Diyanet-Siyaset İlişkileri-2

Mehmet Gündoğdu; Tek parti döneminin üç Diyanet İşleri Başkanı’nın dönemlerindeki Diyanet-Siyaset ilişkilerini yazmıştık.

Diyanet-Siyaset İlişkileri-2

14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerde Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ile çok parti dönemi başlamıştır.  İşte bu dönemden sonra günümüze kadar gelmiş geçmiş Diyanet İşleri Başkanlarının dolayısı ile teşkilat mensuplarının, dönemlerindeki siyasi otorite tarafından itilip kakılmasının, ibretlik hazin hikayelerini Diyanet-Siyaset ilişkileri başlığı ile sunuyoruz.

Eyüp  Sabri Hayırlıoğlu

Türkiye Cumhuriyeti’nin 4. Diyanet İşleri Başkanıdır. 17.04.1951- 10.06.1960 tarihleri arasında görev yapmıştır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne ikinci dönem Konya mebusu olarak girdi. Meclis’te Cumhuriyet lehinde konuşmalar yaptı. Cumhuriyet’in ilânının ve Atatürk’ün Reisicumhur seçilisinin yüz bir pare topla millete duyurulmasını ilk defa takrirle talep etti. Daha sonra mebusluktan çekildi.

Çok partili dönemde DP iktidarı, Diyanet’le ilgili devraldığı mirasa (kayd-ı hayat şartı ile görev) sadık kalarak Ahmet Hamdi Akseki’yi vefatına kadar görevden almadı ve onun vefatından sonra Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’nu göreve getirdi.

Hayırlıoğlu’nun başkanlığı döneminde Türkçe ibadet ve dinde reform söylemleri hep gündemde kalmıştır. Bu döneme damgasını vuran polemik Latince Kur’an meselesidir.

Hayırlıoğlu, kendisine sorulan bir soruya cevaben Kur’an’ın Latin harfleriyle yazılmasına cevaz vermeyince, laikçi siyasi çevrelerin ve bazı basın organları ve derneklerin hedefi olmuştur. 

Özellikle Kur’an-ı Kerim’in Latin harfleriyle yazılması hususunda, biraz da medyatik bir manipülasyonla suni gündem oluşturularak kamuoyunun uzun süre bu konuyla meşgul edildiğini görmekteyiz.

Türkiye’deki 1 Kasım 1928 tarihinde yapılan harf inkılabından sonra Batı Trakya’daki bazı basın organları bir süre daha Arap alfabesiyle neşriyata devam etmişlerdir. 

Basına yansıyan haberlerden 1950’li yılların sonlarına doğru Batı Trakya’da Müslümanlar arasında çeşitli konularda fikir ayrılıkları yaşandığı anlaşılmaktadır. 

Bu ayrılıklar Türkiye’deki basın organlarına da yansımıştır. Cumhuriyet ve Milliyet gibi bazı gazeteler, Batı Trakya’daki gelenekten yana olan muhafazakâr grubu mürteci olarak yaftalarken, onlara karşı olanları devrimci nitelemesiyle alkışlamışlardır. 

Batı Trakya’daki bu gruplar arasında Kur’an’ın Latin harfleriyle yazılıp yazılamayacağı meselesi ciddi olarak tartışılırken konuyu Türkiye’deki en yüksek dini makama arz etmeye karar veren Batı Trakya Türklerinden Gümülcineli öğretmen Mustafa Kafalı, Diyanet İşleri Başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’na bir mektup yazarak konu hakkındaki görüşlerini sormuş, bir anlamda fetva istemiştir. 

Diyanet İşleri Reisi Eyüp Sabri Hayırlıoğlu bir din adamı nezaketiyle ve iyi niyetlerle 1 Haziran 1958 tarihinde, ona cevap yazmış, gerekçelerini de sıralayarak Kur’an’ı Latin harflerle yazmanın caiz olmayacağını bildirmiştir. 

Mektup Hayırlıoğlu’nun izni ve haberi olmaksızın cevabı Yunanistan’da Arap harfleriyle basılmakta olan Sebat gazetesinde yayımlanınca, tabiri caizse kızılca kıyamet kopmuştur.

Hayırlıoğlu gibi düşünen Gümülcine Müftüsü ile Batı Trakya Türk Cemaati Reisi Selahattin Galip arasında sert tartışmalar cereyan etmiştir.

Milliyet Gazetesinin haberine göre Batı Trakya’da mürtecilerle devrimciler arasında eskiden beri sessiz bir şekilde devam etmekte olan çekişme Latince Kur’an meselesi ile tekrar alevlenmiştir.

Tartışmalar suya atılan bir taş gibi dalga dalga yayılmış, Türkiye’ ye de yansımıştır. Siyaseti, diyaneti, basını, bilim adamlarını, sivil toplum kuruluşları, dernekleri de içine almış, taraflar kendi düşüncelerini çeşitli mahfillerde açıklama gayretine girişmişlerdir.

Latince Kur’an’a taraftar olanlar, Latince Kur’an’ın bir ihtiyaç olduğunu, Atatürk inkılaplarının Latince Kur’an’ı gerektirdiğini, transkripsiyon alfabesinin Latince Kur’an için yeterli olduğunu ileri sürmüşlerdir. 

Hayırlıoğlu ve ona destek çıkanlar ise Latince Kur’an isteyenlerin bu taleplerinde samimi olmadığını, transkripsiyon alfabesinin fonetik açısından çözüm için yeterli olmayacağını, Kur’an-ı Kerim’in resm-i hattını değiştirmenin caiz olmadığını iddia etmişlerdir. 

Hayırlıoğlu’na yöneltilen eleştiriler zaman zaman konunun sınırlarını aşmış, hakaret boyutuna ulaşmış, bu görüşte olan medya organlarında bu ağır eleştiriler sansürlenmeden haberleştirilmiştir.

Hayırlıoğlu’na en sert tepki Mustafa Kemal Derneği’nden gelmiştir. Basına verdiği demeçte diğerleri gibi “Kur’an’ın Tercümesi/ meali” ile Latin harflerle yazılı Kur’an meselesini birbirine karıştıran dernek başkanı Muhtar Kumral, düşünceden çok saygısızca hakaret içeren demecinde şöyle demektedir: 

“Hoca Efendi, kendine gel. Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz diyen bir peygamberin ümmetiyiz. Kur’an dile tercüme edilmiştir. Bırak Allah aşkına bu saçma fikirleri… Dinimiz bütün dinlerin üstünde en son ve mükemmel dindir. Başka milletlerin fertleri, kendi dillerine  çevrilen Kur’an’ı okuyarak akın akın Müslüman oluyorlar. Hoca efendi… Sen o kara bayrak gibi mantıksız fetvan ile mübarek dinimizin kapılarını insanlığa kapayamazsın. Bu suçundan dolayı inan ki, ulu peygamberimiz Hazreti Muhammed Allah katında senden davacı olacaktır. 

"Hoca Efendi! Bu halinle sen, Atatürk Türkiye’sinin Diyanet İşleri başkanı değil, inan ki, bu geri ve mantıksız fetvanla bir köy imamı bile olmazsın. Artık iş başında kalamazsın. Zaten Türk efkârı umumiyesi seni vazifenden azletti. Hoca, Hoca… Bir kere daha Atatürk çocuğu olarak haykırıyorum. Cübbeni topla evine dön. Hiç durma, istifa et, istifa et, istifa et." (Milliyet Gazetesi, 06.10.1958, 1).

Latince Kur’an isteyenlerin konu hakkındaki düşüncelerinin net olmadığı görülmüştür. Latince Kur’an’ın yararları diye ortaya konulan, insanların bu sayede hidayete ereceği, gençlerin okudukları Kur’an’ı anlamaya hakları olduğu gibi gerekçeler, görüleceği üzere Kur’an’ın tercümesinden/mealinden elde edilecek faydalardandır.

Hayırlıoğlu’na yöneltilen eleştirilerde orta yolu tutup fonetik açıdan Latince alfabenin eksiklerinin giderilmesi halinde Latince harflerle Kur’an yazılabileceğini iddia edenler olduğu gibi, namaz dâhil her türlü ibadetin Türkçe ve bütün yazı alfabesinin de Latince olması gerektiğini söyleyen ve toptan reform taleplerini dillendirenler de olmuştur. 

Hayırlıoğlu, siyasi iradenin (Adnan Menderes’in) de desteği ile kararından geri adım atmamış, emekli oluncaya kadar Latince Kur’an konusuna geçit vermemiştir.

Sebilürreşad başta olmak üzere Latince Kur’an olamayacağını ileri sürüp Hayırlıoğlu ile aynı görüşü paylaşanlar da kendi basın organları aracılığı ile olaya müdahil olmuş, Hayırlıoğlu’nu destekleyen yayınlara yer vermişlerdir. 

Konu Hayırlıoğlu’nun emekliye ayrılmasıyla Türkiye gündeminden kendiliğinden düşmüştür.

Ömer Nasuhi Bilmen

Türkiye Cumhuriyeti’nin 5. Diyanet İşleri Başkanıdır. 29.06.1960 – 06.04.1961, tarihleri arasında görev yapmıştır.

1960 ihtilalinin hemen akabinde yeni kurulan hükümet, emekliye sevkedilen Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’nun yerine, İstanbul müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen getirilmiştir.

1960’lı yıllarda dinde reform imajını Türkiye’nin gündeminde tutmak için büyük çaba gösteren çevrelere karşı, “Bozulmayan bir dinde reform mu olur” demiş ve İslâm’ın ortaya koyduğu iman, ahlâk ve hukuk ilkelerinin orijinalliğini, evrenselliğini kendinden beklenen liyakat ve cesaretle savunmuştur.

Ömer Nasuhi Hoca başkan olarak atanır, İstanbul’dan trene biner ve Ankara Garı’na indiğinde bir polis memuru ile bir şoför kendisini arabaya alırlar. ‘Hocam sizi otelinize götürüyoruz’ deyince ‘Hayır olmaz’ der. ‘Nereye gitmek istiyorsunuz?’ diye sorduklarında, ‘Önce Eyüp Sabri Hayırlıoğlu’nun evine gidelim’ deyince polis memuru şaşırır. Yolda arabayı sağa çeker. Arkasına döner, ‘Hocam, bu ülkede bir ihtilal oldu biliyor musun?’ Hoca ‘Biliyorum, evladım’ der. ‘Bu ihtilal Diyanet İşleri Başkanı’nı görevden aldı biliyor musun?’, Hoca ‘biliyorum’ der. ‘Seni de Diyanet İşleri Başkanı yaptı.’ ‘Evet, biliyorum.’ ‘Peki, yeni Diyanet İşleri Başkanı’nın Ankara’ya geldiğinde ilk işi görevden azledilen Diyanet İşleri Başkanı’nı ziyaret etmek mi olmalıdır?’ der. Hoca, ‘Evladım, siz gitmek istemiyorsanız ben evi bilirim, yaya da giderim’ der. 

Ve gider, kapı çalınır. Eyüp Sabri Hayırlıoğlu, karşısında Ömer Nasuhi Hoca’yı görünce şaşırır tabii. Ömer Nasuhi Bilmen: ‘Efendim, bana bir vazife yüklediler. Ben de Ankara’ya geldim, o makama, göreve başlamadan önce sizden izin almaya geldim.’ Eyüp Sabri Hoca, Ömer Nasuhi Hoca’yı içeri alır ve ona: ‘Devir, devri mefsedet (fesat) devri, celb-i maslahat (iyilik) devri değil. Zor günler geçireceğiz. Ben hamdettim Allah’a, seni bu makama getirdiler. Çünkü sen yine devletimizi, milletimizi Diyanet’in tarihinde olduğu gibi nice kötülüklerden, yanlışlıklardan vazgeçireceksin inşallah’ der. Böylece Ömer Nasuhi Hoca’ya icazet verilir.

Kendisinden Menderes ve arkadaşlarının idamıyla ilgili ‘katledilmelerinin dinen de caiz olduğu hatta vacip olduğu’ şeklinde bir hutbe okumasını isterler. Ömer Nasuhi Bilmen bunu kabul etmez reddeder. Onu istifaya götüren sebeplerden biri de bu baskıdır. (Mehmet Görmez, eski Diyanet İşleri Başkanı, erkam Radyo, 1 Temmuz 2015)

Diyanet İşleri Başkanlığı görevinden on ay gibi çok kısa bir süre içerisinde ayrılmasına götüren sebebler;

Ömer Nasuhi Bilmen dönemi, Türkçe ibadet, 27 Mayıs’ın uygulamaları ve darbeyi meşrulaştıran hutbeler, dinde reform gibi konularda Diyanet İşleri Başkanlığı üzerinde baskıların arttığı bir dönemdir.

Ayrıca 27 Mayısçılar tarafından yanına Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı olarak yerleştirilen bir emekli Tümgeneral olan Sadettin Evrin’in yazdığı ve kendisinden habersiz, Diyanet yayınlarının bastığı kitabındaki şu paragraf bardağı taşıran son damla oldu ve daha fazla katlanamadı: Şöyle ki;

“Hazret-i  Muhammed için Kur’an-ı Kerim’de söylenen: Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik âyetinin 27 Mayıs 1960 inkılabından bir ay sonra giren 1380 Hicri yılına tarih düşmesi içinde bulunduğumuz zamana ait bir işaret ve yukarıda belirtilen manevi rahmete bir beşaret addedilebilir.” (1961 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları arasından çıkan “Allah Bizimle” adlı kitapçık)

Eşinin sağlık durumunu gerekçe göstererek emekliliğini istedi. 

Hasan Hüsnü Erdem: 

Türkiye Cumhuriyeti’nin 6. Diyanet İşleri Başkanıdır. 06.04.1961-13.10.1964, tarihleri arasında görev yapmıştır.

Ömer Nasuhi Bilmen’den sora gelen yine ehliyet ve liyakat sahibi saygın bir hadisçi olan Hasan Hüsnü Erdem’in de Menderes’in idamını sessizce karşılasa da; Onun da akıbeti selefininkine benzer olmuştur.

Hasan Hüsnü Erdem, Diyanet İşleri Başkanlığı yaptığı dönemde siyaseti din işlerine karıştırmamaya özen göstermiştir. Kimsenin heva ve hevesine hoş gelecek durumlar içerisine girmemiştir. 

Ancak Onun dinî, ahlâkî ve idari meselelerdeki bu dirayetli tutumu hem teşkilat bünyesindeki bazı görevliler hem de bazı siyasetçiler nezdinde hoş karşılanmamıştır. 

Hasan Hüsnü Erdem, Yazı İşleri ve Evrak Müdürlüğü tarafından hazırlanan 10.04.1962 tarihli ve 7255 sayılı bir yazıyla teşkilat mensuplarının siyasetçilerle olan ilişkilerinde nelere dikkat etmeleri gerektiği konusunda onlara bazı uyarılarda bulunmuştur. Aynı yazıda bu uyarıyı dikkate almayanlar hakkında müftülükler tarafından gerekli kanuni işlemlerin yapılması talimatını da vermiştir.

Bu süreçte Diyanet’i ilgilendiren meselelerdeki görüş farklılıkları dönemin gazete ve dergilerinde karşılıklı olarak dile getirilmiştir. Bir başka ifadeyle, belki de, kapalı kapılar arkasında bireysel anlamda yaşanan tartışmalar öyle bir noktaya gelmiştir ki artık kamuoyu önünde tartışılmaya başlanmıştır. 

27 Mayıs darbesinin akabinde Diyanet İşleri Başkan yardımcılığına getirilen emekli Tümgeneral Sadettin Evrin nurculuk ve Bediuzzaman  Said Nursi aleyhinde bir metin kaleme alır ve Diyanet İşleri Başkanı Hasan Hüsnü Erdem’in de metne kendi imzasını koyarak bir broşür olarak  yayınlamasını ister. Erdem metne karşı çıktığı için Başbakanlık kararnamesiyle re’sen emekliliğe sevk edilir. İlgili kararnameye baktığımızda gerekçede yaşının çok ileri olması ve Türkiye genelinde başkanlık görevini ifa edecek fiziki melekelerden yoksun olduğu dile getirilmektedir.

Sadettin Evrin’in Diyanet’e “futbol milli bir ibadettir” fetvasını verdiren isim olduğunu da hatırlatırız.

Vesselam.

Kaynak:

Mahmut Öztürk, Diyanet İşleri Başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu ile Yaşanan Latince Kur’an Polemiği, İSTEM, sayı /  33 • 2019

‘İşte Diyanetin acı tarihi’, Yeni Akit, 02.06.2016; ‘Diyanetin acı tarihi’, Yeni Şafak, 02.06.2016.

Yıldıray Oğur, Ehliyet, Liyakat, Sadakat, Diyanet, Karar gazetesi, 02.08.2017.

Elif Çakır, Diyanet işleri Başkanlarının değişmeyen kaderi, Karar gazetesi, 03.08.2017

Şeref Göküş, “Altıncı Diyanet İşleri Başkanı Hasan Hüsnü Erdem: Hayatı, Eserleri ve Başkanlığı Dönemindeki Yaygın Din Eğitimi Faaliyetleri”, Türkiye Yazarlar Birliği.