, yazarlar, akademisyenler yani aydınlar yapmadıkça istenilen başarıya ulaşılamaz. Aydınların dışlandığı bir ortamda ise, bu roller tam tersine işler. Meşrulaştırmanın yerini yıpratma alırken, yayma misyonu, yerini negatif propagandaya bırakır. Dolayısıyla, bir siyasi hareketin, iktidarın başarılı olması, uzun soluklu bir yaşam sürmesi diğer faktörlerle birlikte aydınlarla kuracağı sağlıklı iletişimde yatmaktadır.

BİR AYDINLAR KOLAJI OLARAK DP

Demokrat Parti, geniş tabanlı bir toplumsal koalisyonla, çok çeşitli kimliklerle örülü bir ittifaklar zinciriyle iktidara gelmişti. Bu koalisyonun en önemli paydaşlarından daha doğru bir ifadeyle alt kategorilerinden biri de içerisinde gazetecilerin, yazarların, akademisyenlerin yer aldığı aydınlar grubuydu. Elbette aydınlar, tek bir fikri kökenden gelmiyorlardı. Daha çok demokrasi arzulayan, sahip oldukları düşünceleri daha iyi bir şekilde ifade etmek ve iktidarda yansımasını görmek isteyen hemen her toplumsal kesimden (liberal, muhafazakâr, sol, milliyetçi) gelen aydınlar, bu hareketin arkasında/içerisinde bir şekilde yer almıştı. Bunun yanı sıra tek partinin donuk ortamında insani ve mesleki açıdan yeterince gelişme imkânı bulamadıklarını, sahip oldukları potansiyelin karşılığını alamadıklarını düşünen ve dolayısıyla CHP’yle yan yana gelmekten imtina eden yeni nesil aydınlar da DP’nin başarısı için kolları sıvamıştı. 

Hangi noktadan bakılırsa bakılsın DP bir nevi aydınlar yığınağı haline gelmişti. Her fikri yelpazeden bu anlamda birçok isim sayılabilir. Örneğin sol kesimden, daha sonra Türkiye İşçi Partisinin başkanlığını yapacak olan Mehmet Ali Aybar’ın, 46 seçimlerinde DP’den milletvekili adayı olarak seçimlere katıldığını görüyoruz. Yine, karı-koca Serteller (Zekeriya ve Sabiha) “Demokrat Parti’yi nasıl kurduk?” şeklinde bir başlık atacak kadar partinin yanında saf tutmuşlardı. Milliyetçi-Türkçü kanadın önde gelen isimlerinden Hamdullah Suphi Tanrıöver, Remzi Oğuz Arık, Sadri Maksudi Arsal DP’den milletvekili olmuşlardı. Milliyetçi-muhafazakâr dünyanın, şiirlerini dilinden düşürmediği Arif Nihat Asya 1950 seçimlerinde DP listesinden milletvekili seçilerek mecliste yer almıştı. İslami/muhafazakâr kesimden Necip Fazıl, Said Nursi gibi aydınlar inişli çıkışlı da olsa Menderes’in arkasında durmuştu. Liberal-demokrat çizgide konumlanan Ahmet Emin Yalman, çok partili hayata geçişteki siyasi mücadele ortamında sahibi olduğu Vatan Gazetesini DP’nin gelişimine vakfetmişti. Öyle ki, ön cephede yürüttüğü bu mücadeleden ilhamla, kendisine ‘dörtlerin’ beşincisi payesini vermişti. Çok partili hayatla birlikte öne çıkan yeni nesil aydınlarından Hayek ve Keynes arası bir yelpazede konumlandırabileceğimiz Aydın Yalçın ve Osman Okyar; cumhuriyetçi muhafazakâr olarak tanımlayabileceğimiz Turhan Feyzioğlu; sonraki yıllarda demokratik sol kimliğiyle kendinden söz ettiren Turan Güneş gibi isimler de tercihlerini DP’den yana kullanmışlardı. DP-aydın birlikteliği, partinin kurucu kadrosunda da somut karşılık bulmuştu. Menderes, ekonomik çıkar çevrelerini ve tek parti döneminde siyasetin dışında tutulan taşrayı, Bayar-Koraltan ikilisi idari-bürokratik kesimi, devletin resmi yüzünü temsil ederken, Köprülü aydın/üniversite dünyasının temsilcisi konumundaydı.

SİYASİ DARALMA VE KOPUŞ 

Bu kadar farklı kökenden gelen aydınlarla DP arasındaki ortaklığın, tabiatı gereği ömürlük bir hayat vaadiyle kurulması mümkün değildi. Kırılgan bir zemin üzerinde gevşek bağlarla birbirine bağlıydılar. Birlikteliklerinin geleceği, faaliyetlerini rahatça sürdürmeleri için iktidarın onlara sunacağı entelektüel ortamla; çıkarlarının, taleplerinin karşılanmasıyla doğrudan ilintiliydi. Şunu belirtmek gerekir ki; birbirleriyle çelişik toplumsal gruplardan gelen aydınların çıkarlarını bir pota altında bağdaştırmak, hepsini birden tatmin etmek hiç de kolay değildir. Bu nedenle başlangıçta avantaj olarak gözüken bu tablo, DP açısından potansiyel bir riski de taşıyordu. Aydınları DP ile aynı yolda yürümeye sevk eden faktörlerde yaşanacak bir sapma, her an bir kopmayı meydana getirebilirdi. Nitekim DP iktidarının, 1954 seçimlerinden sonra akademik ve siyasal alanı daraltma yönünde yaptığı müdahaleler, ekonomide yaşanan daralma bu anlamda bir kırılmaya yol açtı. DP ile aydınlar arasında bir mesafe oluştu. İktidar tarafından layıkıyla taltif edilmedikleri, iktidarın sofrasında kendilerine yeterince yer açılmadığı veya eski göreceli imtiyazlarını kaybettikleri düşüncesinin de etkisiyle, bu mesafe giderek açıldı. Tatminsizlik parti içine de yansıdı. Bir aydın hareketi olan Hürriyet Partisi (HP) de bütün bu sürecin sonucunda doğarak partinin parçalanmasına yol açmıştır.

DP, parti içi muhalefete habis bir ur, patolojik bir vaka olarak yaklaştı. Urun, cerrahi bir operasyonla kesilip atıldığında, partinin sıhhat bulacağı düşüncesinde idi. Aksi halde ‘kanser hücreleri’ hızla yayılarak vücudu ele geçirebilirdi. HP kurulunca da onu yok sayma, önemsizleştirme yönünde pejoratif bir söylem geliştirildi. Buna göre, HP, siyaset yolunda verilen bir sadaka, bir cizyeydi. Ortada bir sermaye kaybı, sermaye aşınmasını gerektirecek bir tablo yoktu. HP, geçmişten beri devam edegelen partiden kopmaların devamından başka bir şey değildi. Nasıl ki, DP’den daha önce ayrılanların/tasfiye edilenlerin kurdukları Millet Partisi, Köylü Partisi gibi siyasal oluşumlar, yürüyüşlerini kesintiye uğratmamışsa HP de bu yürüyüşü engelleyemezdi. Oysa bu bir yanılsamaydı. HP’liler entelektüel yönü güçlü bir kumaşa sahiplerdi. DP bunları tasfiye ederek ve/veya ayrılmaya zorlayarak entelektüel açıdan önemli bir kayba uğradı. Yaptığımız benzetmeyi devam ettirirsek, sütlacın içerisindeki süt giderek azaldı. Sadece parti içindeki milletvekillerinin ayrılmasıyla sınırlı kalınsaydı belki bu eksiklik bir derece giderilebilirdi. Sorunu asıl derinleştiren, fiili siyasetin dışında yer alan aydınların DP’den uzaklaşması olmuştu. Başta Forumcular olmak üzere akademi, basın, yazar ve hukuk çevrelerinden birçok isim Yakup Kadri’nin de belirttiği gibi “Hürriyet Partisi’nin Genel Merkezinin kapısından dalarak, politikaya atılmakta adeta yarışa girmişlerdi.” Bunlardan kimi partiyi desteklemiş, kimi partinin entelektüel mutfağında hizmet vermiş kimi de kurmay ve teşkilat kadrosunda yer almıştı. 

MÜCADELE ÜSTÜNLÜĞÜ ‘KARŞI MAHALLE’DE

DP’de yaşanan entelektüel boşalma, iktidarı yarı mekanik, yarı çorak bir varlığa dönüştürdü. Parti için söylem geliştirebilecek veya var olan söylemi kamuoyuna yayabilecek bir aydın grubundan yoksun kaldı. Kendi ekseni etrafında patinaj yapan, öz sermayesini aşındırmış, kuruluş kodlarından uzak, içerik yoksullaşması yaşayan bürokratik bir aygıt haline geldi. DP’nin entelektüel kanadını temsil eden Köprülü’nün tasfiye edilmesinden bir hayli sonra Menderes’in kurduğu şu cümle, yoksullaşmanın dramatik bir levhasıydı: Onu sigara arar gibi arıyorum.

HP’nin ‘güç birliği’ parolası çerçevesinde CHP ile birleşmesiyle, DP’nin yaşadığı entelektüel kriz, giderek daha da içinden çıkılamaz hale geldi. Söylem ve kadro üstünlüğü CHP’ye geçmişti. Bir zamanlar gerici parti olarak nitelendirilen, yan yana gelinmekten imtina edilen CHP, aydınların ve üniversite gençliğinin karargâhı haline dönüşmüştü. Ortaya çıkan bu sinerji ve özgüven patlaması, İnönü’nün meydanlardaki görünürlüğünü artırmış; daha ofansif bir pozisyon almasına yol açmış ve iktidarın sinir uçlarını tahrip/tahrik etmeye dönük bir yıpratıcı bir dil kullanmasını tetiklemiştir. Denilebilir ki; bu noktadan sonra CHP, yürüttüğü siyasi mücadeleyi tamamen ‘rakip sahaya’ yıkmış ve DP, muhalefet tarafından azınlık iktidarı muamelesi görmeye başlamıştır. Entelektüel çoraklığın bütün olumsuzluklarını yaşayan DP, haklı olduğu konularda bile kendini ifade etmekten aciz kaldı. Aşılamayan bu tablo, asker-sivil bürokrasi ile birlikte 27 Mayıs sürecinin aktif bileşenlerinden birini oluşturmuştur.

----------

(*) Gümüşhane Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

Kaynak: karar.com