Tarih: 27.12.2019 01:32

Cumhuriyet’in İlk Yıllarında Anketler

Facebook Twitter Linked-in

Zafer Toprak “Türkiye’de Yeni Hayat: İnkılâp ve Travma” kitabında, “Asrî Aile”yi anlattığı bölümde o dönem çıkan dergilerin yaptığı anketleri inceler. Bu anketler aracılığıyla “yeni erkek ve kadın tipolojilerinin” gençler tarafından nasıl karşılandığı, gençlerin kafalarındaki ideal erkek ve kadın tipolojisinin nasıl olduğu değerlendirilmektedir. Hayli ilginç sorular yer alır bu anketlerde.  

Haftalık Mecmua, 1926’da düzenlediği, “Büyük Meraklı Müsabakamız: Leyla Hanım’ı Kim Alacak?” başlıklı ankette gençlerin 10 erkek tipinden hangisini Leyla Hanım’a layık göreceğini merak eder. Dergi bir senaryo oluşturur. Bu senaryoya göre Leyla Hanım’ın karşısına damat adayı olarak “mebus, tüccar, doktor, zabit, müderris, muharrir, musikişinas, avukat, diplomat ve nihayet akraba arasından bir genç” çıkartılır. Her bir aday, “yeni Türkiye”nin imal etmeye çalıştığı farklı tipleri temsil etmektedir. Ama adaylardan biri, Ekrem Bey, diğerlerinden bir yönüyle farklıdır. Bankacı olan bu genç, Leyla Hanım’ın akrabasıdır. “Robert Kolej” mezunu olduğu da ayrıca belirtilmiştir. Çocukluğu onların evinde geçmiş, Leyla Hanım’la birlikte büyümüştür. Bu bakımdan Ekrem Bey “güvenilir” kişiyi temsil etmektedir. Dergi, yarışmaya çok büyük rağbet olduğunu duyurur. Yarışma sonuçları açıklandığında 1515 oyla Ekrem Bey ilk sırayı almıştır. 

Çok ilgi gören yarışmanın ikincisi bu sefer gençler tarafından tercih edilen “kadın tipini” araştırmaktadır. 1927’de düzenlenen “Hangi Kızla Evlenmeli?” başlığını taşıyan araştırmada gençlerin önüne 8 farklı kadın tipi çıkarılır:

Ulviye Perihan Hanım, “biraz erkeksi”, “dünyevi”, “aktivist” biridir. Cumhuriyet’in “özgür genç kız” tipini temsil eder.   Feriha Şevket Hanım, şık giyinen, Fransızca ve Almanca bilen, piyano ve keman çalan, modern bir aileye mensup “sosyetik” tipi temsil eder. Feriha Hanım’ın çevresinde flört etmek “asri terbiye” gereğidir.

Mediha Hanım, diğer adaylardan hayli farklıdır. Geleneksel Osmanlı kadınını temsil eder. Kamusal hayattan uzak, içine kapanık, dindar, iyiliksever bir kızdır. Eline erkek eli değmemiş, hayatında hiç “macera” yaşamamıştır. Aile onun için “saadet” ve “huzur” demektir.

Nevire Nermin Hanım, moda düşkünü, artistliğe özenen tipi temsil eder. Şöhret için her şeyi yapabilecek biridir. Hatta o zamanların modası haline gelmiş “intiharı” bile deneyebilecek kadar şöhret tutkunudur.  Bedia Nuri Hanım, ilim meraklısı bir “bilim kadını”nı temsil eder. Sade giyinen, ilimden başka bir şey düşünmeyen, kendini bilime adamış bir kadındır.

Nimet Hanım, Anadolu kadınını temsil eder. Bütün gününü ailesiyle geçirir. Ailesi mutaassıp değildir; ne açılıp saçılan ne de iffet mefhumunu abartan bir ailedir.

Çok güzel ve zeki biri olan Melahat Hanım, geleneksel İstanbul kadınını temsil eder. Münzevi bir hayatı vardır lâkin komşu evlerinde rastladığı hayat dolu kadınlara da gıpta eder.

Muazzez Cevad Hanım ise, “çalışan kadın” tipini temsil eder. Fransızca ve Almaca bilen Muazzez Cevad, bir bankada o zamanlar yüksek sayılabilecek bir ücretle, aylık 90 lira maaşla çalışmaktadır.

Ankete yine çok büyük ilgi olur. 10 bine yakın kişi mektup gönderip anketi cevaplar. Yarışmanın tartışmasız birincisi, geleneksel Osmanlı kadınını temsil eden Mediha Hanım olmuştur. Hatta bazı kadınlar bile “erkek olsaydım, Mediha Hanım’la evlenirdim” der. İkinci sırada Anadolu kadınını temsil eden Nimet Hanım gelir. Mediha Hanım 3363 oy, Nimet Hanım 2574 oy alır. Üçüncülük ise 956 oyla “bilim kadını”nı temsil eden Bedia Nuri Hanım’ın olur. 

Her iki anketin sonuçları da, halkın hâlâ “eski kafada” olduğunu teyid eder gibidir. Ama az da olsa “asri” bir eğilimin işaretleri de görülmektedir. 

* * *

Anketler, o dönem, özellikle kentli, eğitimli kesimdeki toplumsal değişimi ölçmenin, toplumun  geçmişten ne denli koptuğunu, modern “yeni hayat”a ne oranda hazır olduğunu değerlendirmenin en etkili yollarından biriydi. Bu anketler çoğu zaman Amerika’da yapılan anketleri taklit ediyordu. Yapılan anketlerde özellikle, aile ve kadın-erkek ilişkileri merak ediliyordu. Ne de olsa “aile” modernleşmenin önemli bir ölçütü olarak görülüyordu.

Fakat anketlerin tek amacı “var olan durumu” görmek değildi. Anketler, sordukları sorularla, yapılabilecek yeni tercihler hakkında halkı eğitmeyi de amaçlıyordu. Salt modern ya da geleneksel seçenekler sunulduğu gibi, bunların sentezi olan seçenekler de tasarlanıyordu. Hatta bazen toplumun kahir çoğunluğunun tepki göstereceği bazı tercihler “soru formu” altında halkın önüne getiriliyordu. Cumhuriyet’in ilk yıllarında yapılan anketleri araştıran Fatmagül Demirel’in “Cumhuriyet Kurulurken Hayaller ve Umutlar” adlı kitabında bunun çarpıcı örneklerinden biri sunulmaktadır.

Sevimli Ay Dergisi 1926 yılının Ekim ayında “Namusunuzu 10 Bin Liraya Satar mısınız?” başlıklı bir anket düzenler. Anketin sorusu, Kohlberg’in ahlaki ikilem sorularına benzer bir şekilde düzenlenmiştir: “Anneniz hastadır. İlaç alacak, doktora gidecek parası yoktur. Önünüze bir fırsat düşüyor. Namusunuzu feda etmek şartıyla 10 bin lira elde etmek mümkündür. Hangisini tercih edersiniz? Namuslu kalıp annenizi öldürmeyi mi? Yoksa namusunuzu feda edip annenizi kurtarmayı mı? Niçin?”

Dergi soruyla ilgili, ilginç bir ayrıntıyı not eder. Soruda geçen namus kavramı ile “iffet”in kastedilmediği vurgulanır: “Buradaki namustan murâd edilen mânâ bekaret perdesi değildir. Yani iffetten bahsetmiyoruz.” Namus kavramıyla, “doğruluk, dürüstlük, şeref” gibi değerler kastedilmektedir.

İlginçtir, bu anketin aynısı Amerika’da yapılmıştır. Hatta dergi, Mayıs ayında Amerika’da düzenlenen bu yarışmanın sonuçlarını da aktarır. Orada, Amerikalı gençlerin % 60’ı parayı tercih etmiştir.

Ankete yine binlerce cevap gelir. Sonuçlar çarpıcıdır. Cevap verenler içinden sadece bir kişi annesini tercih ederek, namusunu feda etmiştir.

Gelen cevaplar gerçekten de kayda değerdir. Yeşilköy’den yazan bir kız, çaldığı parayı annesi iyileştikten sonra yeniden iade etmek şartıyla namusunu feda edebileceğini yazar. Mektubunu şöyle bitirir: “İffet meselesi ise hiçbir vakit mevzu bahis olamaz onu hiçbir şeye feda edemem.”

Üsküdar’dan yazan Samime Süleyman ise şöyle der: “Validemi pek çok severim... Böyle olduğu halde ben annemi bir şeye feda ederim ‘namusuma’ zaten validem de benim bu fikrimi hararetle alkışlar.”

Bir okuyucu ise şöyle der: “Namus hiçbir bahane ile feda edilemez. Namusunu ancak namussuzlar feda eder.”

Bir başka okuyucunun cevabı şöyledir: “Hasta olan validemi kurtarmak için hayatımı feda edebilirim. Fakat namusumu katiyen!”

* * *

Aradan geçen onca yıldan sonra, bugün artık “namus” kavramı “cinayet sebebi” olarak mahkûm edilmektedir. Bu açıdan bakınca ankete verilen cevapların yansıttığı duyarlılık, etkileyicidir. Ancak asıl soru, yaklaşık 100 yıl öncesinden, namus mevzusunun niçin “tartışmaya” açıldığıdır.

Gerçekten de, halka böylesi sorular yöneltilmesinin sebebi nedir?

Buna, “Oltadaki Balık Türkiye” kitabının yazarı Mehmet Emin Değer’in verdiği cevap önemlidir. O, bu tür araştırmaları kültürel emperyalizmin “zemin etüdü” olarak değerlendirmektedir. Ford Vakfı’nın Türkiye’deki kimi bilim adamlarına farklı konularda anketler yaptırdıklarını belirten Değer, bu anketlerde sorulan sorularla, emperyalist politikalar için o toplumu tanımaya yönelik veriler elde edildiğini belirtir. Değer, Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü’nün “doğum kontrolü” amaçlı yaptığı anketlerden birinde sorulan bazı “müstehcen” sorulara dikkat çeker. Bu soruları şöyle yorumlar Değer: “Kadınlarımızın yüzde doksanından yanıt alınamayacağı bilinmektedir. Ama bu soruların yanıtlarının alınamaması bile, o çevrenin sosyal ve o insanların ruhsal yapısının saptanması için önemlidir.”

Aile ve kadın politikalarının inşasında önemli rolü olan, 2009 ve 2014’teki “Aile İçi Şiddet” araştırmalarının da Hacettepe Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından yürütülmüş olması bir tesadüf müdür?




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —