Tarih: 31.07.2021 13:22

Değişen Dünyanın İnsanları FAHRENHEİT 451

Facebook Twitter Linked-in

Değişen Dünyanın İnsanları, özgün adıyla ‘Fahrenheit  451’ filmi 1966 Birleşik Krallık-Fransa ortak yapımı distopik bir bilim kurgu filmidir. Fahrenheit/Fahrenhayt aslında ingilizcenin bazı lehçelerinde bir sıcaklık ölçü birimi olarak geçer. 451 Fahrenheit sayısal ifade ise Fahrenheit 451’in 233 Celsius derecesine tekabül etmesi ve bu ısı derecesinin filmde kitapların tutuşmaya başladığı en alt sınırı belirlemiş olmasıdır. Filmin konusu kitapların ironik bir şekilde itfaiyeciler tarafından yakıldığı, insanların sadece televizyonda beyin yıkayıcı şovlar izlediği ve kitap bulundurup düşünen insanların yok edildiği bir gelecekte geçmektedir. Filmde Hükümet itfaiyecileri denilen bir tür polis itfaiye teşkilatı devriyededir. Görevleri sadece ve sadece kitapları yakmaktır. Amaç insanların sisteme karşı bilinçlenmemesidir ki çünkü bilgi tehlikeliydi sistem için. Buradaki itfaiye timleri çok gaddardır sorgusuz, sualsiz her gizli saklı kitaba ulaşır ve yakmaya çalışırlar. Onlardan hiçbir gizli saklı olamaz. Kitapların kokusunu, ihbarını alır almaz her yere anında müdahale edip baskın düzenler, kitapları yakıp yıkarlar. Kendi aralarındaki sloganları ise yak kül olsun, sonra küllerini yak. Bir kadının evine baskın yaparlar kadını ikna etmeden kadın son kibrit çöpünü çakarak atıp kendini kitaplarıyla yakar. Bu olayın travmasından kurtulamayan Guy Montag adında itfaiyecilerden biri kendini sorgulamaya çalışır. Bu kitaplarda insanları yakacak kadar bir gizem olmalı diye. Tam da terfi etmek üzereyken eski çocukluk arkadaşı Clarisse McClellan sayesinde kitap insanlar derneğiyle tanışır. Bunlar birer kitabı ezberleyip hafızlarında diri tutmaya çalışan sisteme göre illegal bir örgüttür. Ve Montag, Edgar Allan Poe’nun  ‘’Gizemli ve Hayali Hikayeler’’ kitabını ezberleyip kaybolmamasını kendine görev addediyor.  Kitap felsefi bir kitaptır.  Montag’ın kitabı okuma esnasında binanın salonunda tavana monte edilmiş cihazla (Yuxie) arasında şu ilginç diyalog geçer:  Montag, Yuxie Kendini kapat lütfen. Yuxie, Kendimi sessize aldım Montag.

-Montag, Ben hasta biriyim. Ben kötü bir adamım. Çirkin bir adamım. Sanırım karaciğerim acıyor. İki kere ikinin dört edişinin mükemmel olduğunu kabul ediyorum. Ama iki kere ikinin bazen beş etmesi de bazen hoş olabiliyor.

-Yuxie, Yanlış

-Montag, kendini kapamanı söylemiştim

-Yuxie, Her yer kapalı sadece ikimiz varız. Ama  bu yanlış. İki kere iki sadece dört edebilir. Ne yapıyorsun Montag, iyi hissediyor musun, nereye gidiyorsun…?

Evet, kitabın anlattığı felsefi bilgi için her zaman iki kere iki dört etmeme mevzusu, bazen beş eder gibi veya üç vb. Bu felsefi bilgiden (kitabi kültürden) aslında akılcı (rasyonel/hesapçı akıl) ve faydacı, hazcı (pragmatist/hedonist) emperyalist sisteme karşı bir göndermedir bir başkaldırıdır. Fakat egemen ezberci sistem her zaman doğruluğu otomasyona bağlar bildiğini okur ve iki kere ikinin dört etmesi için bütün bir kâinatı ateşe verir. Doğru bilgiye varan bütün enstrümanı yok eder. Yakar yıkar, allem eder kallem eder, güzellikle de olsa rezillikle de olsa bu hesabın çarkı kendileri için dönecek bu iki kere ikinin sonucu kendi menfaatlerini çıkarlarını doğrulayacak.  Kazanmak için her şeyi mubah kılacak. Yöntem ve metotları enstrümanları lokal ve global ölçekte değişebilir fakat sonuçlar her zaman onlar için değişmez stabildir. Beş para etmez bir hayat çarkları için mutlaka o klişe sonuç dört akçeyi ceplerine indiriverir, indiriverecek. Demokrasi havariliğine bürünerek eşitlik hitabetini yaparak… Küresel stratejilerle koca âlemi parselleyip lime, lime ederler… Yalayıp yutarlar, kemirirler, bir leş gibi emerler kanını dünyanın, insanların, insanlığın…

Heyhat ne yemek doymak bilmez, obur, pis, necis bir mideniz var, helal haram demez bir ahlakınız… Ahtapot gibi her yerde boğarak saran kollarınız, dabbe gibi her yerden her mekândan depreşip bitiveren korkunç cüsseniz. Vampir gibi kan emerek, kan kusarak hayatiyete diş geçiren dişleriniz… Bukalemunca hal ve ahvaliniz… Ve akabinde talan olan memleketler, viran olan coğrafyalar, ateş düşen evler, ocaklar. Dul kalan kadınlar, yetim öksüz evlad-u ıyal, iltica eden halklar gasp edilen haklar… Beyaz gelinlikleri kirletilen gelinlik kızlar, bu sevdaya düşsem ben de biz de yanarız yanacağız gelgitinde korku ve ümit eşiğinde yaşamlar.

Ve en acıklısı da İslam’ın insanlığın coğrafyasında eşkıyalık yapanlar… Hem Din-i Mübin hem dünyayı tahrip edenler… Sürekli bir haramilik peşindeler sürekli bir hinlik bir hainlik, bir kurnazlık bir tilkilik derdindeler. Yakın beyler yakın… Masum insanları eli kolu bağlı, dilsiz, savunmasız hayvanları, kuşları, börtü böceği tırtılı, pervane gibi ateşe düşen kelebeği kelebekleri…

Âlemi ateşe verip tutuştururken siz kimin değirmenine su taşıyorsunuz ki öyle ciğersiz öyle bi insaf. Yine ne senaryolar ne tiyatrolar çeviriyorsunuz yaratılışın masumiyeti üzerine. Rüzgâr ekip fırtına biçerken… Sahiden siz kimsiniz kimlerdensiniz. Kime kovboyluk ediyorsunuz İslam’ın hareminde insanlığın coğrafyasında cirit atarken… Kimin, neyin miadını dolduruyorsunuz gene, hangi plan, projeyi uygulamaya çalışıyorsunuz barbarlığın, zorbalığın zoruyla. Mafyasıydı, mülteci polemiğiydi, orman yangınıydı derken kim bilir yarın ne ikram edeceksiniz ne lütfedeceksiniz bu millete mide bulandırıcı namahrem kirli ellerden, zifiri karanlık menünüzde… Ama da kanatarak, ama da yakarak, yıkarak ama da acıtarak… Acısına tuz basarak bastırarak…

Devamı >>>




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —