Tarih: 26.04.2022 01:22

Din Düşünmeyi Engellemek Üzere mi Tasarlandı? (III)

Facebook Twitter Linked-in

Geçtiğimiz iki hafta boyunca İslam’ın ana kaynakları (Kur’an ve Sünnet) ve düşünce ekolleri açısından düşünme ve aklın rolüne dair yaklaşımları ele aldık. Bu kaynaklar ya düşünmeyi teşvik ediyor ya da düşünmenin birer ürünüdürler. Düşünce ekolleri aklın rolüne farklı oranlarda yer verseler de, Müslüman düşünce tarihi boyunca aklın çalıştırıldığını görüyoruz. Sorun şu ki, kurumsallaşma artıkça ve pekiştikçe, bunun yerine taklitçi düşünce ve tutumlar geçtiği için zaman içinde akıl ve düşünmenin rolü azalmıştır. Özellikle 14. yüzyıldan sonra tenkitçi düşüncenin yerini taklitçi düşünce almıştır. Bu sadece Müslüman tarihine ve medeniyetine özgü bir durum değildir. Her medeniyet aklın aktif olarak kullanıldığı bir dönemden pasif olarak kullanıldığı bir döneme doğru ilerler. Bunun da sebebi kurumsallaşmadır. Kurumsallaşma, aklın ürettiği kendi ürünleri karşısında pasif hale gelmesine sebep olmaktadır.

Bu hafta, söz verdiğimiz üzere, ibadetler ile düşünme arasındaki ilişkiyi tartışacağız. Her şeyden önce konuşmasının başlığında “Din Düşünmeyi Engellemek Üzere Tasarlanmıştır” şeklinde bir iddia ortaya atıp sonra da bunu “İbadetler Düşünmeyi Engeller” şeklinde bir teze dönüştüren yazar, bunu özensizlikten yapmamışsa tam bir manipülasyon yapmaktadır. Bu manipülasyon kendisine yönelik eleştirilere karşı bir ön tedbir mahiyetindedir. “Yok efendim ben öyle demedim, eğer benim konuşmamı dinlerseniz bunu görürsünüz” diye geri adım atmak ve konuşmasını makul bir çerçeveye çekmek içindir. Bu oyunu maalesef pek çok yazarda görüyoruz. Son yıllarda popüler olan İsrailli tarihçi Harari de, önce kesin ve radikal bir önerme ortaya koyuyor, sonra da bunu birçok kayıtla sınırlandırıyor. Kendisine yönelik eleştiriler yapıldığında, bu şekilde tornistan yapması kolaylaşmaktadır.

Din, esas itibariyle bir büyük eleştiridir. İslam ortaya çıktığında yerleşik gelenek ve dinlerin bir eleştirisini yaparak başlamıştır. Bunu, bu dinin “Lailahe illallah” diye başlayan kelime-i tevhid meşalesinde görüyoruz. İslam, önce “la-ilahe” diyerek tüm ilahları reddediyor, sonra kendi tezini (illallah) ortaya koyuyor. Yani önce anti-tez, sonra tez geliyor. Bir hareket anti-tezle başlıyorsa, o eleştirel bir düşünceyi temel alıyor demektir. İslam, sentez anlamında bir tezdir. Çünkü Musa’nın şeriatı ile İsa’nın ahlak ve maneviyat anlayışını birleştirmiştir. Bunu yapmadan önce de ehl-i kitabın ana tezlerine ve inançlarına yoğun bir eleştiri yapmıştır.

Şimdi alaylı felsefecinin “İbadet düşünmeyi engellemek üzere tasarlanmıştır” açıklamasına gelelim. Kur’an’da ibadet kavramı biri geniş, diğeri dar olmak üzere iki anlamda kullanılmıştır. Sözlük anlamıyla ibadet; itaat etmek, kulluk ve boyun eğmek anlamlarını içerir ve oldukça genel bir anlamda kullanılır. Sözgelimi Bakara Suresi’nin 116. ayeti ile Rum Suresi’nin 16. ayeti “Göklerde ve yerde olan her şey O’nundur, hepsi O’na boyun eğer” demektedir. Kâinatta her şey, Allah’ın koyduğu kurallara/yasalara uymaktadır. İbadet, evrensel anlamda zorunlu yasalara boyun eğmektir. Bununla birlikte iradesiz varlıkların ibadeti ile iradeli varlıkların ibadeti aynı değildir. Allah, insanlardan kendisine gönüllü olarak ibadet etmesini istemektedir.

Bu geniş anlamıyla aldığımızda ibadet, dinin tamamını da ifade eder. Bu bütünsel sistem içinde düşünmek ve aklı çalıştırmak da bir ibadettir. Ali İmran Suresi’nin 191. ayetinde belirtildiği gibi müminler, “ayakta iken, otururken, yan yatarken Tanrı’yı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler (yetefekkerune). (Ve derler ki:) “Rabbimiz, sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru!” Demek ki düşünme dinin ve ibadetin ta kendisidir.

Kur’an, özellikle yaratılış konusunda düşünmeyi teşvik etmektedir. Dar anlamda insanın yaratılışını, canlıların yaratılışını, geçmişte toplumların ve olayların durumlarını düşünmeyi, geniş anlamda ise Allah’ı ve evreni düşünmeyi salık verir. Yaratılış konusundaki ısrar, âlemi bir işaret ve gösterge olarak alıp buradan Allah’a ulaşmak içindir. Âlem, “alamet”ten gelir ve bir şeye işaret eder. Bu anlamda dinin temeli, “Allah’ı tanımak”tır, Allah’ı tanımanın temeli de yaratılış hakkında “Düşünmek”tir.

Dar anlamda ibadete gelince, Kur’an’da “mensek” (Bakara, 2:200) ve “nüsük” (En’am, 162) kelimeleri kullanılır ve buna biz “ritüeller” diyebiliriz. İlk ayette hac ibadetini yaptıktan sonra Allah’ı kuvvetle anmaktan bahsedilirken, ikinci ayette namaz ve diğer tüm ibadetlerin Allah için yapılması gerektiği vurgulanır. Bununla birlikte bu konuda da genellemeci olmaktan kaçınmak lazımdır. Çünkü hac, namaz, oruç ve zekât gibi bedensel, mali ve hem bedensel hem de mali ibadetler birbirinden farklılık arz ederler. Ama tüm ibadetlerin manevi ve ruhsal bir geri planı vardır. Hem başında yapılan hazırlık ve temizlik esnasında, hem de yapıldıktan sonra insan düşüncelere dalar ve dünyadaki her şeyle (masiva) ilişkisini keser ve tüm ruhuyla Allah’a yönelir. Allah’a bilinçli bir biçimde yönelme ve dünyevi putlardan ve bağlılıktan kurtulma, insana tam bir özgürlük sunar. Allah’a kul olmayan, başka şeylere kulluk yapar. Bu başka şeyler, bazen din adamları ve aracılar olur, bazen krallar ve yöneticiler olur, bazen de onlar adına dikilmiş heykeller ve semboller olur. “Hiçbir şeye kulluk etmiyorum” diyen ateist ya da hümanist ise, kendisine (egosuna veya aklına) kulluk eder. Evrende hiçbir şey kulluktan beri değildir.

Tüm menasiklerin gayesi, insanın dikey anlamda Allah ile ilişkisini canlı tutmak ve yatay ilişkiler içinde kendini kaybetmesini engellemektir. Sözgelimi oruç tutan bir insanı düşünelim. Ne yapar oruç tutan bir insan gün boyunca? Çalışıyorsa işini gücünü yapar, çalışmıyorsa dinlenir. Ama tüm gün çalışmak ve dinlenmekle geçmez. Mesela ben birçok okuma ve çalışmamı Ramazan ayı içinde yapmışımdır. Bu ay benim için okuma, yazma, düşünme ve araştırma ayı olmuştur. Menasikler, insana hem kendini arındırma hem de dinle(n)me fırsatı sağlıyor. Birçok kişinin hacdan döndükten sonra değiştiğini biliyoruz. Tüm bunların duygusal işler olduğu söylenemez, insan aynı zamanda kendisi ve çevresindekiler hakkında düşünür ve birtakım sonuçlar çıkarır.

İbadet sadece bir davranış değil, bir eylemdir. Her eylemin bir duygu, bir düşünce ve bir de davranış boyutu vardır. Eylem, ne yazık ki çağdaş davranışçı psikologlar ve sosyal psikologlar tarafından sadece davranışa indirgenmiştir, ama gerçek bu değildir. İbadet de bir eylemdir ve eylemin tüm bu boyutları ibadet eyleminde de vardır.

Menasikler alışkanlıklara dönüştükten sonra düşünme faaliyeti ortadan kalkar, çünkü alışkanlıklar insanı düşünmekten uzaklaştırır. Burada ibadetler değil, ibadetlerin alışkanlık haline getirilmesi düşünmeyi engellemektedir. Sadece bu anlamda yazarın tezi doğrudur. Ama öte taraftan hayatta alışkanlıklarımızı bozan krizler, felaketler ve hastalıklar da bizi yeniden düşünmeye çağırır. Olağan hayat, her zaman tek bir çizgi üzerinde yürümez. İnsan ve toplumların hayatı inişli çıkışlıdır. Bu inişler ve çıkışlar, insana bunların sebepleri üzerine düşünme imkânı sunar.

Bütün tartışmayı özetlersek, yazar hem din hem de ibadetler hususunda büyük bir genelleme yapmış ve dolayısıyla büyük bir hataya düşmüştür. Çünkü her genelleme sorunludur. Biz kendisine bu hatadan kurtulması için Karl Popper’ın “yanlışlama” yöntemini öneriyoruz. Eğer bizim yaptığımız gibi kendisi de bu genellemeyi çürütecek karşı-delillere bakarsa, kendisi de bu bizim ulaştığımız sonuca varacaktır. 

Son olarak başlık ile içerik, söylem ile muhteva arasında da özenli olmasını salık veriyoruz. Ya değilse akıl ve mantığın bir gereği olan tutarlılık ilkesinden uzak düşecektir. Kendisini ifade etmekten uzak düşen ve tutarlı olmayan bir kimseye felsefeci denilmez.                                                                                      Kaynak: Farklı Bakış




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —