Reklam Görüntülerine Tıklayarak Kitap Siparişi Verebilirsiniz

Demokrasinin kayıp halkası 1: Mesele siyasetçiyi seçmekle başlıyor

rudaw.net’ten yazar Nurettin Aydın, insanların siyasetin dışında kalamayacağını, hunun bir yanılgı olduğunu; kişinin seçim sonrasında seçilmişleri denetleme görevinin bulunduğunu belirtiyor.

Demokrasinin kayıp halkası 1: Mesele siyasetçiyi seçmekle başlıyor

Siyaset sadece siyasetçilerin "oyun alanı" değildir; soframızdaki ekmek, çocuğumuzun geleceği, hastanedeki sıramız ve dünyadaki onurumuzdur.

Siyasetin kapsamını kavrayamayan bazı insanlar, "Ben siyasetle ilgilenmiyorum" diyerek güvenli bir limana sığındıklarını sanırlar. Oysa bu büyük bir yanılgıdır. Yeryüzünde bir devletin sınırları içinde nefes alan herkes, istese de istemese de siyasi alanın tam merkezindedir.

Siz siyasetle ilgilenmeseniz bile siyaset sizinle ilgilenir. Hem de gündelik yaşamınızın en ince detaylarına, iliklerinize kadar nüfuz ederek.

Siyaseti kimin yaptığı ya da kimin yapması gerektiği, Sokrates’ten İbn Haldun’a kadar tarihin en kadim tartışmasıdır. Ancak bugün bu tartışma akademik bir meraktan öte, hayati bir zorunluluktur.

Zafer balkonlarından “derin sessizliğe”

Sandıkların kapandığı, zafer balkonlarında coşkulu konuşmaların yapıldığı o seçim gecelerini düşünün. O gece demokrasi adına bir şölen midir, yoksa dört-beş yıl sürecek derin bir sessizliğin, bir “yetki devrinin” başlangıcı mı?

Modern insan, yüzyıllar süren mücadeleler sonunda “seçme” hakkını kazandı ancak “denetleme” hakkını sandığın dibinde unuttu. Pazartesi sabahı uyandığımızda, vekâletimizi teslim ettiğimiz kişilerin artık bize ait olmadığını dehşetle fark ediyoruz. Verdiğimiz oylar birer “açık çeke”, seçilenler ise denetimsiz birer “seçilmiş krala” dönüşüyor.

Peki, bu kısır döngü kaderimiz mi? Elbette hayır. Bu yazı dizisinde, sistemin sigortası olan “siyasi geri çağırma” (Recall) mekanizmasını konuşacağız. Ancak sistemi onarmadan önce, o sisteme kimi ve nasıl seçtiğimizi, yani meselenin kaynağını masaya yatırmalıyız.

Nasıl ki kalp ameliyatı için canımızı bir marangoza değil, uzman bir cerraha emanet ediyorsak; ülkenin kaynaklarını ve geleceğimizi teslim ettiğimiz siyasetçide de belirli kriterler aramalıyız.

Biz buna “üç süzgeç teorisi” diyoruz.

1. Süzgeç: Pusula olarak ahlak

Her şeyin üzerine inşa edildiği temel zemin ahlaktır. Bir yöneticinin ne kadar hızlı koştuğunu yeteneği belirleyebilir; ancak hangi yöne koşacağını, elindeki gücü kime hizmet etmek için kullanacağını belirleyen tek pusula ahlaki duruşudur.

Platon’un “Giges’in Yüzüğü” efsanesini hatırlayalım: Görünmezlik yüzüğünü takan çoban, denetimsizliğin verdiği cesaretle ahlaki sınırları aşar ve yozlaşır. Bugün seçimden seçime halkın karşısına çıkan, arada geçen yıllarda ise dokunulmazlık zırhıyla “görünmez” olan siyasetçi, bir nevi Giges’in yüzüğünü takmış gibidir.

Eğer bu birinci süzgeç delinirse, diğer özelliklerin hiçbir hükmü kalmaz. Ahlaki omurgadan yoksun liyakat, sadece organize bir felaket getirir.

2. Süzgeç: Motor olarak liyakat

Fırtınalı bir denizde, dev dalgalarla boğuşan bir gemide olduğunuzu hayal edin. Ahlak bu geminin pusulasıysa, liyakat o gemiyi yürüten motordur.

Siyaset felsefesinde sıkça düşülen “iyi niyet yeterlidir” yanılgısına kapılmamak gerekir. Tarih, iyi niyetli ama beceriksiz liderlerin elinde batan devletlerle doludur. Siyasetçi; karmaşık altyapı sorunlarını, ekonomiyi, istihdamı çözecek mekanizmaların kaptan köşkünde oturur.

Platon’un gemi metaforundaki gibi soralım: Fırtınalı bir denizde dümeni kime verirsiniz? En popüler olana mı, yoksa denizcilik ilmini bilen uzmana mı? Liyakatsiz bir dürüstlük, halkın sorunları karşısında çaresiz kalmaya mahkûmdur. Siyasetçi her şeyi bilemez ama neyin doğru olduğunu ayırt edecek kadar bilgi sahibi olmalıdır; aksi hâlde danışmanların ve bürokratların oyuncağı olur.

3. Süzgeç: İcraat olarak yetenek

En sık yapılan hata, liyakat ile yeteneğin karıştırılmasıdır.

• Liyakat: Neyin yapılması gerektiğini bilmektir (teori / donanım).
• Yetenek: Yapılması gerekeni hayata geçirebilmektir (pratik / icraat).

Dünyanın en iyi ekonomik planına sahip (liyakati tam) bir bakan, eğer o planı halka anlatacak iletişim becerisinden, bürokrasiye uygulattıracak yönetim sanatından ve kriz anında inisiyatif alacak cesaretten yoksunsa başarısız olur.

Yetenek, Machiavelli’nin Virtù dediği kavramdır; değişen koşullara ayak uydurabilme ve rüzgârı tersine çevirebilme gücüdür. Siyasetçi sadece istatistik okuyan bir memur değil; umut aşılayan, vizyon çizen bir lider olmalıdır.

Filtresiz siyasetin sonu: Kakistokrasi

Bu üç süzgeç (Ahlak, Liyakat, Yetenek) çalışmadığında ne olur? Sahneye “Kakistokrasi” çıkar; yani “en kötülerin yönetimi.”

Nitelikli ve ahlaklı bireylerin siyaset arenasında barınamadığı, sistemin dışına itildiği bu duruma “Negatif Seleksiyon” (Tersine Seçilim) denir. Sonuçta seçmen, kendi eliyle kurduğu sistemin rehinesi hâline gelir.

Peki süzgeçler delindiğinde, “en kötüler” yönetimi ele geçirdiğinde vatandaş çaresizce bir sonraki seçimi mi beklemelidir? Hayır.

Demokrasi sadece sandıktan ibaret değildir; asıl demokrasi sandıklar kapandıktan sonra başlar. İşte tam bu noktada, demokrasinin kayıp halkası devreye giriyor. Siyasetçinin “satın alınmış mülkü” olmayan o koltuğu halkın gerektiğinde nasıl geri alabileceğini, serinin ikinci yazısında ele alacağız.

 

Kaynak: rudaw.net



Uyarı! Yapmış olduğunuz yorumlar incelendikten sonra onaylanacaktır onaylandıktan sonra gözükecektir


YAZARLAR

Resimlere Tıklayarak Kitap Satın Alabilirsiniz

HABERLER