Tarih: 13.02.2023 15:15

Depremin Düşündürdükleri

Facebook Twitter Linked-in

Darb-ı mesel hâline gelmiş bir söz var, " Deprem öldürmez, ihmâl öldürür." Öyle anlaşılıyor ki, 1939 Erzincan depreminden tutun 17 Ağustos 1999 Gölcük depremine kadar bunca yaşanan can kaybı ve yıkımdan ibret alınmamış. Türkiye'nin coğrafi olarak deprem kuşağında olduğunu hem resmî makamlar, hem halkımız gayet iyi biliyor. Bilinen bu gerçekten yola çıkarak bugüne kadar her türlü ihmâlin önü alınmalıydı, değil mi? Uzun yıllar Bayındırlık İl Müdürlüğü'nde yüksek kademede çalışmış, kısım şefliği yapmış tecrübeli bir arkadaşımı Hatay'da enkazda kalıp vefat eden akrabalarının taziyesi için aradım. Deprem üzerine konuştuk, dertleştik biraz. Japonya örnekliğinden yola çıkarak biraz öz eleştiri yaptım. Ve yüklendim müteahhitlere ve onlara imar ruhsatı veren belediyelere; verdim veriştirdim. "Haklısın" dedi ve bazı durum değişikliklerini anlattı. Meğer 6785 sayılı İmar Kanunu 1985 tarihinde yürürlükten kaldırılarak 3194 sayılı İmar Kanunu 09.05.1985 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konulmuş. Ve şekilde 3194 yönetmelik yasası ile imar yetkisi belediyelere devredilmiş. Kısacası 1985 yılına kadar "Yapı Denetim" mekanizması İmar ve İskân Bakanlığı bünyesinde olmakla birlikte denetim mülkî amirliklerin uhdesindeymiş. Şimdi Çevre ve Şehircilik Bakanlığı var, ancak denetim ve kontrol belediyelerin imar ve yapı departmanından geçiyor. Bu kurum ise bir süre sonra işi sivil mühendislere ücret karşılığı veriyor. Yapı denetim işini sivil mühendislik şirketleri yürütüp takip ediyorlar. Labaratuvar ve karot testleri ve inşaatın her ilerleme aşamasında kontrol yine belediye adına sivil yapı denetim şirketleri takip ediyor. Bu anlamda, zahiren teknik işin işleyiş şekli yönetmeliğin prosedürüne uygun görülmektedir. Bir başka ifadeyle, zahirde görülen işleyiş mekanizmasına bakılarak ruhsatların sıkı bir denetim altında alındığı bilinmektedir. Ancak bu işleyiş şeklinde çoğu zaman rant ve rüşvet devreye girdiği için gözden ve yönetmelik kurallarından kaçırılan kalpazanlıklar olmaktadır. İşin içerisine cüzdan ve vicdan girince yapılan bina olması gerektiği gibi sağlam olmadığı için depremlerde yıkılma potansiyelini taşıyor. Nitekim bugün ve öncesinde olduğu gibi 7 şiddetin üzerinde bir deprem olduğunda bina yıkılıp gidiyor. Kısacası kadim dostum, "yönetmelikte sorun yok, sorun tamahkârlık yapan müteahhitlerde ve onlara rüşvet karşılığı veya 'ahbap-çavuş' diyaloğu ile ruhsat veren belediyelerin imar birimlerinde" diyor. Biz de diyoruz ki, "Tüh yazıklar olsun, insan hayatı bu kadar mı ucuz? Bu nasıl bir vicdansızlık böyle? Oysa bu dünyada her insanın "güven içerisinde barınma ve yaşam hakkı" vardır. İnsan temel hak ve özgürlüklerin başında "yaşam hakkı güvencesi" vardır. Bu kural tarihin derinliklerinden bu yana, yani kadim tarihlerden beri bu böyledir. Şimdi binlerce yıl önce Babil Kralı Hammurabi tarafından yapılıp yürürlüğe konmuş kanuna bakıyoruz; burada deniyor ki: "Çürük yapılan ev yıkılırsa ve sahibi ölürse evi yapan usta öldürülsün." (M.Ö: 1972) Mesele bu kadar açık ve net.

Yüce dinimiz de aynı şekilde insana öylesine değer veriyor ki, Maide Sûresi'nin 32'nci ayetinde, "Taammüden bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir." deniyor. Yine aynı şekilde Nisa Sûresi'nin 93'ncü ayetinde,  "Taammüden bir insanı öldürenin yeri ebedi cehennemdir." ifadesi kullanılıyor. Şimdi sormak lazım, yönetmelik kurallarına uymayıp, tamahkârlık yaparak malzemeyi gerektiği gibi kullanmayan ve eksik malzeme ile yaptığı inşaatına rüşvetle ruhsat alan müteahhit taammüden insanın hayatına kast etmiş olmuyor mu? Ve yine aynı şekilde böylesi inşaatlara aldığı rüşvetten dolayı göz yuman "yapı denetim mühendisi" ve onunla işbirliği yapan "belediye imar memuru" bu cinayete ortak değiller mi? Bakınız, bu ifadelerimiz yanlış anlaşılmasın, işini sağlam yapan müteahhitleri, yapı denetim mühendislerini ve belediye imar memurlarını tenzih ediyoruz. Bizim bu satırlarda kimleri eleştirdiğimiz çok açık ve net. Her mesleğin istismarcıları mutlaka vardır, fakat insan hayatı ile motamot ilintili olan meslekler son derece ciddiye alınmalıdır. "Benim memurum işini bilir" sözü kötüye çekilerek bir darb-ı mesel hâline gelmişse burada iyi bir düşünmemiz lâzım. Öncelikle hasbel kader yaşadığımız bu topraklarda tamakârlıkla kalpazanlık bir takım insanların ruhuna kadar işlemiş. Bu ülkede, birçok insan nezdinde iş ve namus ahlâkı dibe vurmuş. Yine arkadaşım anlatıyor, "30 sene kadar önce denetim mühendisi bir memur abimizle ikamet ettiğimiz şehrin bir köyünde yapılmakta olan iki katlı evi denetlemeye gittik, mühendis abimiz demirlerin örgü şekli kancasız olduğu için beğenmedi ve 'size iki hafta mühlet, bu demirleri söküp yönetmeliğe uygun şekilde tekrar öreceksiniz, sonra ben gelip kontrol edeceğim' dedi. Hem inşaat sahibi, hem ustalar itiraz ederek, yalvar yakar inşaatın bu şekilde devam edilmesini istediler. Yaşlı abimiz deprem tehlikesinden bahsedip onlara nasihat etti ve onların itirazlarını kabul etmedi. İki hafta sonra gittiğimizde demirler istenildiği şekilde örülmüştü." Kısacası, burada ifade etmek istediğimiz o ki mesleğinden, vicdanından ve ahlâkından ödün vermeyen böylesi memurlara bizim ihtiyacımız var. Yüce Rabbimiz Al-i İmrân Sûresi'nin 110'ncu ayetinde buyuruyor ki: "Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz. İyi olanı tesis eder, olumsuz olanı bertaraf edersiniz." Bu ayet ister bireysel yaşamımızda, ister sosyal ve kamusal alanda olsun, Müslümanlar için kırmızı çizgi niteliğinde bir ölçü olması gerekmiyor mu? Bakınız, "İnsanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmet" ne demek? Bu bir metafor veya benzetme değildir, bu somut bir tanımdır. Mutlak olması gerekendir. "Hayırlı ümmet" ne demek? Her zaman ve her işte, eski tabirle numene-i timsâl, yeni tanımla rol-model, yani kısacası "hayatın her alanında örnek alınması gereken" demektir. Maatteessüf ki günümüz Müslümanları bu tanıma uymadığı için rol-model olarak bize Japonlar gösteriliyor. Oysa biz onları değil, onlar bizi örnek göstermeliydi. Sayın okuyucumuz, ümmet olarak vebâlimiz büyük. Biz bu ihmâle kader diyemeyiz. Başta da belirttiğimiz gibi, "Deprem öldürmez, ihmâl öldürür." Bir Hadis-i Şerif'te geçen deve meselini blirsiniz! Allah Resulü ne diyor: "Önce deveni sağlam bir kazığa bağla, sonra Allah'a tevekkül et." Rabbimiz demiyor mu? “Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık” (İsra:13)

Elin gâvuru dediğimiz Japon çabalayıp inşaat teknolojisini öyle geliştirmiş ki 9 şiddetinde depreme maruz kalıyorlar ama bir şey olmuyor. Yaşanır kılınmış dünyanın bayındır hâle getirilmesi budur. "O sizi topraktan yarattı ve size orayı mâmur hale getirme görevi verdi." (Hud: 61)

"...Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın." (Bakara: 195)

Görüldüğü üzere bu ayetlerin gereğini Müslümanlar değil Japonlar yapıyor. Böyle mi olmalıydı?




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —