Tarih: 05.07.2025 12:19

Devlet dersinde can veren büyük anlatılar

Facebook Twitter Linked-in

Yirminci yüzyıla damga vuran üç büyük ve kapsayıcı ideolojiden ikisi (sosyalizm ve İslamiyet), üçüncünün (faşizm) aksine devleti yüceltilecek bir kategori olarak görmedi. Sosyalizm devleti sınıfsız toplum ve enternasyonalle, İslamiyet ise ümmetle aşacağını iddia etti. Ne var ki ikisi de sonunda kendileri olmaktan çıktı ve devletlerin önceliklerini meşrulaştırmada kullanılan araçlar haline geldiler.

Bir zamanlar çok canlı olan, halen de öyleymiş gibi yapan büyük toplumsal anlatıların gerçekte can çekiştiğini anlamak için elimizdeki en geçerli ölçülerden biri de o anlatının toplumdan çok devlet tarafından sahiplenip korunur hale gelmesidir. Mizah dergisi LeMan’ın o talihsiz karikatürden sonra başına gelenleri (ve tabii öncesindeki bir sürü başka örneği) bu ölçüye vurduğumuzda göreceğimiz şey, bir zamanlar sosyalizmin başına gelenlerin bir benzerinin İslamiyet’in de başına geldiğidir.

Parantez: Hakaret yok, aşağılama yok, suç da yok ama…

Başlıktan da anlaşılabileceği gibi bu yazıda niyetim, taze bir örnek üzerinden devletin İslam’ı ve onun hassasiyetlerini dindarların tepkisini gölgede bırakacak ölçüde ve şedit bir dille sahiplenmesindeki (keza dindar kanaat önderlerinin bunda bir sorun görmemesindeki) soruna işaret etmek.

Fakat ondan önce olan biten hakkındaki kendi pozisyonumu kısaca açıklamak istiyorum.

LeMan’ın, karikatürdeki Muhammed ve Musa ile iki büyük dinin peygamberlerinin kastedilmediği açıklaması ikna edici ya da inandırıcı değil. (Fakat bu, açıklamanın ‘yanlış’ olduğu anlamına gelmez. Yani “iyi de o kritik anda ‘evet, onları kastetmiştik’ demelerini mi bekliyorsunuz” diye itiraz edebilecekler tamamen haklı.)

Yine: Karikatürde iki peygambere hakaret, saygısızlık ya da aşağılamanın (ya da derginin böyle bir kastının) olmadığı çok açık. Bunun için onların kötücül bir tasvirinin yapılmış olması gerekirdi, oysa karikatürden böyle bir sonuç çıkmıyor, belki ancak evrensel barış iddialı iki dinin peygamberlerinin Gazze’deki felaketi üzüntü ve hayal kırıklığıyla seyrettikleri yorumu yapılabilir. (Savcı, sözünü ettiğim ‘kötücül tasvir’in karikatürde var olduğunu iddia ediyor. Buna yazının sonunda değineceğim.)

Yani hakaret yok, aşağılama yok, suç da yok ama bir problem var. O problem, İslam peygamberi Hz. Muhammed’in yüzünün -her ne şekilde olursa olsun- resmedilmesinin Müslümanların dünyasındaki en büyük tabulardan biri olması.

Bazı gelenekleri akıl dışı bulabilir, “bu çağda mı” diye eleştirebilirsiniz fakat bunların arasında öyleleri vardır ki eleştiriyi bir adım ileri götürüp ona savaş açtığınızda bir toplumsal hassasiyet bombardımanıyla karşılaşabilirsiniz.

O geleneğin kendi tarihi içinde bile gelgitli olduğunu, tabunun bazı tarihsel aralıklarda gevşediğini göstererek hassasiyet sahiplerine “bırakın bu işleri” çağrısında bulunmak anlamlı değildir. Yine “hani nerede yazıyor bu yasak” diye sormak ya da “bak, bazı İslam alimleri tam tersini savunuyor, bak İran’da çağlar boyunca Hz. Muhammed’i resmeden gravürler yapılmış” diye argüman çıkarmaya çabalamak da anlamlı değildir. Önemli olan bugünün ‘cari’ ve ‘canlı’ hassasiyetleridir.

Dücane Cündioğlu geleneğin gücünü anlatırken sık sık sünnet örneğine müracaat eder. Gerçekten de, dediği gibi sünnete dair ne bir ayet ne de bir hadis vardır, fakat sünnet Müslüman dünyasının en güçlü geleneklerinden biri olarak varlığını sürdürmektedir. İslami pratikleri hiç bilmeyen bir yabancıdan bu pratikleri bir yıl boyunca izlenmesi istense ve sürenin sonunda İslam’ın beş şartının hangileri olduğu sorulsa büyük bir ihtimalle sünneti de sayacaktır, fakat Cündioğlu’nun dediği gibi bu konuda tek bir ayet ya da hadis yoktur.

Parantezi kapadım.

İşçileri, sosyalizmi yeterince savunmamakla suçlayan sosyalist devletler

Komünist Partisi’nin iktidarda olduğu Doğu Almanya 1956’da büyük bir grev dalgasıyla sarsıldı. Parti (devlet diye de okuyabilirsiniz, aynı şey), yayımladığı bildirgede “halka olan güvenimiz sarsıldı, bu güvenin yeniden tesisi için Demokratik Almanya vatandaşları artık iki kat daha fazla gayret göstermelidir” buyurdu.

Ünlü Alman yazar Bertold Brecht, Komünist Partisi’nin bildirgesini şu satırlarla alaya aldı: “Peki, daha kolay olmaz mı acaba / Komünist Partisi halkı feshetse / Ve yeni bir halk seçse kendine?”

1956’da Doğu Almanya’da yaşananlar birçok farklı açılardan ele alınabilir, ben burada toplumun olduğu varsayılan bir büyük ideolojinin devlete geçmesi ve bunun anlamı üzerinde durmak istiyorum. Yukarıda yazdığım gibi, bu aslında o anda canlı gibi görünen ideolojinin gerçekte can çekiştiğini -ve sonradan öğrendiklerimizi de eklersek- aslında öldüğünü gösteriyordu.

Aynı şekilde devlete değil topluma ait bir inanç ve bir büyük anlatı olan İslamiyet’in günümüzde toplumdan çok devletler tarafından sahiplenilip korunması da İslamiyet’in görünüşteki canlılığının sahih olmadığını gösteriyor.

LeMan dergisi çalışanları için savcılığın hazırladığı tutuklama talepnamesindeki o tuhaf cümle, baş savunucusu devlet haline gelmiş bir İslamiyet’in durumunun neden problemli olduğunun delili olarak öne sürülse yeridir. Savcıya göre karikatürün çizeri kötü niyetli ve kasıtlıdır, çünkü İslamiyet’in peygamberini Gazze’deki bombalamaların sorumlusu olarak göstermektedir: “… Bu suretle şehrin bombalanmasından Hz. Muhammed ile Hz. Musa’nın sorumlu tutulduğu…”




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —