Her davanın samimi savunucuları ve sömürücüleri vardır. Davaya hizmet için samimiyetle çaba gösteren insanlar olduğu gibi, davayı bireysel çıkarları için basamak olarak kullananlar da vardır. Bu durum hak ve hakikat olan İslam için de geçerlidir. Kuşkusuz İslami sömürenlerin varlığı ve yarattıkları tahribat, hak ve hakikatin İslam olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Şurası açık ki, dini veya siyasi, her ideoloji uğruna sömürülen kavramlar vardır. En çok sömürülen kavramlar ise ekmek ve insanlık kavramlarıdır. Marksizm’den kapitalizme, hümanizm kadar sömürü bu kavramlar üzerinden yürütülmüştür. Bu kavramların özellikle Sovyet Rusya’sında nasıl kullanıldığını anlamak için Cengiz Aytmatov ve Cengiz Dağcı’nın eserlerine bakmak yeterlidir. Ekmek ve özgürlük kavramları milyonlarca insanın katline perde yapılmıştır.
Öte yandan ideolojilere fanatik derecede bağlılık sağlıklı değerlendirme yapmanın önünü tıkamaktadır. Siyasal yorumların futbol fanatizmine çok benziyor olması şaşırtıcı bir gerçeklik olarak önümüzde durmaktadır. Bir futbol fanatiği olayın kendisine değil hangi takımın lehine veya aleyhine göre verildiğine göre hareket eder. Bu durum duygusal bağlılığın adaleti gölgelemesi sonucu ortaya çıkan patalojik bir durumdur. Kendi takımı lehine yapılan hatayı dile getiren, rakip takımın uğradığı haksızlığa karşı çıkan, eleştiren kişi ahlaklı ve adil davranmıştır. Taraftar kimliği altında kendi lehine olan hataya ses çıkarmayan çeşitli gerekçelerle onu rasyonelleştirmeye çalışan insan sadık bir taraftar olabilir, ama asla adil olamaz. Bu mantığın diğer alanlara taşınması Harici bir fanatizme kapı aralamaktadır.
Kuşku yok ki, en zararlı istismar tipi din istismarıdır. Nurettin Topçu’nun işaret ettiği din istismarı, istismarın en sorunlu biçimidir. Topçu’ya göre, günümüzde din ilk zamanlardaki hayat veren anlayışından çok uzaktadır. Bu duruma düşmesinde dini temsil edenlerin büyük etkisi vardır. “İslam dini, softa, hurafeci ve falcılardan ibaret ulema denilen bir grubun elinde, bu yüksek değerlerinden sıyrılmış olduğundan, bütün hayat kuvvetini bugün kaybetti; şimdi sahipleri, besledikleri hırsızların karşısında dilencilikle hayat geçiriyorlar. Mecburilik, vicdanın olmaktan çıktı; türlü zorbalıkların oldu… Allah korkusu, dünya hadiselerinin benzeri olan bin türlü hadiselerin korkusuna bağlandı ve böylelikle dindar geçinen bu zümrenin elinde, Allah katledildi… Bütün kirlerinin üstüne dindarlık elbisesini giyinenler, din hayatının sarrafları veya karaborsacıları kesildiler. Mallarının sürümünü sağlayanlara cenneti peşkeş çektiler. Kendileri ile alışveriş yapmayanları ise cehenneme gönderdiler ve sanki kendileri Allah’ın umumi vekaletine sahipmişler gibi, iman ile isyanın sınırlarını sımsıkı ayırdılar.”(1) Topçu’ya göre İslam dünyasının asırlardır içinde bulunduğu durumun nedeni budur. Bu durumun en önemli sorumlularından biri sözde din adamlarıdır. “Bu sefalet dünyasının enkazını toplayıp halkın vicdanına perakende satış yapmakla geçinen sözde din adamlarının -din fikircileri, din tüccarları, din gazetecileri, din vaizleri ve her türlü şıhlara bakıcı hocalar- bugün cemaatin başına heyula gibi dikilmiş, onun ruh cephesinde kalkınmasına engel olmaktadır.“(2) Topçu’ya göre bu anlayışın din üzerinde egemen olmasından dolayı, din, cennetin penceresi, ruhun kurtuluşu haline gelemiyor. Namaz, oruç gibi ibadetleri yapan insanlar hayatın diğer alanlarında dini araçsallaştırmaktan geri durmuyorlar. Bireysel menfaatleri uğruna dini istismar ediyorlar. Hacılar, Allah aşkını temel alan hac ibadetini istismar ediyor ve hacı olmanın onurunu taşıyamıyorlar. Müslümanlar felsefi bir düşünceye sahip olmadıkları için dini iyi anlayamadılar. Dinin yıkıldığı yerlerde hurafelerin kök salması kaçınılmazdır. Bu din gençleri tatmin etmediği için, yabancı ideolojilere sarıldılar. Allah’ın huzuru önce din adamlarını terk etti, sonra bütün toplumdan çekildi.
İlk dönem sufilerinden Haris el- Hafi’nin nafile hacca gitmek isteyen birine söylediği sözler “Paranı muhtaçlara dağıtıp gönüllerini sevindirmen, farz olanın dışındaki yüz hacdan daha hayırlıdır“(3)dindarlıktaki ahlaki önceliğe dikkat çekmektedir.
Haricilik, ilim ve irfandan yoksun olan kör ve fanatik taraftarlığın, sevgisizlik ve hoşgörüsüzlükle birleştiğinde nasıl şiddeti mazur gösteren sahte bir dindarlık ürettiğinin tarihteki en açık örneğidir. Günümüzde Harici mantık hayatın tüm alanlarına sinmiş görülmektedir.
Dini araçsallaştırmak, dini asıl amacından saptırarak, bireyin yaşantısında Allah’ın rızasını kazanmak dışında, dünyevi menfaatler için kullanmaktır. Bir eylemin amacı, Allah’ın rızasını kazanmak dışında, politik, ekonomik veya toplumsal hedeflere yöneldiğinde araçsallaştırma başlamıştır.
Kişiyi dini araçsallaştırmaktan uzaklaştıracak olan samimiyet ve ihlastır. Samimiyet ve ihlasla yapılmayan her eylemin araçsal değer olarak kullanılma ihtimali vardır.
İbadeti asıl anlamından saptırarak kullanmak büyük bir günahtır kuşkusuz. Münafıklar görünür ibadetleri en ince fıkıh kurallarına riayet ederek yapıyorlardı. Ancak ana amaçları İslama zarar vermektir. Bu durum formel ibadetleri yerine getirenlerden bir bölümünün dini araçsallaştırma potansiyeline sahip olduğunu göstermektedir.
Araçsallaştırma, dünyevi bir menfaat için avantaj sağlamak amacıyla dini doğrudan ya da dolaylı olarak kullanmaktır. Bu durumun oluşabilmesi için ibadetlerde fıkıh kuralları ile ahlaki içerikleri birbirinden ayırmak gerekir. Ahlaki içerikten boşaltılan ibadetler, içerikten yoksun şekilci bir yaklaşıma yataklık eder. Bu da ahlaki içerikten uzaklaşmış, samimiyetten uzak, davranışları arasında tutarlılık olmayan bir dindarlık formu ortaya çıkarır.
Öte yandan, dünyadaki bütün değerler istismara açıktır. Bazı kimseler fakirlere yardımı istismar ediyor diye yardımı, bazı kimseler anneliği istismar ediyor diye anneliği ortadan kaldıramayız. Bunun gibi bazı kimseler dini değerleri kendi amaçları için istismar ediyor diye bunları yapmaktan kaçınmamalıyız.
Fethullah Gülen, neredeyse bütün dini kavramlara semantik müdahale yaparak dönüştürdü ve kendi çetesi için araçsallaştırdı diye, bu değerleri savunmaktan vaz mı geçeceğiz? Dini değerleri rehber edinmekle, onları istismar etmek farklı şeylerdir. Ben dini değerlerin siyasette daha çok yer bulmasını isterim. Yalan söylememek, verdiği sözde durmak, emanete hıyanet etmemek, kimseyi aldatmamak, hırsızlık etmemek siyasette daha fazla yer bulmalıdır. Dini değerleri siyaset de dahil hayatın her alanında etkin olarak kullanmak gerekir. Yasaklanan şey dini değerlere uymak veya dindarlara getirilen yasakları dillendirmek değil, dini kendi çıkarları veya kariyeri için basamak yapmaktır. Unutmayın samimi dindarlar da münafıklar da namaz kılıyorlardı. Birinin ibadeti cennete, diğerinin cehenneme götürdü. Öte yandan, Cumhuriyet seçkinleri “dini siyasete alet etmek” mottosuyla dindarları siyasetten uzak tutmayı amaçladılar çoğunlukla. Unutmayalım, muhafazakar-dindar siyasilerin tamamı bu suçlamayla karşılaşmışlardır. Laik modernleşmeci seçkinlerin amacı dini istismardan korumak değil, dini değerleri tamamen siyasetin dışına atıp,siyaseti seküler hale getirmekti. Bu ülkenin kurucu marşı olan İstiklal Marşı’nın yazarı ve karakter timsali Mehmet Akif Ersoy bile bu ülkede dini siyasete alet etmekle ve yobazlıkla suçlanmıştır. Unutulmamalı dini değerlerin uygulanmayacağı hiçbir istisna yoktur yeryüzünde. Hayatın her alanında yapılan eylemler Allah rızası için yapılmalıdır.
İbadetlerin ahlaki ve irfani boyutların ihmal edilerek uygulanması sadece ibadetlerin kuru bir tekrara dönüşmesine yol açmamakta aynı zamanda başka insanları etkileme gücünü de ortadan kaldırmaktadır. İbadetlerin içi boşaldığı için ne uygulayanda ne de toplumda gerekli dönüştürücü etkiyi yapmamaktadır. Ortaya görünürde dini kurallara son derece bağlı, ancak yalan söyleyen, verdiği sözde durmayan, emanete hıyanet eden ve dini kendi çıkarları uğruna kullanan insanlar çıkmaktadır.
İslam’ın temel değerleri olan adalet, hak, hukukun üstünlüğü gibi değerler toplumsal ilişkilerde bir türlü karşılık bulmuyor. Adalet ve hukuk toplumun diğer katmanlarında olduğu gibi Müslümanlar tarafından da içselleştirilmiş değil. Samimi olarak içselleştirilmeyen değerler, insan yaşamında köklü dönüşümler yaratmayan entelektüel gevezelikten öte bir anlam taşımazlar. Oysa bir söylemin gücü ve etkisi insan davranışlarını yönlendirmedeki başarısıyla ilgilidir.